Deve ile hendek hikayesi- Erdal Kara

Daha önce söylemiştik. Bir kısım sosyalistimiz, iş Kürt Hareketi’ne mesafe koymak söz konusu oldu mu, illa deveyi hendekten atlatacak.

Bu kez de bu nafile çabanın peşine İnönü Alpat arkadaşımız düşmüş.  Bakalım deve hendekten atlıyor mu?

Deve hendekten atlayacak ya, İnönü Alpat da eleştirilerden sakınabilmek için etrafına bir dizi paratoner dikiyor. Önce şu paratonerleri yıkalım.

Birinci Paratoner: HDP milletvekili Pervin Buldan ve HDP MYK üyesi Hüda Kaya’nın tartışmalı açıklamaları.

Kürt hareketinin kimi sözcülerinin bunlara benzer bir araba açıklaması mevcut. Anayasa Referandumu’nda, Gezi direnişi esnasında bunları bulmak mümkün. Peki bundan ne sonuç çıkar? Kürt Hareketi’nden uzak durma sonucu mu? Yoksa ilişkileri sıkılaştırma sonucu mu?

Ulusal demokratik hareket içinde sınıf mücadelesi sürmez mi? Sürer. Başka türlüsü mümkün mü? Adı üstünde “ulusal” hareket.  Bu yüzden soru basittir. Bu mücadeleye kayıtsız mı kalacağız? Kayıtsız kaldın mı, ezilenlerin mücadele birliği sorunundan yan çiziyorsun demektir. Bu da mümkün değil tabi. Yılların aktüalitesi Kürt sorunu gelir ayağına dolanır. Peki ne yapacaksın? Ya mesafe koyacaksın ya da ilişkiyi sıkılaştırıp eleştiriyi yoğunlaştıracaksın. Mesafe koymak ezilenlerin mücadele birliği sorununu es geçmek, devrim davasını bordodan aşağı yuvarlamak demektir.

Özetle, Hüda Kaya, Pervin Buldan örneklerini vermenin hiçbir anlamı yoktur. Bunlar meselenin asla esasını oluşturmazlar. Bu tür örneklerin peşinde koşmak ipe un sermekten başka bir şey değildir.  

İkinci Paratoner: Erdal Kara, ÖDP, TKP ve Halkevleri’nin Ankara’da Mansur’a oy verdiğini, Cumhurbaşkanlığı seçiminde de Ekmeleddin’e oy verecekleri ileri sürüyor.

Bu iddianın gerçekle en ufak bir ilişkisi yok. Nerede böyle bir iddiada bulundum? Hiçbir yerde. Mesele böyle ortaya konulup eleştiri savuşturulacak. Belli ki İnönü Alpat bir önceki yazımızı okumamış. Belediye Seçimleri sonrası yazdığımı… O yazıda şunu diyorduk:

“Kuşkusuz bir siyasal parti, seçmenlerinin bütün eğilimlerinden sorumlu tutulamaz. Ancak seçmenlerinin temel yönelimlerinden sorumlu olmalıdır. Ne doğrarsanız tabağınıza, o gelir kaşığınıza. Seçmenlerinizi nasıl eğitiyorsanız ona uygun bir sonuç alırsınız. Seçmenlerini enternasyonalizm doğrultusunda eğitmeyen siyasal çevrelerin alacakları sonuç da can sıkıcı olmaktan öteye gitmez. Sol gösterirken sağ vururlar. Mansur Yavaş’ın adaylığına itiraz ederken tabanları altlarından kayar, Mansur’a mührü vurur da haberdar olmazlar.”

Burada TKP, ÖDP ve Halkevleri Mansur’a oy verdi diye bir iddia var mı? Yok. İddia şu: Seçmeninizi nasıl eğitiyorsunuz ki, Kaya Güvenç’e değil de Mansur Yavaş’a oy veriyorlar?

