Eyüp Demir “Yasal Kürtler” kitabında Halkın Emek Partisi (HEP) ile başlayan Kurdî partilerin parlamenter mücadelesini betimlerken, her defasında bitiş ve yeniden doğuşa gönderme yaparak Anka Kuşu benzetmesini yapar. Bir mitolojik imge olan Anka Kuşu, Türkiye’de Kürtlerin taleplerinin parlamenter zeminde dile getirilmesi söz konusu olduğunda kendisine atfedilen mitolojik biçim ve muhtevadan uzaklaşıp somut ve hala dahi yaşanmakta olan bir gerçekliğe dönüşür. “Modern” Cumhuriyet’e yurttaş olabilmeleri için “müstakbel Türk” olma koşulu getirilen Kürtler, zaten anayasal olarak da yoktular, hala yoklar. Dolayısıyla Kürdün cumhuriyetin parlamentosunda temsili de söz konusu olamazdı, çünkü yoktu. Zaten güzide anayasamızın siyasi partiler kanunu da memlekette Türk’ten başka bir etnik grubun varlığından bahseden bir siyasi partinin kurulmasını zinhar yasaklamıştır. Bu şartlar altında açıktan Kurdî talepleri dile getiren bir partinin kurulması “hayırlara vesile” olmayacaktı şüphesiz ki olmadı. Kurdî taleplerin farklı partiler içinde dile getirilmesi oldukça güçtü (buna Türkiye İşçi Partisi de dâhildir). Kürt olduğunu dile getiren bir bakan (Şerafettin Elçi) bu ülkede hükümet değişimlerini beraberinde getirdi, bir Kürt konferansına katılan Kurdî vekiller (7 vekil) partilerinden (SHP) ihraç edildiler. Türkiye’de sol, sosyalist, sosyal demokrat tandanslı partilerde dahi Kurdî talepleri dile getirmek “pek de hoş” karşılanmıyordu. 7 Haziran 1990’da kurulan HEP “Zümrüdanka” nın yola çıkmasıydı. 1990’dan günümüze Kurî parlamenter mücadelenin geçirdiği evreler göz önüne alınırsa “Zümrüdanka” benzetmesinin oldukça yerinde olduğu görülecektir. HEP bir Kurdî parti olarak kuruldu ve fakat asla bir “etnik Kürt partisi” değildi. Pati programı, tüzüğü ve pratikleri de buna kanıttır. Ancak köylerin boşaltıldığı, faili “meşhur” cinayetlerin işlendiği, toplu katliamların yapıldığı bir dönemde Kürt meselesini merkezine alması ve Kürt meselesinin demokratik zeminde çözülmesi için çaba sarf etmesi, partinin kısa sürede “etnik Kürt” partisi olarak damgalanmasına sebep oldu. Oysa HEP’in programında sendikal haklardan, kadın haklarına bir bütün olarak Türkiye’nin demokratikleşmesi vardı. Popüler deyimle HEP bir “Türkiye partisi” olarak tasarlanmıştı ama Kürtlerin talepleri ve Kürt meselesinin demokratik çözümü gibi oldukça yakıcı başlıklardan hem devlet, hem basın, hem de parti içindeki bazı sol çevreler rahatsızlık duydu. Devletin komandoluğunu yapan Türk medyası HEP’i açıkça hedefine koydu, Türk medyasına göre HEP tartışmasız bir biçimde PKK’nin siyasal uzantısıydı ve bu siyasal uzantı, SHP listelerinden 22 vekil (terörist) parlamentoya sokmuştu. Devlet ve medyasına göre kırlarda savaşan “PKK’lı teröristler” takım elbise giyip Ankara’ya gelmişlerdi ve bu sorun behemehâl çözülmeliydi. 14 Mayıs 1993’te Anayasa Mahkemesi tarafından “ülkenin bölünmez bütünlüğüne kast etmek” gerekçesi ile kapatılan HEP, Anka Kuşu’nun ilk yok oluşu ve aynı zamanda küllerinden doğuşunu simgeliyordu. 2009 yılına kadar toplam 7 büyük Kurdî parti Anayasa Mahkemesi tarafından kapatıldı, kurulan bazı partiler kendilerini fes ettiler, buna rağmen kapatma davaları devam etti. Parti kapatmaların yanı sıra, sayısız partili katledildi, parti binaları bombalandı, Kurdî vekiller, il başkanları faili “meşhur” cinayetlere kurban edildi, vekillikleri düşürüldü, yüzlercesi hapse atıldı.
Tüm bunlardan bahsetmemin gayesi, bugün rüştüne ulaşmış bir halde varlığını sürdüren Kurdî partiler geleneğinin bir parçası olarak HDP’nin, tıpkı 1990’da Türkiye’nin demokratikleşmesi için yola çıkan ama merkezine de Kürt meselesinin çözümünü koyan HEP’e benzer ve daha geniş bir içerikte kapsamlı bir “radikal demokrasi” projesi ile ortaya çıkması ve benzer şekilde HEP ve ardıllarına matuf eleştirilerle bugün karşı karşıya olmasıdır. HEP ve ardıllarının programlarında bulunan yerinden yönetim, temel hak ve hürriyetlerin tahsisi ve ezilenlerin partisi olmak gibi sorunsallar, bugün HDP’de daha da somutlaşmış ve genişletişmiş olarak vücut bulmaktadır. HEP açıkça bir meydan okumaydı, bu gelenek günümüze gelişerek ve büyüyerek ulaştı. 1990’da başlayan bu meydan okuma HDP’nin 1983 tarihinde yasaklar anayasasına koyulan %10 barajına aldırmayarak 2015’te yapılacak olan genel seçimlere parti olarak girme kararı ile meydan okumanın çıtasını yükseltmiştir. Ağustos ayında yapılan Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Demirtaş şahsında HDP’nin “psikolojik barajı” aşması, Türkiye toplumunda yeni bir tarz-ı siyasete duyulan arzunun somutlaşmış haliydi. Bu başarının ardından HDP ile radikal demokratik bir siyasetin giderek taban bulması kaçınılmazdır. Şüphesiz siyasal iklim değişmiş, 1990’lardan günümüze değişim ve dönüşümler yaşanmıştır. 1990’da başlayan ilk meydan okuma bugün HDP ile çok daha geniş toplumsal formasyonlara seslenmektedir. Ancak 1990’larda olduğu gibi bugün hala HDP de “etnik Kürt” partisi olarak hükümet ve Türk medyası tarafından sunulmakta, hedef gösterilmektedir. HDP de şiddetle ilişkilendirilmekte (Kobanê protestolarındaki şiddetin müsebbibi gösterilmesi gibi) ve itibarsızlaştırılmaya çalışılmaktadır. Sonuç olarak, 1990’da HEP’le başlayan yolculuk her seferinde yok olup, yeniden ve daha güçlü doğarak günümüze ulaşmıştır. Bu geleneğin bir ürünü olan HDP ise yılların birikimi ile demokratik siyaset kanalı ile meydan okumanın bağlamını en üst düzeye taşımıştır. 2015 seçimlerine parti olarak girmek korku barajını aşmak ise bu ülkenin 91 yıldır aradığı halkların gerçek demokrasi deneyiminin ilk örneği olacaktır.
Olağanüstü zorluklar içinde tarihin akışını ve halkların kaderini değiştiren Rojava rehberimiz olsun.
Tuncay Şur
[email protected]