Bir yıl kadar önce Nusra Cephesi’nin davranışlarına ve bildirilerine baktığımızda bu grubun parasızlıktan, mühimmat ve teçhizat yoksunluğundan kaynaklanan kötü durumuna ve iflas etmekte olan örgüt güçlerinin IŞİD’e ya da diğer tekfirci gruplara kaydığına tanık oluyorduk.
İş öyle bir noktaya varmıştı ki savaş araçlarını kendi imkanlarıyla yaratmaya çalışıyorlardı; çünkü Batılıların Suriye’deki duruma ilişkin açık bir gündemleri yoktu, dolayısıyla silah ve mali destek de ağır işliyordu.
Halbuki IŞİD’ciler, geçen yaz Irak’ta büyük bir kalkışmayla hem Irak’ta hem de Suriye’de geniş bir coğrafyayı ele geçirmişlerdi. Amerikalı uzmanların ifadesiyle petrol serveti ve dünya çapındaki ağlarıyla milyar dolarlık bir zenginliğe kavuşmuşlardı.
Öte yandan Irak ordusundan ele geçirdikleri silahlarla da uzun bir süre için kendi kendilerine yeter hale gelmişlerdi.
IŞİD ile Nusra’yı bir araya getirerek ya da faaliyet gösterilecek coğrafyaları ayırarak kavgaya son vermek için bir Suudi şeyhinin bir buçuk yıl önce başlattığı arabuluculuktan sonuç çıkmadı.
Fakat IŞİD fiilen Türkiye’nin tavsiyeleri ile Suriye’nin kuzeyine ve Irak’a sarıldı. Böylece ciddi bir stratejik derinlik kazanmaya ve Irak ve Suriye’deki aşiretler tarafından garanti edilen zaferlerle coğrafya genişletmeye çalıştı.
IŞİD, geçen bir yıl içerisinde Doğu Guta, Kalamun, Halep’in içi, İdlib kırsalı, Humus kentinin içi ve kuzeyinde güçlerini sembolik düzeyde korudu ve buraları kontrolü altındaki coğrafyaya katmak için diğer gruplarla çatışmaya girmedi.
Hatta Nusra’nın ve diğer grupların Halep’te, Humus’ta, İdlib kırsalında, Kalamun’da ve Doğu Guta’daki etkinliği ölçüsünde diğer grupların lehine geri çekilmeye ve yenilgiye bile razı oldu.
IŞİD, Halep’in kuzeyinde yalnızca Menbic, Carablus ve Hirbet er-Rous, gibi Türkiye sınırına ve Fırat nehrine yakın küçük kentleri korudu.
Diğer bölgeleri Nusra’ya ve diğer gruplara bıraktı, asli varlığını Fırat nehrinin kuzey ve doğu bölgelerine yoğunlaştırdı.
Amerika ve gerici Arap rejimleri, IŞİD’in üç ay gibi kısa bir sürede Irak’ta çıkmaza saplanacağını ya da Kobani’de ciddi bir direnişle karşılaşacağını öngörmüyordu.
Ama Irak’ta sayfa değişti, Selahaddin’de, Diyala’da, Felluce’de, Ramadi’de ve Tıkrit’te yalnızca Baasçıların veya IŞİD’le müttefik olan bazı Sünni aşiretlerin bulunduğu bölgelerde gerilla varlıklarını ve operasyonlarını zorlukla koruyabiliyorlar.
IŞİD ve Batılılar, Irak ordusu ile halk güçlerinin Irak’ta onların uzun süre kalmasına fırsat vereceğini beklemiyor.
IŞİD, yeni seçenekler peşinde
IŞİD ve gözüktüğü kadarıyla yabancı ve bölgesel aktörlerden oluşan stratejik yöneticileri açsısından IŞİD’in Irak ve Suriye’de stratejik varlığı tartışmalı hale geldi.
Bu sebeple IŞİD de Kalamun, Doğu Guta, Şam ve Dera’da yeniden başlattığı faaliyetleriyle kendini belirleyici bir unsur olarak göstermeye başladı.
IŞİD, Doğu Guta’da İslam Ordusu’na yenildi ve oradan kaçtı. Kalamun’da ise Nusra’nın hakimiyetinden dolayı pasif durumda kaldı ve bölünmeye başladı. IŞİD için yalnızca Dera bölgesinde küçük bir umut gözüküyor.