Bu arada bir parantez açalım. Alpat rakamları dert ettiği için açıklama yapmakta yarar var. Önceki yazımızda rakamları ayrıntılı olarak vermiştik. (*) Henüz Seçim Kurulu sonuçları açıklamamıştı ve basından edindiğimiz bilgiye göre Belediye Meclisi’nde TKP 4913 oy ÖDP 3207 oy almıştı. Sandıkların ise tümü açılmamıştı. Sonraki yazımda sandıkların tümü açıldığında 8120 rakamının artacağı varsayımıyla rakamı yaklaşık 9000 olarak belirttim. Alpat benim 8000 bini 9000 yaparak abarttığımı söylüyor. Haklı. Yüksek Seçim Kurulu’nun web sitesinden rakamı kontrol etmeliydim. Bu benim hatam. Ancak bu durumu değiştirmiyor. Ben 6 seçmenden biri demiştim, kendisi  4 seçmenden biri diyor. Bu hesapta da bir sorun var ama bunu geçelim. (**) Benim 6’da 1 dediğime, Alpat  4’de 1 diyor. Hiç itirazım olmaz. O rakamın üzerinden ilerleyelim biz. Alpat da TKP, ÖDP ve Halkevlerinin etki alanındaki seçmenin ¾’ünün Mansur Yavaş’a oy verdiğini kabul ediyor. Ancak tam burada Alpat’ın gözleri HDP’nin oylarına takılıyor:

“YSK’daki verilere göre, HDP Ankara’da 35.554 oy almış. HDP’nin Ankara Büyükşehir Belediye Başkanlığına aday gösterdiği Salman Kaya’nın aldığı oy ise 27.552’de kalmış. Hesap yapalım: 8002 oy HDP’den kaçmış. Yani yaklaşık olarak her dört HDP’liden biri kendi adayına oy vermemiş. Nereye kaçmış, kime kaçmış; kaçı Mansur’la, kaçı Gökçek’le buluşmuş, Allah bilir!

(…)

Bana göre, ÖDP ve TKP’den kaçan 5357 oyun peşine düşüleceğine, toplumsal karşılık ve buna uygun iddia ile değerlendirildiğinde Türkiye’nin dördüncü büyük partisi, Kürt hareketinin temsilcisi HDP’nin başka partilere giden 8002 oyu dert edilmelidir. Sosyalistlerden kaçan oy, oran olarak yüksektir evet ama HDP’den kaçan oyun “anlamı” üzerinde daha çok durulmalıdır.”

Enterasan bir akıl yürütme değil mi? TKP, ÖDP ve Halkevleri’nin her dört seçmeninden üçü Kaya Güvenç’e oy vermezken, HDP’nin her dört seçmeninden biri Salman Kaya’ya oy vermemiş . Ters orantı kurduğunuzda tam 16 kat fark çıkar. Yanlış duymadınız, tam 16 kat fark. Böyle ama yine de HDP’den kaçan oyun “anlamı” daha önemli. Neden acaba? Yoksa Mansur, Gökçek’ten daha hayırlı birisi mi? Yoksa neden CHP’nin adayı olmuş olması mı? Tabi Alpat yazdım ya diyecek: HDP’nin toplumsal karşılığı var ve Türkiye’nin dördüncü büyük partisi. Bu izahatın hiçbir inandırıcılığı yok. Hatta tam tersine partiler kitleselleştikçe seçmenlerinin davranışlarını kontrol etmek zorlaşır. Akıl yürütme aslında tam tersinden yapılmalı.

Peki sosyalistlerin seçmenlerle kurduğu ilişki? Burjuva partileri oy avcılığı yapar, biz fikir avcılığı. Burjuva partilerinin seçimden seçime ciddi oy kayıpları yaşaması olağandır. Sosyalistler için tam tersinin geçerli olması gerekir. Bu Alpat’ın yaptığı gibi geçiştirilecek bir mesele değil.

Alpat bu oy kayması için ÖDP döneminden de bir örnek veriyor. Bu örnek meseleye nasıl yaklaştığının, nasıl bir akıl yürütme biçimi olduğunun çok çarpıcı bir örneği. Şöyle diyor:

“Erdal Kara hatırlayacaktır. Çünkü Kara ve çevresi o vakitlerde ÖDP içindeydi. Yanlış hatırlamıyorsam ÖDP 1999 seçimlerinde Ankara genelinde 30 bin civarında oy almıştı. Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Ali Yiğit’in aldığı oy ise 6 bini biraz aşmıştı. Kaçak hayli fazlaydı anlayacağımız.

Erdal Kara’nın üyesi olduğu parti de, bugün yaşanan handikapla karşı karşıya kalmıştı.

‘Küçük’lerin değişmez kaderidir bu; partiler kurumsal olarak ne yaparsa yapsın, sandık başı psikolojisi denen kilitlenmeyi aşmak mümkün olmamıştır.”

