Yakın Doğu Haber Suriye Temsilcisi Mehmet Serim, Suriye’de dün yapılan cumhurbaşkanlığı seçimlerini yazdı.
Bir gazeteci arkadaşım Suriye’ye geleceği zaman Suriyelileri zenci sanan bir arkadaşının kendisine “orada hemen göze çarparsın” dediğini anlattığında çok gülmüştüm.
Suriye’de otomobil olup olmadığını soranlar mı dersiniz, İstanbul Gülhane’de deve görünce incelemeye başlayan Suriyeli bir üniversite öğrencisine arkadaşlarının “hayatında ilk defa mı görüyorsun?” diye şaşırmaları mı dersiniz, böyle birçok örnek var.
“Suudi etkisi” nedeniyle Ortadoğu birçok kişinin gözünde hurma ağacı, petrol pompası ve deve üçlüsüyle tamamlanan bir tablodan ibaret.
ABD ve diğer sömürgen güçlerin halkları aşağılayan, nasıl yaşamaları gerektiğini belirlemeye çalışan bu buyurgan anlayış yeni değil.
Bu anlayışa göre Suriye’de (de) “köylüler kime oy vereceğini bilmez, ve Arap dünyası demokrasi için ağlamaktadır.”
Adam Curtis’in BBC Blog için yazdığı makalesinden yaptığımız alıntı bu bakış açısını ortaya koyan örneklerden birisi:[1]
Olay 1947 seçimlerinden hemen öncesine rastlıyor. O zamanlar CIA henüz kurulmamış. “Hitler tehlikesi geçtikten sonra” bu kez de komünizme (ve olasılığına) karşı dünyanın her yerinde savaşan ABD, Suriye’deki ‘komünizm tehlikesine’ karşı da faaliyete geçiyor.
Curtis’in CIA ajanı Miles Copeland’ın 1968 yılında yazdığı “Ulusların Oyunu” kitabından yaptığı alıntıya göre Copeland 1947’de Washington’da ‘tuhaf insanların’ bir araya geldiği bir toplantıda bulunur. Toplantıya katılanların arasında diplomatlar, savaştan kalan gizli ajanlar, Madison Avenue reklamcıları ve ‘pipo içen baykuşlar’ ( o zamanlar entelektüellere böyle deniliyormuş) vardır.
Toplantıda söz alan ‘ateşli bir konuşmacı’ ‘Suriye, Lübnan, Irak ve Mısır’da seçimle işbaşına gelen liderlerin hepsinin; yabancı güçlerin ya da, kiracılarına ve köylülerine kime oy vereceklerini öğreten toprak sahiplerinin veya bu kişilerin (seçmenlerin) oylarını satın alan sahtekarların adayları olduğunu’ anlatır. Ancak konuşmacıya göre “bu ülkelerin insanları zekidir ve Arap dünyası demokrasi için ağlamaktadır.”
‘Demokrasi / seçim kültüründen yoksun, ağasının kendisine vereceği talimatı bekleyen köylülerin, ne olduğunu bilmedikleri demokrasi için ağlamaları’ çelişik ifadelerini bir yana bırakalım bu tabloyu çizenlere göre Suriye de diğer Arap ülkelerinin bazıları gibi kabile devletidir, insanlar demokrasi sözcüğünü, seçimleri, oy pusulasını, nasıl oy kullanacaklarını bile bilmezler.
Aynı anlayış Suriye ve diğer ülkeler için günümüzde de sürüyor. Curtis’in Copland’dan yaptığı alıntıda geçen kişinin anlattığı ‘ağaların’ yerini Batı dünyası almıştır.
Sömürgenler İran, Lübnan, Mısır ve birçok ülkenin olduğu gibi, Suriye halkının da nasıl yaşaması, kimleri seçmesi, hangi ülkeler ile ilişki içinde olması gerektiğini buyurmaya devam ediyor.
Elbette dünyanın herhangi bir ülkesinde olduğu gibi Suriye’de de insan hakları ihlalleri, demokrasi eksikliği, ekonomik zorluklar, sansür, polis şiddeti hep var oldu ve bundan sonra da olacak.
Ancak bu yazıda anlatmaya çalışacağımız şey kriz ve cumhurbaşkanlığı seçimleri özelinde medya tarafından oluşturulan Suriye algısı ve bu algının karşısındaki gerçekler.