Bugünlerde Dera’da sahadaki hakimiyet için IŞİD’le Nusra’nın çatışma haberlerini duyabiliriz.
IŞİD’in Türkiye’ye yönelik hareket konusunda güçlü bir orduyla karşı karşıya kalmak gibi bir sorunu var. Erdoğan’ın komşu ülkelerin dengesini bozmak için onlara ihtiyacı var; ama evinin içinde onlara tahammülü yok. Irak ve Suriye’de de IŞİD için kabul edilebilir bir perspektif bulunmuyor.
Dolayısıyla IŞİD için tek stratejik çıkış kapısı ve güzergah olarak Ürdün ve Suudi Arabistan’ı düşünmek gerekiyor.
IŞİD’i Rusya ve Çin’de kullanma hevesi
Beyaz Saray, IŞİD’i doğuya doğru harekete geçirmek istiyor. Kafkaslara ve Çin’in Müslümanların yaşadığı bölgelere yönelik söylemlerini gizlemiyorlar.
Peki Irak, Suriye veya bölgeye yönelik nasıl bir yaklaşım içindeler? IŞİD’in Irak ve Suriye’nin bazı bölgelerindeki ısrarını bir çeşit ‘kendini imha’ olarak niteliyorlar. Çünkü IŞİD’i gerçekten zora sokacak bir direniş veya operasyon potansiyeli beklemiyorlardı.
IŞİD’in asli liderlerinin Musul’dan Rakka’ya ve önemli silahların Suriye’ye nakledildiğine dair haberler yayımlanıyor.
Suriye’de Deyr ez-Zor askeri havaalanına yönelik beş ağır saldırıdan sonuç alamadılar ve Deyr ez-Zor’daki aşiretler Suriye ordusunun tarafına geçti.
ABD ve BM Genel Sekreterinin temsilcisinin siyasi bir çözüm için çaba gösterdiği bir ortamda buna paralel olarak ABD, ‘ılımlı muhalifler’ adı altında bir terörist grup oluşturma seçeneğini gerçekleştirmeye çalışıyor.
IŞİD, Irak ve Suriye’de zor şartlar altında bulunuyor ve talih yıldızı bu bölgede de sönecek gibi gözüküyor.
Türkiye, IŞİD’i desteklemekle birlikte Nusra ile ilişkisini de koruyor. Hatta Joe Biden’a Amerika’nın terörist örgütler listesinden çıkarması durumunda Nusra’nın daha ılımlı davranacağını garanti edeceğini söyledi.
Suudi Arabistan da temelde İslam Ordusu’na (Zehran Alluş) dayanmakla birlikte Nusra ve İslami Cephe’yi desteklemeyi de unutmuyor ve Amerikalılarla pazarlıklarda bunları ‘ılımlı’ alternatifler olarak söz konusu ediyor.
IŞİD için önemli noktalardan birisi, Ürdün ve Suudi Arabistan’da ciddi bir sorunla yüz yüze bulunmuyor oluşu. Bu iki ülkede de kendilerini destekleyecek veya paralel olacak akımlar var.
Öte yandan ne bu ülkelerin orduları ne de ABD’nin IŞİD’in Ürdün ve Arabistan’daki varlığıyla baş edebilecek tecrübeye sahip değil.
IŞİD’in Ürdün veya Arabistan’daki en küçük bir hareketi bu gruba büyük potansiyeller hazırlayacaktır.
IŞİD’in varlığını sürdürebilmek için Ürdün ve Suriye’de bedeli ağır olmayan bir stratejik çevresi var.
Diğer bir seçenek ise Amerika’nın da teşvik ettiği üzere doğu ülkelerine gitmeyi denemek; ama buralarda büyük bir direnişle, sorunlarla ve engellerle karşı karşıya kalacak.
Türkiye ve Suudi Arabistan, Suriye’de ABD’nin ılımlı muhalif planı için Nusra, ÖSO ve İslami Cephe üzerinde yoğunlaşmış olsa da bu iş kolay ilerlemeyecek ve Amerika’nın gericilerle, terörizmle ve el-Kaide ile işbirliği çok daha bariz bir şekilde ortaya çıkacak.
(İranlı gazeteci Hadi Muhammedi’nin bu yazısı YDH sitesinden alınmıştır.)