Öyle altüst oluşlar vardır ki, toplumsal kurtuluşun ve gelişimin habercisidirler. Yine öyle altüst oluşlar vardır ki, çürümenin ve yok oluşun haberciler… Gezi direnişi de, toplumsal kurtuluş yönündeki altüst oluşun emarelerini göstermiş ama olamamış muazzam bir deneyimdi. Öyle ki olumlu olumsuz her yönüyle güncelliğini koruyor ve üzerine yazılıp çizilmeye devam ediliyor. İşçi sınıfı mücadelesinin bileşeni herkesin bu yazılanları ilgi göstermesi gerekiyor. Zira sınıflar mücadelesini doğrudan ilgilendiriyor bu makaleler…
Gezi yazılarının anlamlı bir kısmı “gezi her şeyi alt üst etti”, “bu güne kadarki teorik ve örgütsel anlayışları yerle bir etti” diye başlıyor. Hikmet Durukanoğlu’nun “Mahalle Dayanışmalarından, Mahalle Sendikalarına” makalesi de bunlardan biri. Makaleyi okuduğumda samimi bir çıkış çabasının ürünü olarak yazıldığını gördüm. Ama makalenin samimi bir çabanın ürünü olması, post-marksizmin ideoloji ve politik etkilerini görmezden gelmeme yol açamazdı.
Makale üzerine ve makaleden hareketle, post-marksizmin siyasal yaşamlarımızdaki git gide derinleşen tahribatlarına dair, giriş babından birkaç cümle etmek gerekiyor. Zira bu Makale ile polemik etmenin ötesinde bir gerekliliktir. Post-marksizmin değişik türevlerinin, adım adım ve sinsi bir şekilde bünyemize girdiğini, bünyemizi orasından burasından kemirdiğini görme ve bilince çıkarma gerekliliğidir. Post-marksizmin tüm versiyonları ortak payda olarak, yeniyi temsil etme adına hareket ettikleri imajıyla avantaj sağlamaya çalışmaktadırlar. Kimisi, cepheden bu güne kadarki birikimimizi –teorik, politik, örgütsel, tarzı siyaset, mücadele yöntemleri vb.- topyekun eskimişler olarak “çöpe” atarken, kimisi bu kadar işimizi kolaylaştırmamaktadır. Marksizm’in içinden konuşmaya devam etmektedir, sınıf mücadelesini de “reddetmeden”, işçi sınıfının ve sınıf mücadelesinin belirleyiciliğinin kalmadığını, toplumsal mücadelelerin artık toplumsal hareketlerin demokratik çoğul ve birbirine eşit mücadelelerinin toplamı olduğunu, yeni olan adına anlatmaktadır. Kimisi de, sosyalizmi “reddetmeden” devrimi silikleştirmekte, radikal demokrasiyle sosyalizme ilerleyeceğimizi, devrim yoluyla sosyalizmin ulaşılmaz ve eskimiş bir hayal olduğunu anlatmaktadır.
Post-marksizmle mücadele uzun soluklu bir mücadeledir. Zira her yerde bir başka kılıkta ve bir başka argümanla karşımıza çıkmaktadır. Dolayısıyla marksizmden ve marksizmin özü olan sınıf mücadelesinden ve de “sınıftan kaçış” olan post-marksist düşünce biçimleriyle ideolojik mücadele önemli, çetrefilli ve günceldir.
Bu güncel görevin gereğine dair, yukarıda anılan makalenin tespit ve çağrıştırdıklarıyla sınırlı bir giriş yapacağım.
Gezi, mevcut teorik ve düşünsel oluşumların topyekün geçersizliğini ve yadsınmasını işaret etmemiştir. Kimi teorik, politik ve örgütsel oluşumların hatalarını gösterirken, kimilerinin de doğruluğunu göstermiştir.
Gezi “kalıpları” altüst etmiş olabilir.(bunu ne derece becerdiği ya da kalıpları yıkarken, yeni kalıpları fetişleştirip fetişleştirmediği ayrı bir tartışmadır) Zira düşünce kalıba sığmaz. Ama bütün düşünceleri altüst ettiği hiçbir bilimsel karşılığı olmayan söylemlerden ibarettir.
Düzenli bir işte çalışmayan ve/ veya işsiz olanlar literatürde prekarya olarak tanımlanıyor diye genelleme yapmak uygun değildir. Zira genel geçer bir literatür yoktur ve söz konusu literatür özel olarak otonomcu ve genel olarak post-marksist literatürdür. Marksizm’de; iş gücünden başka satacak (işçilerin otomobili bile var hiçbir şeyi olmayan ve iş gücünü sermayeye satan ya da satmak için bekleyen herkes proletaryadır.
Makaledeki “Evet eski söylemleri, davranış kalıplarını benimsemiyoruz, ama şu an yenisini de üretemiyoruz.” ifadelerini benzer makalelerde rastlamaktayız. Mevcut olanı tümüyle reddeden bu toptancı yaklaşım, nedense seçenekleri konusunda neden bu kadar üretken olamıyor acaba? Zira mevcudu reddetmeden diyalektik bir tarzda aşma perspektifinde olanlar ve inkarın inkarını somut pratikle buluşturanlar yeniyi üretmektedirler. Doğru yerden ve “gören” gözle bakanlar bu yeni filizlenmeleri görmektedir. Ama mevcudu topyekün red üzerinden boşluğa düşmek kaçınılmazdır ve bu boşluğa düşen yer yüzüne çakılır ki, yeryüzü “aşkın” değil, kapitalizmin yüzüdür günümüzde.
