Her yürekte bir göçük oluştu. Her beyinde, her varoluşta, her duyumsayışta… Göçük altından çıkabilmek, mezardan çıkmak gibidir. Öldürücü olanı aşmak, ölümü yenmek demektir. Ölümü yenmenin özgürlük sosyolojisindeki adı, kapitalist moderniteyi yenmek, yüreğini ve beynini göçük altından çıkarmaktır. İçimizdeki ölmemişleri öldürmeden göçükten çıkarmanın yolu budur.
Kapitalist moderniteyi oluşturan endüstriyalizm, kapitalizm ve ulus devlet aşılmadıkça göçükler durmayacak ve göçükaltı duyumsamalarla yaşamaya razı edilmiş yarımlıklar olarak nefes almaya devam edeceğiz. Tarih boyunca yürütülen özgürlükçü, eşitlikçi ve tüm diğer sistem karşıtı güçlerin neden başaramadığına dair derslerle dolu sosyoloji kitapları. Güncel olarak da sistemin saldırılarıyla yüz yüzeyiz. Neyle, nasıl ve neden mücadele edilmesi gerektiğine ilişkin yanılgılar ve eksikliklerin bedeli yeni canlar oluyor. Suçlular aranıyor, bile bile.
Sistem nedir, kimdir? Her an topluma ve toplumun tüm bireylerine saldırılarını sürdüren sistem nedir?
Sistem, kendi yüreğini oyarcasına, toprağın bağrını dele dele doymaya çalışmaktır. Yüzlerce arkadaşını göçükten cansız çıkaran ve madenden yaralı kurtulan işçiye “çizmelerimi çıkartayım mı?” dedirtendir.
Sistemi doğru tanımlamak, sistem karşıtı olabilmenin ve sistemi aşabilmenin şartıdır. Sistemi kapitalizmle sınırlı görme hatasının bedeli, yüzyıla sığan bir mücadele gücünü anti kapitalist yaparken anti-ulus devletçi yapamamıştı. Sistemi ulus devletle sınırlı görme hatasının bedeli, yüzlerce yıllık mücadele güçlerinin başının ucunda milliyetçilik canavarını Demokles’in kılıcı gibi sallandırmaktan geri durmadı, durmuyor.
Kapitalist modernitenin üç unsuru olan kapitalizm, endüstriyalizm ve ulus-devlet hep kanla oluştu. İnsanların kafalarına, beyinlerine, yüreklerine, onurlarına postallarla basa basa kanla kendini oluşturan devlet, peşinden gittiği yöntemlerin kölesidir. Peşinden gittiği ise kapitalizm ve endüstriyalizmdir. Ulus devletin öncüsü endüstriyalizm ve kapitalizmdir. Kar kanunu denilerek normalleştirilmeye çalışılan ve hala toplumun büyük bir kesiminin dimağında hırsızlıkla, namussuzlukla ve ahlak dışılıkla özdeşleşen kurallar, ölümle oluşmakta ve işlevselleşmektedir.
Endüstriyalizmin oluşabilmesinin katliamla mümkün olduğunu unutmamak gerekir. Hammadde ve ucuz işgücü temini amacıyla gerçekleşen işgal, talan, köleleştirme, sömürü ve katliamların neye mal olduğu az çok biliniyor. İnsanların köleleştirilmesinden daha büyük sömürü olabilir mi? Olamaz ve bu sömürü biçimi endüstriyalizm ve kapitalizmle gerçekleşmiştir. Üretim araçlarının el değiştirmesi sosyalizmi getirmeye yetmemiştir. Çünkü üretim araçlarının kendilerinde bir sorun vardır, çünkü endüstriyalizm çözümlenmemiştir.
Temeline işgal, sömürü, katliam yerleşen bir sistemin, kendi varlığını süreklileştirmesi bu olguları sürekli yaşatmasıyla mümkündür. Endüstriyalizmin öldürmeden, kan dökmeden, köle yaratmadan yaşayamaması bundandır. Son bir yılda iş kazaları, ihmal, trafik kazası benzeri gerekçelerle yaşanan can kayıplarının savaş bilançosunu aşması, ulus devlet ve endüstriyalizmin can alma oranının hemen hemen aynı olduğunu gösteriyor. Çünkü her üçü de demokratik modernite güçlerinin düşmanlarıdır.
