Erdoğan 3 yıl aradan sonra ilk kez, bu sefer Cumhurbaşkanı sıfatıyla, bir TÜSİAD etkinliğine katıldı. 18 Eylül’de gerçekleşen TÜSİAD YİK toplantısında yaptığı yüksek tansiyonlu konuşmaya büyük patronların verdiği tepkiler -veya tepkisizlik- önümüzdeki döneme dair beklentiler bakımından ilk bakışta oldukça karmaşık mesajlar içeriyordu. Erdoğan’ın başta Gezi Direnişi ve Cemaat-Hükümet çarpışması olmak üzere bu süreçlerde aldıkları pozisyonlara yönelik apaçık suçlamaları, verilen her beyanata ve eleştiriye laf yetiştiren tarzı ve bunun karşısında patronların suskunluğu, hatta memnuniyet beyanları, ilk bakışta, basbayağı TÜSİAD’ın bileğinin bükülmesi olarak anlaşılabilir. Zira AKP’nin ikinci hükümet döneminde açığa çıkan ve üçüncü hükümet döneminde billurlaşan çelişki ve TÜSİAD’ı oluşturan sermaye çevrelerinin dikkate değer bir bölüğünün AKP’ye bir alternatif yaratılması konusundaki arayışı sır değildi. Ancak diğer gelişmelerle birlikte ele alınmadığı takdirde bu çıkarım yanıltıcı olabilir.
AKP-TÜSİAD geriliminin kaynağı uzunca bir süredir pek çok çevre açısından esaslı bir tartışmanın konusu oldu. Neoliberal birikim süreci koşullarında yeniden şekillenen sermaye fraksiyonları arasındaki ilişkinin -birbirini doğuran, birbirine ihtiyaç duyan, birbirine eklemlenen, birbiriyle rekabet eden- çelişkili doğasını kavrama güçlüğü, bu çelişkiyi yok saymaktan uzlaşmaz olarak tanımlamaya varan kimi abartılı tespitlere neden oldu. İstanbul sermayesi/Anadolu sermayesi, Batıcı-laik sermaye/İslamcı-yeşil sermaye gibi meseleyi açıklama kabiliyetinden uzak, problemli kavramsallaştırmalar tartışma alanını işgal etti.
Bu yazıya ayrılan sınırlı alanda yukarıda anılan tartışmaya girmek mümkün olmasa da birkaç olguyu hatırlamakta fayda var. Kuşkusuz AKP Hükümeti, dinamikleri bir başka yazının konusu olmakla birlikte, organik bir sermaye yaratmak konusunda azımsanamayacak adımlar attı. AKP döneminde temayüz etmiş pek çok sermayedar tespit etmek mümkün. MÜSİAD ve ASKON’la ilişkileri malum. Ulus-altı coğrafyalar olarak tanımlanan birikim merkezlerindeki avantajlarını sürdürüp sürdüremeyecekleri ise Cemaat’le olan kavganın seyrine bağlı olarak ileride görülecektir. (Bilindiği üzere bu merkezlerde etkin olan sermaye örgütlerinden biri Cemaat ilişkili TUSKON iken diğeri TÜSİAD ilişkili TÜRKONFED.) Bununla birlikte, TÜSİAD’ın siyasal belirleme gücü gerilese de sadece GSYH ve ihracat payları bile sermayenin hakim bloğu olmaya devam ettiğini göstermeye yeterlidir. İktidarın adım atarken TÜSİAD’ı yok sayması mümkün değildir.
Daha önceki yazılarımızda da ifade ettiğimiz üzere, TÜSİAD’ı karakterize eden sermaye gruplarının, AKP’nin yöneldiği türden bir siyasal otoriteye ve uluslararası ilişkiler düzlemine ikna olması için Türkiye’nin neoliberal küresel klasmanda bir üst lige çıkması sahici bir seçenek olarak görülmelidir. Oysa ki Türkiye’nin sermaye birikiminde ulaştığı nokta, yöneldiği üretim sektörleri, doğal kaynakları ve alt yapısı bu türden bir dönüşümü mümkün kılmamaktadır. Otomobil üretecek bir “babayiğit” Erdoğan’ın tüm telkinlerine rağmen ortaya çıkmamaktadır. Türkiye egemenlerinin nesnel gücünü aşan maceracı dış politik manevralardansa AB-ABD eksenindeki işbölümü içinde makul bir mesafe kat etmek bu çevreler için tercih sebebidir.
Hal böyleyken bir pat durumundan söz etmek mümkündür. AKP yeni rejimin seyri ve bağlantılı olarak uluslararası düzlemde edinmeye çalıştığı yeni pozisyona TÜSİAD’da temsil olunan hakim sermaye bloğunu ikna edememiş, gücünü geriletse de sermayenin el değiştirmesini sağlayamamıştır. Büyük patronlar ise AKP hükümetine karşı bir iktidar alternatifi yaratamamış, gücünü kısmen paylaşmak durumunda kalmıştır.
Bu nedenle, çelişkiler ortada durmakla beraber bir çatışmasızlık dönemi her iki taraf için de en rasyonel seçenek olarak görünmektedir. Üstelik ekonomiyi giderek kırılganlaştıran gelişmeler ve Erdoğan ile AKP Hükümeti’nin uluslararası düzeyde yaşadığı meşruiyet kaybı ve bunun doğurduğu baskı koşullarında… Erdoğan’ın atarlanmaları bir yana, Merkez Bankası’nın özerkliği, faiz oranı, Bank Asya operasyonu başta olmak üzere bir dizi gerilim yaşanmasına rağmen, Davutoğlu Hükümeti’nin ekonomi yönetiminin direksiyonuna yine Ali Babacan’ı oturtması, Erdoğan’ın Ford Fabrikası açılışına, TÜSİAD toplantısına katılımı, seçilmesinin hemen ertesinde Haluk Dinçer’i kabulü gibi diyalog yollarını açık tutacak çeşitli gelişmeler bu iddiaya kanıt olarak sunulabilir. Büyük patronlar da karşılığında hükümet arayışlarına bir ara verip biraz çenelerini kapalı tutacaklar tabii. Son söz yerine Erdoğan’a eski bir halk şarkısı ile seslenelim: “Boşa kostaklanma kostak değilsin karam”.
Deniz Gemici’nin Siyaset’in 18. sayısında (Ekim 2014) kısaltılarak yayımlanan aynı adlı yazısının tam metnidir.