Nelere Hazır Olmalıyız? – Metin Çulhaoğlu

“Sosyalizmin olmadığı değil, sosyalizmin geriye bıraktığı bir dünyada yaşıyoruz.”

soL yazarlarından Özgür Şen’in sözüdür. Geçenlerde yaptığı bir konuşmadan alınmıştır.

Önemli bir sözdür ve bilebildiğim kadarıyla Şen bu sözün başkalarınca olası yorumlarına herhangi bir tahdit koymamıştır.

Demek ki, başlayabiliriz.

En basit yorumuyla “sosyalizmin olmadığı” dünya, kapitalizmin kendi yörüngesinde, kimi açılardan gamsız tasasız, kendine çekidüzen verme gereği duymadan ve büyük ölçüde özgün dinamikleriyle yol aldığı dünyadır. “Sosyalizmin geriye bıraktığı dünya” ise, kapitalizme kalan dünyadır. Daha farklıdır: Bu dünyada kapitalizm artık sosyalizmin köklerini kurutmak için daha planlı, ince hesapçı, giderek intikamcı ve “müteyakkız” davranmaktadır.

Bir tür “özne” sayacak olursak, sosyalizmin olmadığı dönemde kapitalizmin “düşünümselliği” (reflexivity) de yoktur. Yani, kendini kendi dışına yerleştirip ona bir nesneymiş gibi bakamaz. Dolayısıyla, kendisiyle ilgili tedbirleri de çok sınırlı kalır. Sosyalizmin geriye bıraktığı dönemin kapitalizmi ise, bu anlamda belirli bir düşünümselliğe sahiptir. Artık gündeminde, bugünkü olası veya potansiyel tehditleri önceleyen, bir dönem fiilen gerçekleşmiş (bu anlamda “reel”) bir tehdit vardır. Buna göre, bunu hesaplayarak davranır.

Buraya kadar, “kapitalizm” derken üretim tarzının da ötesinde devleti, ideolojisi, siyaseti ve kültürüyle bir toplumsal formasyonu kastettik.

Peki ya sermayenin kendisi? Sermayenin hareketi?

İşte, sermaye söz konusu olduğunda “düşünümselliği” filan bütünüyle unutmak gerekir. Kendi doğal ve asli dinamiklerine bırakıldığında sermaye için “sosyalizmin olmadığı dünya” ile “sosyalizmin geriye bıraktığı dünya” arasındaki fark herhangi bir anlam taşımaz. O, böyle şeyleri bilmez, hesap etmez; kendi işine bakar.

O halde, düşünümselliği olan, “sosyalizmin geriye bıraktığı” bir dünyada planlı ve hesaplı davranması gereken kapitalizm bir yanda, böyle dertleri olmayan sermaye diğer yanda, ortaya çatışkılı bir bütünlük çıkar. İkincisi, birincisinin kimi niyet ve söylemlerini kontrpiyede bırakır. Birincisi ise, ikincisine söz geçiremez; şımarıklık, fütursuzluk ve kaprislerine büyük ölçüde katlanmak zorundadır.

Bir dönem (sosyalizmin olduğu bir dünyaya kadar) tam tamına böyle sürüp gidecektir.

* * *

Diyelim, kapitalizm tamam, sermaye de tamam, ya emekçi yığınlar, kitleler? Sosyalizmin olmadığı değil, geriye bıraktığı bir dünyada yaşamak onlar açısından ne anlama geliyor?

Bu arada, kitlelerin “düşünümselliği” olabilir mi?

Yanıt, kestirme ve açıktır: Kitlelerin kendi düşünümselliği olamaz; ancak, kitlelerin dünyası, düşünümselliği olan kapitalizmin eylemleri ve söylemleriyle biçimlenir. Daha açığı şu: Sosyalizmin olmadığı değil, geriye bıraktığı bir dünyanın kapitalizmi, kitlelere hem maddi hem ideolojik anlamda çok daha fazla saldırmakta, boyunduruğunu daha da sıkılaştırmaktadır.

Buradan krize geçebiliriz.

Patlak veren krizle ilgili yorumlar farklılaşmakta birlikte, görüldüğü kadarıyla işin ciddiyetini herkes teslim ediyor. Hatta yaşanan krizi, olası sonuçları açısından 1930’ların büyük depresyonu ile karşılaştıranlar bile çıkıyor.

Krizin kapitalist dünyanın merkezlerini, diğer ülkeleri ve bu arada elbette Türkiye’yi ne zaman, hangi derinlikte ve ne tür bir tahribatla etkileyeceği ayrı bir konudur. Şu anda bir takım tahmin ve öngörülerin ötesine geçmek mümkün değildir. Ancak, bir nokta kesin gibidir: Az önce değinilen ideolojik saldırı ve boyunduruk, ölçeği ve yaygınlığı bugünden tam bilinemese bile, muhtemelen birtakım kopuşları ve patlamaları da tetikleyecektir.

* * *

Ne tür kopuşlar ve patlamalar?

Bu sorunun yanıtında, bilimsel analizden çok (makul ölçülerde tutulmak kaydıyla) hayal gücü devreye girmelidir.

İsterseniz, sosyalizmin olmadığı dünyaya, 1800’lerin ikinci yarısına ve Zola’nın Germinal’ine dönelim. Bir olasılıktır; gerçekleşebilecek gibiyse “istemem kalsın” veya “bize böyleleri lazım değil” dememek gerekir: Eğer kopuş ve patlamaysa, örgütçü Lantierler kadar, “yıkıcı” Souvarinlere de hazır olmalıyız.

İsterseniz, sosyalizmin olduğu bir dünyaya, bu arada madem hep krizden söz ediliyor, 1930’ların büyük depresyon ortamına ve Arthur Penn’in Bonnie ve Clyde’ına dönelim. Bir olasılıktır; gerçekleşecek gibiyse “istemem kalsın” veya “bize böyleleri lazım değil” dememek gerekir: Eğer kopuş ve patlamaysa, bir garibanın eline silah verip evine konulan haciz levhasına ateş ettirecek Clyde Barrowlara da hazır olmalıyız.

Nihayet, sosyalizmin geriye bıraktığı dünyaya (ve Türkiye’ye) gelirsek, 30 yıllık metal işçisi, sendikalı, bilinçli, ağır başlı, tok sözlü ve bilge ustalar elbette gene bizimle olsun; ama daha 30’una gelmeden birkaç iş değiştirmek zorunda kalmış, bir süre işsiz gezmiş, boğaz tokluğuna ve sigortasız çalıştırılan gençleri kazanmadan “bu işin” olmayacağını da bilelim.

Belki, kitaba göre daha kaotik, anarşizan yanlar da taşıyan bir süreç olur; ama böyle bir sürecin dinamizmi, hatta arındırıcılığı (katarsis) olmadan sosyalizmin gelmeyeceğini de bilelim.

Son olarak, hem “nelere hazır olmayıyız” başlığından, hem de “sosyalizmin olmadığı değil, geriye bıraktığı bir dünyada yaşama” temasından hareketle bir uyarı da yapalım: Sosyalizm devreye girmezse, giremezse, yaşanacak süreçlerin dünyayı (ve Türkiye’yi) çok kötü mecralara sürüklemesi de mümkündür.

Adına ister faşizm, ister “neo-faşizm”, ister piyasa faşizmi, ister Bonapartizm, ister başka bir şey deyin.

Bu yazı sol.org.tr sitesinden alınmıştır.

Yoruma kapalı