İkinci örneğimiz güncel; Peter Oborne’nun seçimlerden bir süre önce The Telegraph’ta yayınlanan ve yankı bulan haberi.[2]
“Esad seçimler özgür ve adil yapılsa bile seçimi rahatlıkla kazanabilecek durumda. Eğer Esad kendi dönemini uzatmazsa seçimlerin 17 Temmuz’a kadar yapılması lazım.”
Esad’ın kabinesinde Alevi bakan sayısı sadece 2
“Seçimi konuşurken Baas’lı olmayanların hatta bazı Esad muhaliflerinin bile Esad’ı destekleyeceğini duyduğumda şaşırdım. Muhalif bir milletvekili dış destekli asilere karşı -rejimin karşıtlarına sürekli gösterdiği (sopa) savaş sürerken muhalefet etmenin zamanı olmadığını, Suriye’nin bağımsızlığının daha önce geldiğini söylüyor.”
…
“İnsanlar Batı destekli Suudi Arabistan, Katar ve Türkiye başta olmak üzere; ülkelerinin (Suriye’nin) cihatçıları destekleyen yabancı güçlerin tehdidi altında olduğunu düşünüyor. Bu argümanın sadece cumhurbaşkanının çevresindeki Alevi zümre tarafından savunulmadığını duyduğumda çarpıldım. Bunu Sünni Müslümanlardan, Hıristiyanlardan ve diğer çeşitli kültürel ve dini gruplara mensup olanlardan da duydum.”
…
“Bana 30 kişilik kabinede sadece iki Alevi bakanın bulunduğu söylendi. Düşünün, Cenevre’ye giden heyette yer alanların neredeyse tamamı Sünnilerden oluşuyordu.”
…
“Bir kadın bana ‘hükümetiniz (İngiltere) bugüne kadarki en kötü hükümet, Suriye’nin demokratik olmasını istiyorlar ve (bunun için) demokrasi ile alakası olmayan Suudi Arabistan ile ittifak yapıyorlar’ dedi.”
…
“Suriye’deki iç savaşta “iyi adamlar” yok. Ancak (Suriye’nin) çoğulcu ve inanılmaz biçimde kompleks kültürünü yok etmek ve yerine Suudi Arabistan mollaları tarafından kayırılan Vahhabi İslam’ın renksiz bir versiyonunu getirmek için bir proje olduğunu gerçeğini de görmezden gelemeyiz. Birçok nedenden dolayı da tarih; Britanya, ABD, ve Batı’yı bu projeyi özendirdiği ve desteklediği için acımasızca yargılayacaktır.”
Peter Oborne’un şaşırması bizi şaşırtmadı. Çünkü Oborne da “Suriye gerçeğini” muhtemelen, bir kısmı kendi gazetesinde de yer alan “haberlerden” biliyordu.
Oborne gibi onlarca yabancı gazeteci Cumhurbaşkanlığı seçimlerini izlemek üzere Şam’daydı. Kendi kuruluşlarına nasıl haberler geçtiler bilmiyoruz; ancak dünya medyasında yer alan haberlere genel olarak baktığımız zaman Suriye’de seçim sürecinin doğru anlatılmadığı ortada.
Bazı açıklamaları / iddiaları içeren örneklerden yola çıkarak seçim sürecinin / seçimlerin nasıl yaşandığını anlatmaya çalışalım:
İddialar ve gerçekler
1) Esad meşru değildir / seçimleri tanımıyoruz.
Buna kim karar veriyor? Obama, Davutoğlu, Cameron mu; yoksa burada üç yıldan fazla bir süredir savaşın getirdiği acı ve yıkımı yaşayan o veya bu şekilde ocağına ateş düşmüş, eşini, çocuğunu, yakınını, işini, servetini kaybetmiş milyonlar mı?
Afganistan’dan, Pakistan’dan, ABD’den, Suudi Arabistan’dan, Çeçenistan’dan gelen ölüm makinelerine karşı verdiği savaşta en az 80 bin askerini kaybeden Esad’ın, ordunun, Suriye halkının yerine kim belirleyici olabilir?
80 ülkenin dolaylı; neredeyse 20 ülkenin doğrudan taraf olduğu ve Suriye sınırlarını çoktan aşmış olan bur küresel çirkin oyuna Esad’ın da katılmasından daha doğal ne olabilir?
