Türkiye’yi bir enerji çöplüğüne çevirecek en önemli adımlardan biri olan Nükleer santraller sürecinin ilk adımı Akkuya’da atıldı ve önündeki prosedür engelleri aşılarak ilerlemeye devam ediliyor. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı yine bizleri şaşırtmadı ve hazırlanan ÇED raporunu onayladı.
Bu onay sürecinde ÇED’in içeriğinde yer alan (İDK) İnceleme Değerlendirme Komisyonu toplantılarına bazı itirazlar gelmiş ve bu itirazlar göz önüne alınarak raporun son hali onaylanmış olduğu açıklandı. Bu sürece katkı koyan kurumlar ise TEMA Vakfı, Yeşil Barış Derneği, Greenpeace, Ekolojik Kolektifi Derneği ve Türk Tabipleri Birliği olarak sıralanmış. Ekoloji Kolektifi ve TTB’yi ayırdığımızda diğer kuruluşların bu sürece katılmış olması çok normal.
TTB ve Ekoloji kolektifinin böyle bir süreçte bazı itirazlar yapmış olduğuna inanıyoruz. İtirazlarının kesinlikle içerilmediğine de inanıyoruz. Ancak böyle bir durumun Bakanlıkça nasıl kullanıldığını görünce öyle sanıyoruz ki bu kurumlarda dönüp kendilerine bir göz atacak ve bundan sonra bu süreçlerde yapılması gerekeni yani halkın itirazını sokaklarda aramaları gerektiğine dönük tek seçeneğe daha aktif katkı vereceklerdir. Yaşamımıza kast eden bu saldırılara karşı başkaca bir yol maalesef yoktur.
17 – 25 Aralık tarihlerinde yaşanan yolsuzlukları hepimiz hatırlıyoruzdur. O ayakkabı kutularının nasıl dolduğuna dair mutlaka bir düşüncemiz oluşmuştur. Meclis ve diğer tüm kurumlar devre dışı bırakılıp hiç kimsenin erişemeyeceği özel sözleşmelerle Nükleer santrallerin yapılıyor olması bizlere doğal olarak 2013 yılı Aralık ayını hatırlatıyor. Mesut Yılmaz Hükümeti döneminde Nükleer santral adımlarının atılma çalışmalarında Milyon dolarların rüşvet olarak dağıtıldığı basın organlarında yer almıştı. Benzer bir durumun yaşanıyor olduğunu düşünmemiz için yeterince veri aranırsa bulunabilir.
1986 yılında Çernobil patlamasını hepimiz hatırlıyoruzdur. Şuan Karadeniz’de kanser araştırması yapılsa kanser vakalarının büyük çoğunluğunun Çernobil’den kaynaklandığı açığa çıkacaktır. 2011 yılında Fukuşima’da yaşanan patlama ise gözlerimizin önünden halen gitmiyor. Burada ki radyasyonun yakıcı etkisi de en az 50-60 yıl devam edecek. Her iki patlamada da binlerce insan yaşamını yitirdi, sakat kaldı, toprakları yurtları kirlendi ve sağ kalanlar göç etmek zorunda kaldılar.
Peki, ne için bütün bunlar. Enerji ihtiyacımız olduğu söyleniyor. Tamamen yalan bir söylemle geleceğimiz karartılmak isteniyor. Enerji Kapitalist üretim süreçleri için gerekebilir ancak biz sıradan insanların bundan hiçbir çıkarı yokken sonuçlarını her zaman yine bizler katlanmak zorundayız. Bugün Türkiye 70 bin MW enerji üretiyor ve 2023 yılına kadar 120 bin MW üretimi gerçekleştirmek AKP Hükümetinin hedefi. Böyle bir enerjiyi kullanabilmemiz ise imkansız. Şuan 70 bin MW üretim kapasitesi varken 30-40 bin MW enerji tüketilmektedir. Özel sektörün üretiminin önünü açmak amacıyla kamu santralleri ise en fazla yarı kapasite ile çalışmakta ya da hiç çalışmamaktadır.
Yapılan şey sermaye guruplarına yeni birikim alanı yaratılmasından başkaca bir şey değildir. AB ve diğer çevre ülkelerle nakil hatlarının entegre edilmesi sağlandı. Örneğin Konya’da enerji üreten bir şirketin Almanya’da ki tüketiciye direkt satış yapabilmesini sağlayacak yasal ve teknik hazırlıklar tamamlandı. Sermaye için geleceğimiz ipotek altına alınıyor. Bu süreci Türkiye halklarının fiili olarak durdurmasından gayri hiçbir seçeneğimiz maalesef kalmamıştır.
Yusuf GÜRSUCU