Devrimci, sol, sosyalist, demokrat yada başka sıfatlarla ortaya çıkan mücadele odakları, düşman kavramını yeniden tanımlamalıdır. Endüstriyalizm bir düşman olarak görülebiliyor mu? Patronlara karşı olmanın, patronları yaratan sistemi çözmeye ve aşmaya yetmediğini tarih bize gösterdi. Patronları mümkün kılan, yaşatan ve üreten sistemi çözümlemek esastır ve bu sistem de endüstriyalizmdir. Bundan dolayı sistem karşısında mücadele etmenin koşulları kapitalizm kadar endüstriyalizm ve ulus devlete karşı olmak ve bunlar karşısında mücadele etmektir. Roboski katliamı için ulus devlet karşısında mücadele etmenin doğruluğu saldırının ulus devlet formuyla bağlantısından kaynağını alır. Aynı şekilde Soma felaketi için verilecek mücadelenin merkezinde de endüstriyalizmin gayri meşruluğu ve ahlak çökerticiliği olmalıdır. Hakim ulusa mensup olan bireylerin ulus devletle sorunları yokmuş gibi görünür, ki öyle değildir. Endüstriyalizm gibi bir canavara yaşam zemini hazırlayan, onu koruyan kollayan, onu her koşulda savunan ve insanlara ona kulluğu ezberleten form ulus devlettir. Ulus devlet olgusuyla mücadele etmek için Kürt olma zorunluluğu yoktur. Bölücü olma fobisi Türkiye’de Kürtler dışındaki etnik yapıları hatta kendilerini sistem karşıtı olarak tanımlayan güçleri devletçi, statükocu hatta faşist pozisyonuna sürükledi. Buna karşı olmanın tek yolu, ulus devletin ulusun dışında bir şey olduğunu, devletin ulusu olgusunun, ulusun tüm bireylerini kapitalist modernitenin birer kulu haline getirdiğini hatırdan çıkarmamak gerekir.
Gelişme, ilerleme, batılılaşma, kaynakların karlı kullanımı, refah derken ulusun yaşam mekanı kapitalistlerin mülkiyetleri haline getirildi. Doğal kaynakların kullanımındaki sınırsızlık, bir hırsız, talan, tecavüz kültürünün yutmadığı hiçbir değer ve kaynak kalmadı.
Endüstriyalizmin kendini yaşanır kılmak için yarattığı ulus devlet formu toplumdaki tüm ahlaki öğeleri yıkmakla kendini mümkün kılar. Ahlak azaldıkça kar, talan, tekelcilik artar. Eğer bir ülkede yatırımlar artıyorsa, fabrikalar çoğalıyor ve endüstriyalizm yükseliyorsa o ülkede ahlaki zayıflama artmış demektir. Bugün kimi Kürdistanlılara söyletilen “Kürdistan’a yatırım yapılmıyor, çifte standart uygulanıyor!” benzeri söylemler ulus devletçi zihniyeti gösteriyor. Kürdistan toplumsallığının ahlaki olarak endüstriyalizm karşısında zayıf da olsa direndiğine de işaret ediyor diyebiliriz. Çünkü, endüstriyalizmin ilk şartı doğa, insan ve toplum karşıtı olmaktır. Ahlak ilkeleri zayıflatılmadan endüstriyalizmin gelişmesi mümkün değildir. Öyle olsaydı, 301 insanın can kaybı, siyasetçileri utandırırdı, ki Türkiye siyasetinde bunun zerresini dahi görmek mümkün değil.
Sistemi değiştirmek için hükümet karşıtı olmanın ötesinde kapitalizmin ve endüstriyalizmin karşısında olmak şarttır. Ve her ikisini yaşanır ve mümkün kılan ulus devlet yapılanmasının karşısında olmak gerekir. Kimi öğelerin hükümet karşıtlığını dahi yaratamayışları, aynı minvalde sistem için temel odaklar olmalarından kaynağını alıyor. Özünde zihniyet aynıdır. Sistemi değiştiremeyenler, sistemle benzerliklerini sorgulamalıdır. “Herkes bu acıyı unutacak, acı bizim içimizde kalacak.” diyor bir madenci anası. Unutturmamak, endüstriyalizmi reddetmeyi ve karşısında mücadele etmeyi, eko endüstri anlayışını geliştirmenin zeminlerini hazırlamayı şart kılar.
Özgür Gündem