Yeni anayasa’ya, barışa, kalkınmaya ne oldu? – Sarphan Uzunoğlu

2011 Haziran. Emek, Demokrasi ve Özgürlük Bloğu’nun, yani bugünün HDK-HDP çizgisinin adaylarının meclise gireceği seçimin hemen öncesi. Tüm gazetelerde kocaman puntolarla manşetler. Bu meclis kurucu meclis olacak! Bugünün manşetlerine bakanlar büyük bir hayal kırıklığını yaşadığımızın acaba farkında mıdır? 

Elbette hayal kırıklığı yaşamak için hayal kurmak gerekir.

Çünkü bize sinyal aslında verilmişti. Hatip Dicle’nin ve diğer vekillerin adaylığına yapılan saldırı, mazbatalarını almalarının ve özgürlüklerinin engellenmesiyle bu toplum sinyali almıştı. Kürtler’e Sri Lanka modeli olmasa da represif bir tolerans reva görülecekti.

Bu gerekçelyle ben başından beri bu meclisin ‘kurucu meclis’ olamayacağını, kursa kursa burjuva demokrasisini baştan ve diyalektik gereği daha da gerici biçimde kuracağını biliyordum. Bu, niceliksel olarak AKP’nin bu ‘kurucu meclis’ içerisinde kendine sağladığı konumdan kaynaklanıyor. Yani burjuva demokrasisinin genel karakteristiğinin ta kendisinden.

Bir reform partisi olarak AKP, Türkiye’de sistemin değişiminden değil devamlılığından ve istikrarından sorumluydu. Başından beri AKP’nin genel misyonu bir ‘oyalama’ partisi olmaktı. Oyaladılar da.

Kürtler, demokratlar, mütedeyyinler…

Türkiye’de AKP döneminde Aleviler ve Ermeniler (AKP’nin ideolojik tabanının kitlesel olarak en büyük hasımları aslında bu iki gruptu) dahil herkese önce mavi boncuk sonrasında da şarjör şarjör mermi, insansız uçakla bomba dağıtıldı aslında.

Ama sonuç ne diye baktığımızda, an itibariyle Başkanlık Sistemi’ne hazırlanıyoruz. Bir tarafta BBP zihniyetinin adayı Ekmeleddin İhsanoğlu, öte yanda BBP zihniyetinin dahi yozlaşmış halinin üst noktası Recep Tayyip Erdoğan, öte yanda içimize umut doğuran, ama gerçek resme baktığımızda yalnızca başarısıyla avunmamıza neden olacak Selahattin Demirtaş var.

Peki AKP’ye ne oldu?

AKP’ye bir şey olduğu yok. AKP olduğu yerde duruyor. 2002 yılında ben daha sabi iken, AKP’den büyük değişimler bekleyenler bugün AKP yüzünden işlerinden oldular, köşelerinden, TV’lerinden, ofislerinden, radyo stüdyolarından AKP’ye küfür etmekle meşguller. Büyük İnternet Siteleri kurdular, AKP’ye daima muhalefet edenleri vaktiyle ‘gerici’ olarak adlandıranlar şimdi AKP’nin televizyonlarına da çıkamaz olmanın verdiği ‘kaygıyla’ sağa sola saldırmaya başladılar. Hatta Kürt Özgürlük Hareketi’ne dahi barış için masada olduğu için işbirlikçi muamelesi yapmaya kalkışanlar oldu.

Oysa onlar Başbakan’ın uçağında dünyayı gezerken Kürtler AKP’nin emriyle bombalanıyor, annesi Ceylan’ın cesetinin parçalarını elbisesinde taşıyordu.

AKP’ye bir şey olmadı. AKP, her zaman yaptığını yaptı. 2011 seçimleri başlangıcında beklentiyi yükseltti. Çözüm süreci yasa tasarısı ile yükselttiği gibi; ama sonuç çıkaramadı. AKP asla gol atmayan; ama sürekli atak yapan bir takım gibi. Golü yiyense hep biz oluyoruz, üstelik maçın aslında oyuncusu dahi değiliz.

Bizim için ayrılmış alanlar belli. Bahçelerinde içki içilmeyen, eylem yapılamayan, sevgiliyle öpüşülemeyen kampüslerimiz, el ele tutuşamadığımız sokaklarımız, bol bol tüketmemiz için ayrılmış betonarme AVM’lerimiz var. Meclis bizim değil. Baksanıza, Reis’e kalsa HDP’yi meclise almayacak. Cemaat AKP’yi 28 Şubat’çılarla karşılaştırıyor, oysa biz Erdoğan’ın sesindeki tınıyı Kenan Evren’den tanıyoruz.

Peki bize kalanlar, bizim mi ya da bizim kalacak mı?

Hayır, çünkü AKP arkasından gelen parti kim olursa olsun kucağında bulduğu ekonomik krizle gidecek yeri yok. Daha da beteri, Ali Babacan gibi görece iyi, siyaset ve ekonomi bilen tek bakanını da kadro dışı bırakacağı söyleniyor AKP’nin. Gerçekten bunun bir sonraki adımı AKP’nin kifayetsiz muhterisler derneğine dönüşmesidir. David Harvey vaktiyle Türkiye krizi için 2015′i işaret etmişti. Bunun ekonomik anlamda açıkça gerçekleşmesidir.

Türkiye Erdoğan ve şürekasının fonlanma havuzu değil.

En solcu, en teorisyen beyefendiler, hanımefendiler bile hâlâ AKP şöyle iyi böyle iyi deme derdine düşüyorlar bazen.

Biz burada, İstanbul’da sıcak yataklarımızda uyanırken,YPG’li gerillalar Ortadoğu’nun seküler birikiminin haysiyetini IŞİD denen AKP beslemesi cellatlara karşı savunuyor.

Biz burada, nereye tatile gideceğimizi düşünerek, yeni AVM’ler görme imkanıyla gözleri kamaşmış dururken aslında Gezi’nin cesedini çiğniyoruz.

Biza burada, Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde ‘Erdoğan ne kadar ezici bir sonuçla kazanacak’ diye beklerken, polis polisi, asker askeri tutuklayınca ülke demokratikleşecek diye beklerken, kendimize acıyacak bir hale geliyoruz.

Yıllarca düşman belletilen Yunanistan’ın, futbolundan başka bir şeyiyle ilgilenmemize izin verilmeyen İspanya’nın, dünya kupasında stadyumlarının içine algımızı hapsettiğimiz Brezilya’nın, Messi’sine aşık olduğumuz Arjantin’in sokaklarına bakarsak insanların neyin peşinde olduğunu görürüz.

Gezi bir haysiyet isyanıydı. Kürt Özgürlük Hareketi bir haysiyet hareketi.

Ama sanırım biz dönülmesi güç bir haysiyetsizlik havuzuna yuvarlanıyoruz.

Ya dürüstçe yenildiğimizi ve yenilmişliğimizde konforu bulduğumuzu kabullenelim ya da mücadele edelim. Zira onurumuz yoksa, varmış gibi yaşamaya gerek yok.

Bu yazı Jiyan.Org adresinden alınmıştır.

Yoruma kapalı