Soma katliamında yaşamını yitiren bir işçinin ailesi, avukatları aracılığıyla katliamın gerçekleşmesi ve işçinin ölümünden sendikayı da sorumlu tutarak Türkiye Maden İşçileri Sendikasına dava açtı. Dava dilekçesinde sendikanın kusuru şöyle ifade ediliyor: “Sendikalar, madenlerdeki işçi katliamlarını ortadan kaldıracak ve iş güvenliği önlemlerini aldıracak asıl güç olması gerektiği yerde, bu olan biteni görmeyip işçiler adına itiraz etmeyerek sendika da katliama ortak olmuştur. Binlerce işçinin üye olduğu Türkiye Maden İş Sendikası işverenin işini kolaylaştırıcı faktöre dönüşmüş durumdadır.”
Sonucu ne olur bilemeyiz ama bu örnek bir davadır. Zira Türkiye’de emekçiler, özellikle son 30 yılda birçok hakkını sendikaların ihmali ya da işveren veya devletle iş birliğinin (Sosyal diyalog da derler buna) sonucunda kaybetmiş ama -en azından benim bildiğim kadarıyla- kimse doğrudan sendikayı suçlayıp, dava açmamıştır.
Avukat Hamdi Özşarlak’ın hazırladığı dava gerekçesinde T. Maden İşçileri Sendikasına atfedilen kusuru, “Sendikanın hak ve çıkarlarını koruması gerekirken bunları yapmayarak, işverenin çıkarlarına hizmet etmek” şeklinde özetlersek; Türkiye’de bu kusuru işlemeyen sendika sayısının bir elin parmaklarını geçmeyeceğini de söyleyebiliriz.
İşçiler, daha iyi çalışma ve yaşam koşulları sağlama mücadelesine aracılık etmesi için sendikalarda örgütlenirler. Sendikaların sorumluluğu, sadece aidat aldıkları ve adlarına toplu iş sözleşmesi bağıtladıkları üyelerine de değil, tüm emekçileredir. Çünkü sendikaların işyeri, iş kolu ve ulusal düzeyde aldıkları tavır ve yürütmeleri gereken mücadele tüm emekçileri doğrudan etkiler. Örneğin TBMM gündeminde bulunan ve komisyondan hızla geçmekte olan taşeronlaşmayı, güvencesizliği yaygınlaştıran; kalıcılaştıran “torba yasa”ya karşı sendikalar mücadele yürütmüyorsa bu yukarıdaki davanın gerekçesini de içeren bir kusurdur ve bundan sadece sendika üyeleri değil tüm emekçiler olumsuz olarak etkilenir.
Şüphesiz görevini, sorumluluğunu yerine getirmemek yeterince büyük bir kusurdur. Ancak bunun daha da ileriye taşınıp, elde ettiği toplu pazarlık yetkisini alenen emekçilerin aleyhine kullanmak kusurun da ötesinde bir suç ve hatta ihanettir. AKP iktidarı döneminde üye sayısını 40 binlerden 770 binlere çıkartarak dünyada görülmemiş bir üye patlaması gerçekleştiren ve
-kendi tanımlamasıyla- bir STK olarak her fırsatta AKP’yi “ak”lamaya çalışan Memur Sen’in faaliyetleri tam da bu tarife uymaktadır. Memur Sen, şaibeli üye artışı ile 4688 sayılı Kanun’daki göstermelik ve antidemokratik toplusözleşme hükümlerine dayanarak Türkiye’deki yaklaşık 3 milyon kamu emekçisi adına toplu pazarlık sürecinde belirleyici olma yetkisi elde etmiştir. Memur Sen’in bu yetkisine dayanarak, kamu emekçileri temmuz ayında aldıkları enflasyon farkından mahrum kalmışlardır. Daha açık bir ifadeyle emekçilerin haklarını ileri götürmesi gereken bir sendika, Memur Sen, hükümetin emekçi düşmanı politikalarının payandası olmuş ve sahip olduğu toplusözleşme yetkisini kötüye kullanarak emekçileri zarara uğratmıştır. Bu zararın hesaplanabilmesi son derece kolaydır. Memur Sen’e üye olsun olmasın tüm kamu emekçilerine önerim, Memur Sen’den bu zararlarının tazmini için dava açmalarıdır.
Elbette sendikaların, sınıf mücadelesinin gereğini yerine getirmesini sağlamak mahkemeler yoluyla olmayacaktır. Ancak sendika(cı) kisvesi altında emek sömürüsüne aracılık edenlerin açığa çıkartılması ve emekçilerin bu sendikacılardan soracağı hesabın somutlaşması bakımından önemli olduğunu düşünüyorum.
Sözün özü: Soma katliamında yaşamını kaybeden işçinin ailesinin sendikaya açtığı davada olduğu gibi; sömürüden, iş cinayetlerinden patronlar ve siyasi iktidarla birlikte sendika(cı)lara da hesap sorulmalıdır!
Evrensel Gazetesi