Bir Galibiyet Öyküsü: “Selo Başgan” şahsında somutlaşan ilkeler siyaseti kampanyası – Ulaş Gündoğan

Bir seçimi daha geride bırakmak üzereyiz. Henüz sandık sonuçları belli olmamasına rağmen benim nazarımda seçimin kazananı bellidir. Bu seçimin kazananı Selahattin Demirtaş ve HDP’dir. İki seçimin yapıldığı 2014 yılında, 30 Mart yerel seçimlerinin hemen öncesinde kurulup Türkiye’nin batısındaki birçok ilde seçimlere katılan HDP cumhurbaşkanlığı seçimlerinde de kendi adayını çıkararak halkla iletişimini en güçlü şekilde sağlayabileceği fırsatları seçim kampanyaları vesilesiyle yakaladı. Peki cumhurbaşkanlığı seçiminde muhtemelen 3. sırada gelecek olan Selahattin Demirtaş ve HDP niye bu seçimin galibidir?

Yerel seçimlerde Türkiye’nin batısında birçok ilde aday çıkaran HDP, kutuplaşma ortamında beklentinin altında bir oy alsa da “Türkiyelileşme” mevzusunda önemli bir adım attı. Her ne kadar Kürt siyasetine yöneltilen bu “Türkiyelileşememe” eleştirisini farklı açılardan sıkıntılı bulsam da, insanların algısında oluşan bu imajı aşma konusunda yerel seçimler bir başlangıç oldu. Türkiyelileşme kavramının neden sorunlu bir kavram olduğu başlı başına ayrı bir yazının konusu olur nitelikte. O yüzden bu bahsi bir kenara bırakıp dönelim cumhurbaşkanlığı seçimlerine. Selahattin Demirtaş kampanyasının başlangıcında “Yeni Yaşam Çağrısı” olarak açıkladığı tutum belgesiyle çok kapsamlı bir perspektif ortaya koyarak hem HDP’ye hem de kendi şahsına kamuoyu ilgisinin yönelmesini sağladı. Emekçilerin haklarından Türkiye’de yaşayan bütün etnik, dini grupların haklarına, kadın özgürlüğünden LGBTİ özgürlüğüne kadar geniş bir yelpazede bir demokratikleşme algısı öne çıkardı. Bir cumhurbaşkanı adayının ilk defa LGBTİ haklarından bahsetmesi, kadın özgürlük mücadelesiyle ilgili olması gibi faktörler birçok kesimin ilgisini çekti. Bu süreç Demirtaş şahsında vücut bulan ilkeler siyasetinin, oy versin vermesin geniş bir kitlenin takdirini kazandığı bir kampanya süreci oldu.

Fakat bu takdirin yanında Demirtaş’ın kendisine yöneltilen eleştiriler de oldu. Bunların bir kısmı tamamen ırkçı bir yaklaşımla yapılırken, bir kısmı da bir “güven” meselesi olarak ortaya çıktı. Gerek sol partilerden, gerek bazı Alevi kesimlerden, gerekse siyaseten muhtelif çizgilerde bulunan kesimler tarafından bu tip eleştiriler Demirtaş’a yöneltildi.

Yöneltilen eleştirilerin içeriğine baktığımızda ise şunu net bir şekilde görebiliriz ki on yıllardır oluşturulan önyargıların kırılması için hala ciddi bir çaba içerisine girilmesi gerekiyor. Birçok insanın Gezi direnişi sonrasında “medyanın gerçek yüzünü gördük” söyleminde mutabık kalmasına rağmen, ve bunların bir kısmı geçmişte kendilerine empoze edilenleri gözden geçirmeye başlamışken, belli bir kesim Kürt meselesine yaklaşım konusunda hala belli ezberler üzerinden tavır belirliyor. Seçim çalışmaları kapsamında ortaya konan perspektifle hiç ilgilenilmeden eleştirilerin birçoğu bu yargılar üzerinden yöneltildi. En çok yöneltilen eleştiri tiplerinden birisi, kabaca söylemek gerekirse, “bugüne kadar bunları söylemiyordun, şimdi mi aklına geldi?” türünden eleştirilerdi. Özellikle Alevilerden Demirtaş’ı desteklemeyenler aldıkları tavrı bu argüman ile açıklıyorlardı. Ancak bu da aslında medyanın gündelik hayatta Kürt siyasi hareketini yansıtma biçimiyle alakalı bir algı. Kürt hareketini biraz yakından takip eden birisi için açıklanan ilkelerin birçoğu ilk defa duyulmuş olan şeyler değil. Kürt hareketinin Aleviler konusundaki tavrını göstermek için çarpıcı bir örnek olarak Altan Tan’ın mecliste laiklik üzerine yaptığı konuşma verilebilir. Şeriatçı diye tu kaka edilen o dönemki BDP, şimdi ise HDP Diyarbakır milletvekili Tan bu konuşmasında Alevilerden Gayri Müslimlere, Ezidilerden Süryanilere bütün inanç gruplarının sorunlarına ve bunların tarihsel süreçlerine değinerek özgürlükçü bir laiklik anlayışı ve diyanetin kaldırılması gibi önerileri ortaya koyuyor. (Altan Tan’ın meclis konuşması için:  ) Sadece bu örnek bile Demirtaş’ın Alevilerin sorunlarına değinmesinin bir seçim yatırımı değil, temsil ettiği siyasi çizgi açısından ilkesel bir tutum olduğunu gösterir.

Bunların yanı sıra birçok provokatif eylemle yerel seçimlerde olduğu gibi HDP’nin seçim çalışmaları terörize edilerek parti ve aday kriminalize edilme tehlikesiyle karşı karşıya bırakıldı. HDP’nin kriminallikle anılması algısı yaratma amacı güden bu tür eylemlerin her seçim döneminde yaşanması böyle bir siyasi çizginin gelişmesinden egemenlerin duyduğu rahatsızlığı gösterir nitelikte. Kampanya boyunca halkla iletişim geliştirilmeye çalışılırken bu tip engeller partiye karşı olan önyargıları perçinliyor haliyle.

Her şeye rağmen Demirtaş’ın ve HDP’nin farklı kesimlerden birçok seçmenin ilgi alanına girmesi büyük bir kazanımdır. Fakat önyargıların kırılması için halkla kurulan bu iletişim ve bağ artan bir hızla sürdürülmelidir. Aynı zamanda çözüm sürecinde de yol alındığı takdirde HDP’ye ve Kürt hareketine karşı oluşan önyargıların aşılması kolaylaşacaktır. Netice itibariyle bu seçim, Selahattin Demirtaş şahsında, onun üslup ve tarzıyla HDP’nin ilkelerinin toplumla buluştuğu ve farklı kesimlerin bu ilkeler altında bir araya geldiği ya da en azından bu ilkeler karşısında heyecanlandığı bir seçim oldu. Kutuplaşmanın ve otoriterleşmenin son derece şiddetli olduğu bu dönemde “radikal demokrasi” başlığıyla ortaya koyduğu ilkelerin yarattığı heyecan, aslında toplumun “gerçek”, “radikal” bir değişime ne kadar ihtiyaç duyduğunu gösteriyor. Bu nedenle yapılması gereken, önyargıları aşarak Türkiye’nin büyük bir kesimini temsil eden ezilenlerin bu yürüyüşünü büyütmektir. Cumhurbaşkanlığı seçimi de bu yürüyüşte müspet bir dinamik olarak kayda geçmiştir. Şimdiden hayırlı olsun…

Yoruma kapalı