2) Savaş ortamında yapılan bu seçimler demokrasi parodisidir / katılım düşük oldu.
Suriye’de çıkarılan savaş nedeniyle seçimlerin ideal şekilde gerçekleştirildiği söylenemez. Ancak;
Daha önceki yazılarımızda değinmiştik. Halkın büyük bölümü artık büyük şehirlerde yaşıyor. Göç alan illeri baz aldığımızda 23 milyonluk ülkenin yaklaşık 16 milyonu bu şehirlerde. Bu insanların oy kullanmaları için herhangi bir engel yoktu.
Diğer yandan ABD ve diğer Batı ülkeleri ile Körfez ülkelerinden, komşu ülkelerden Suriyeliler Şam’a oy vermeye geldi.
IŞİD’in hakim olduğu ve ‘kafir devletin’ seçimlerine izin vermediği Rakka’dan bile bazı insanlar kimliklerini diğer şehirlerdeki akrabalarına ulaştırıp seçimlere katılmak istediler.
Dün akşam saatlerinde oy kullananların sayısı 10 milyonun üzerindeydi. Bazı illerde seçim sandıkları yetmediği için yeni sandıklar istendi.
3) İnsanlar oy vermeye zorlandı, çalışanlar seçim merkezlerine gönderildi, kan ile oy vermeye zorlandı, açık pusulalar kullanıldı:
İnsanların oy vermek için zorlanmalarına gerek yok. Özellikle olaylardan ve Batı’nın tavrından sonra Suriye halkının ‘inadına milliyetçi’ karakteristiği bir kez daha kendisini gösterdi. Halk sandıklara aktı.
Kanı ile Esad’a oy vermek isteyen bazı fanatikler vardı elbette. Ancak kimse insanları kan ile oy kullanmaya zorlamadı.
Devlet daireleri tatil edilmedi. Oy verme işlemleri devam ederken lise son sınıf öğrencileri için bitirme sınavları da devam ediyordu. Dolayısıyla bu sınavlarda görevli öğretmenler de okullarındaydı.
Her seçim merkezinde kabin vardı. İsteyenler bu kabinlerde oy kullanabilirdi. Ancak insanlar yaşananlar karşısında “Esad’a olan açık desteklerini göstermek için” oylarını açıkta kullandı. Yönetimin ya da sandık görevlilerinin insanları açıkta oy kullanmak için zorlamaları diye bir durum olmadı.
Oy kullananların arasında yaşı ilerlemiş binlerce kişi vardı. Kadınlı erkekli sandıklara giden bu yaşlı insanlar kendi iradeleri ile oy kullanmaya gittiler.
4) Ordu insanları tanklarla zorladı ve oy kullanmaya gitmelerini sağladı
Artık ‘absürd’ iddialara yer vermeye başlayan el-Cezire’de bu iddiayı öne süren muhalif Mishel Kilo, tankların kaç kişi alabileceği, toplu taşıma aracı olarak kullanılıp kullanılmadığı ayrıntısına yer vermedi.
İstisnaların yaşanmış olduğu gerçeğini göz ardı etmeden yazımızın başına dönebiliriz.
Suriye halkı Müslüman coğrafyasında demokrasi ile tanışmış ilk ülkelerden biridir. Seçimlerin şimdi bile yapılmadığı Suudi Arabistan, Körfez emirlikleri gibi ülkelerin aksine uzun yıllardır parlamento ve seçim geleneği vardır.
Baba Esad döneminde kesintiye uğrasa da / aksamalar yaşanmış olsa da halktaki bu seçme / seçilme kültürü halen mevcuttur. ABD’nin güdümündeki kralların / prenslerin yönettiği diğer birçok İslam ülkesinin aksine kadınların seçme ve seçilme hakları uzun yıllardan beri vardır ve hatta kadınlar oy vermeye kendi kullandıkları otomobilleri ile gidebilirler.
Tıpkı Esad’ın oy vermeye kendi kullandığı otomobili ile gitmesi gibi.
[1]Adam Curtis: The Baby And The Baath Water, BBC Blog, 02.09.2013
[2]Peter Oborne: Syria: As the bombs fall, the people of Damascus rally round Bashar al-Assad, The Telegraph, 17.04.2014