Başbakan Davutoğlu dün Hakkâri’de üç askerin yaşamını yitirdiği saldırıdan hemen sonra “ muhatabımız terör örgütü değil, bölge halkıdır” açıklamasını yaptı. Tahmin edileceği gibi “çözüm süreci” kapsamında kimin muhatap alınacağına dair yapılan bir açıklama bu. Açıklamayı okuyunca 1993’te bir yandan Özal’ın Talabani aracılığıyla Öcalan’a “ateşkes yapma” mesajları gönderirken, bir yandan da dönemin İçişleri Bakanı İsmet Sezgin’in “Devlet eşkıya ile masaya oturmaz” demeçleri akıllara geliyor. Aynı tarihte Genelkurmay Başkanı ve birçok “faili meşhur” cinayetin müsebbibi Doğan Güreş de “Kürt sorunu diye bir sorunun olmadığını ve güvenlik güçlerinin operasyonlarının devam ettiğini” “müjdeliyordu”. Döneme ilişkin askeri-sivil demeçlerin birçoğunda “PKK’nin son çırpınışlarını yaşadığını, bölge halkının da örgütten rahatsızlık duyduğunu ve soluğu devletin şefkatli kollarında aldığı” minvalinde mesajlar veriliyordu.
Davutoğlu’un 3 askerin yaşamını yitirdiği saldırı ardından yaptığı açıklamanın devamında “son olaylar da bölge halkının bu örgüte karşı büyük bir infial olduğunu gösterdi” ifadeleri mevcut. Son olarak Davutoğlu çözüm sürecini kastederek “bu süreç milli birliği tesis etme sürecidir” diyor. Benim Davutoğlu’ndan anladıklarım: Birincisi; “Milli birliği tesis süreci” derken anlatılmaya çalışılan, Kürdün, mümkünse “müstakbel Türk” kimliğinde sıkça zikredilen tek, bayrak, millet, dil vs retoriği etrafında hizaya gelmesi ise, bu yeni bir şey değil hatta cumhuriyetin üzerine bina edildiği harcın da temel bileşenleri ve haddizatında Kürt ya da Kürdistan meselesinin de membasını bu “teklik” te aramak lazım. İkincisi, muhatabın PKK değil de bölge halkı olarak görülmesi. Bölge ahalisi kuşkusuz muhataptır ve fakat adı meskur meselenin Kürt etnisine mensup her Kürdün meselesi olma ötesinde değinilen “teklik” aklına “itiraz eden” Kürtlerin sorunu olduğu da açık. “İtiraz eden” Kürtlerin de öyle ya da böyle PKK çizgisi etrafında kümelendikleri de malum. Dolayısıyla eğer “terör örgütü” deninen örgütle görüşülmeyecekse “itiraz eden Kürt”le barışmayacaksınız demektir.Burdan da başka bir sonuç çıkıyor, Davutoğlu meseleyi AK Parti muhibi Kürtlerle çözme eğiliminde kanımca (Ak Partili Kürtleri dışladığımdan değil). Devletle açıktan bir anlaşmazlık, çatışma içinde olmadıklarından mütevellit, Ak Partili ya da HÜDA-PAR, Hizbullah çizgisindeki Kürtlerle sorunun daha kolay çözüleceği kesin hatta çözülmüş dahi sayılabilir. Fakat belirttiğim gibi mesele “itiraz eden Kürt’le” çözülmeyecek, “itiraz eden” muhatap alınmaycaksa geriye tek seçenek kalıyor “sorun olanlar” yok edilecek. Başında bolca “tek” olan “milli birliği tesis etmek” çözüm stratejisi ise bu 90 yıllık Cumhuriyet ideolojisinin Kürde reva gördüğü tedibin, tenkilin ve asimilasyonun başında “çözüm” olan yeni halidir.
Üç askerin öldürülme meselesine gelince, insan ölümüne sevinmek mümkün mü? Ancak bir husus var ki o da şu; 23 Ekim günü Kars’ın Kağızman ilçesinde 3 HPG savaşçısı özel harekât timleri tarafından öldürüldü. Devlet aklına göre “üç şaki” öldürülmüştür, “öldürülmesi gerektiği gibi”. Ölümlere yitirilen tarafa göre “değer biçmek” barış aklı olabilir mi? On binlerce canın yitirilmesinin müsebbibi bu akıl değil mi? Demem o ki devletin Kürt meselesini ya da Kürdü tanıma emareleri gösterdiği dönemlerde dahi aklının bir köşesinde “tedip, tenlik ve asimilasyon” sürekli teyakkuz halindedir.
Son dönemde de tekerrür eden “had bildirme” siyaseti “itiraz eden Kürde” gösterilen devlet sopasıdır. Tarih ve siyaset nezdinde defaatle mahkûm olan bu akılda ısrar edilmesi siyasi iktidarlara münhasır olmayan “tekçi” cumhuriyet aklında ısrar edilmesi anlamına geliyor.
Bir yandan Öcalan ve KCK yetkilileri ile resmi kanallardan temas yürütürken eş zamanlı olarak Kürdü “iyi olan-kötü olan” tasnifine tabi tutarak ve hatta mümkünse PYD ile G.Kürdistan arasında yeniden bir “Birakuji” iklimi yaratmak Ak Parti hükümetine müstakil bir siyasal akıl değildir. Yazının başında da örneklendirdiğim gibi 90’larda da aynı akıl mevcuttu daha öncesin de de. Devletin 1924’ten günümüze uzanan Kürde bakışı özetle şu: “Türk olduğun farkında olmayan Kürdün az gelişmişliğinden kaynaklı çıkardığı huzursuzluk(lar) behemehal Türk orduları tarafından bastırılmış olup günümüzde (21.yy da Kürt yoktur mizahı sürdürülemeyeceği için) Kürt vardır denilmesine rağmen Kürtlük ısrarında olanlar için ise (kötü Kürtler) cumhuriyet orduları vazifesinin başındadır.”
Tuncay Şur
[email protected]