Mevcut örgütlenmelerin “tamamen uzun vadeli düşünebilme ve ona göre hareket edebilme yeteneği”ne sahip olmadıkları için etkisiz olduklarını söylemek gerçeğin bir yanını işaretten ibarettir. Ayrıca mevcut örgütlenmeler genellemesinin yanlışlığı görülmeden yenilenmenin başarılamayacağını bir kez daha tekrarlamakta yarar var.
Makaledeki “Bir de, kapitalist sistemin bizi ne kadar deforme ettiği, her ne kadar birlikteliklerimizi dayanışma olarak tanımlasak da rekabetçi anlayışı aşmakta ne kadar zorlandığımız, diğer bir gerçekliğimiz olarak karşımıza çıktı” tespitine katılıyorum. Ancak, bu “deformasyonun” o kadar tali olmadığını belirtmek isterim. Nazım’ın, “demeğe de dilim varmıyor ama –
kabahatın çoğu senin, canım kardeşim” dizelerindeki gibi, bu kabahat deforme olmuş ruhlarımız, bilincimiz ve bedenimizle elimizin işe güce varmaması kabahatidir. Keşke tek ve asıl kabahatimiz, arı gibi ama emir komutayla çalışanlar olmak olsa. O zaman kabahatimizi telafi etmek kolay olurdu.
Mahalle sendikaları önermesi “toplumsal hareket sendikacılığının” yeni bir versiyonundan ibarettir. Makalede “Ortada fabrika yok, işçi yok, işveren yok, nereden çıktı bu mahalle sendikası diyebilirsiniz….. Emek ve sermayenin birbirlerine karşı girmiş oldukları çıkar savaşımında, kendilerini korumak ve güçlendirmek için kurdukları birlikler ya da örgütler de sendikalar olarak karşımıza çıkar.” Tespitiyle mahalle sendikalarının gerekliliği anlatılıyor. Ancak sendikalar emek sermaye savaşımının aracı değil, özgül ve somut araçlarından sadece biridir. Sendika, esas olarak işçi sınıfının üretimden gelen gücünü kullanarak sermayeye karşı verilen ekonomik ve demokratik mücadelenin aracıdır. Sendika; a- işçi sınıfının özgül bir örgütüdür. b-mücadelesinin temelini işçi sınıfının üretimden gelen gücünü kullanmak oluşturur. c-İşçi sınıfının nihai kurtuluşunu hizmet eden bir perspektifle mücadele etmelidir ama işçi sınıfının siyasal aracı partinin yerine ikame edilmemelidir.
Eğer siz sendikaların bu temel özelliklerini dikkate almayan bir perspektifle mahalle sendikaları önerirseniz bunun anlamı: a- Sendikalar işçi sınıfının değil tüm ezilenlerin sermayeye karşı mücadele aracıdırlar, zira işçi sınıfı yerine ezilen yoksul halk geçmiştir. b- işçi sınıfı halklaşmış ve gibi üretimden gelen gücünü kullanması da söz konusu değildir artık. Bunun yerine kamusal alan işgalleri, tüketici boykotları vb. eylemlilikler geçmelidir ( bu eylemlilikleri önemsiyorum ama üretimden gelen gücün ikame edildiği eylemler olarak görülmesini kuvvetle karşı çıkıyorum-muhsin) c- Sendikalar hiyerarşik parti örgütleri yerine geçmeli ve tüm ezilenlerin emeğe karşı nihai kurtuluşunun örgütü olmalıdır.
Bu anlayışın siyasetin toplumsallaştırılması ve toplumsal olanın siyasallaştırılmasıyla, işçi sınıfının toplum ve yaşama dair tüm sorunları kendi sorunu görüp mücadele etmesiyle, işçi sınıfının esnek emek süreçleri vb. nedenlerle üretimden gelen gücünü kullanmada karşılaştığı sınırlılıkları telafi için yeni eylem ve mücadele biçimlerini tüm ezilen kesimlerle birlikte yaşama geçirmesiyle, işçi sınıfının yeni toplumsal dinamiklerin mücadeleleriyle onları massetmeden buluşması gerekliliğiyle ve işçi sınıfının nihai kurtuluş mücadelesindeki nesnel öncülüğünü ancak somutta pratik değere dönüştürebileceğini ve mücadele içinde kazanacağıyla bir ilgisi yoktur.
Makalenin niyetini sorgulamayı densizlik addederim. Ama niyetinden bağımsız makale doğrularla birlikte yanlışların bir paçalıdır. Esas olarak da doğrulardan yanlış sonuçlara varmasıyla doğruların anlamını yitirmesine hizmet etmektedir. Dolayısıyla Post-Marksizm’in tezlerine destek olmaktadır. Post-marksizmin bütünlüklü bir eleştirisinin bir başka makaleye bırakarak, işçi sınıfının nesnel durumunu ve bunun vazgeçilmezliğini görmeyen hiçbir yenilenme çabasının olumlu sonuçlar doğurmayacağını işaretle bitireyim.
02.07.2014
Muhsin Dalfidan