Bu paragrafı tam üç kez okudum. Yetmedi, bir kez daha okudum. Nihayetinde nerede ise yüz seksen derece farklı bakış açılarına sahip olduğumuza bir kez daha ikna oldum. Alpat diyor ki, senin de üyesi olduğun partinin oyları da kayıyordu. Nereye kayıyordu peki? Herhalde CHP’ye. İnönü Alpat bu durum karşısında ne diyor bize? Dert etmeyin bunu, “küçük”lerin kaderidir bu. Bu perspektifle dünyayı değiştirmek mümkün olabilir mi? Niçin benim seçmenin böyle davranıyor diye kafa yormak yerine, işi psikolojiye havale etmek olacak iş değil. Peki niye böyle davranıyor Alpat? Çünkü sorunun cevabı politik bir sorumluluk yüklüyor kendisine. Bu sorumluluktan kaçmak için günah keçisi psikoloji “bilimi” oluyor. Eğer CHP ile aranıza net bir sınır çizmezseniz, seçmeniniz Belediye Başkanlığı’nda gider CHP’ye verir oyunu. Mesele bu kadar basittir. Hele rakamlar 30 bin ile 6 bin ise bu sınır hiç çizilmemiş demektir. Zaten ÖDP’de bir derdimiz de bu değil miydi İnönü Alpat gibi düşünen arkadaşlarla? Siz ÖDP’nin Kürtlerle arasına sınır çekmeye çalışıyordunuz, CHP ile değil. Bu ikisi iki ayrı dünyadır. Biri burjuva partilerine sınır çekme uğraşıdır, diğeri ezilenlere sınır çekme uğraşıdır. Mesele bu sadeliktedir. Dün çekmediğiniz sınır işte yıllar sonra, bizden kurtulduktan sonra da seçmeninizin 4 tanesinden üçünün gidip tescilli faşist Mansur’a oy vermesine neden olur.

Özetle, devrimcinin görevi seçim sonuçlarını didiklemektir, geçiştirmek değil. Mansur’a verilen oylar seçmenlerinizi nasıl eğittiğinizi bir güzel ortaya koyuyor. Kürt Hareketi’ne mesafe koyayım derken, seçmenleriniz arasında sosyal şovenizm tohumu ekiyorsunuz.

Üçüncü Paratoner: Bu paratoner için bir alıntı yapayım:

“1995’den bu yana tek başına seçimlere girme cesareti dahi gösterememiş, her seçime dönemin Kürt partisine oy vermiş çevreden bir arkadaşın (yani Erdal Kara’nın) bunu yapmasındaki psikolojik hali yorumlayabilmek pek mümkün görünmüyor.”

İnönü Alpat arkadaşımız aklına geldiği gibi yazıyor. Psikolojiyi de sanırım oldukça fazla seviyor. Şimdiki izahatlarımızdan sonra kendi hakkında düşünmesini salık veririm kendisine. Neden 1995’den öncesini hatırlamıyor acaba? Sanırım Kürt Hareketi seçimleri boykot ederken, benim de içinde yer aldığım çevrenin Birleşik Sosyalist Alternatif olarak seçimlere girmiş olması tezini zayıflatacağı için. Peki sonrasına ilişkin olarak bu iddiada nasıl bulunuyor? Hem de daha birkaç satır önce benim ÖDP üyesi olduğumu yazdığı halde. Belki de 1999 Seçimleri’nde ÖDP’nin içinde olduğumuz halde ÖDP’ye oy vermediğimizi ima etmeye yelteniyor Alpat. Hatırlatayım, o seçimlerde Karadeniz’den sorumlu Parti Meclisi üyesiydim. Son olarak, Anayasa Referandumu’nda benim o esnada içinde yer aldığım Sosyalist Parti’nin de kendisi gibi hayır tutumuna sahip olduğu gözünden kaçmış Alpat’ın.

Ama mesele seçimlere girmek olduğunda şu gelenek lafını etmeye hiç hakkı yok Alpat’ın. Alpat’ın içinden geldiği gelenek tek başına seçimlere girme cesaretini gösteremezken örneğin 1979 Senato Seçimleri’ne katılmıştır benim içinden geldiğim çevre. Herhalde İnönü Alpat, Türkiye sosyalist hareketinde boykot politikasını en çok eleştiren çevrenin benim içinden gelmiş olduğum çevre olduğunu da bilmiyor. Bilmiyor ama aklına geldiği gibi yazıyor.

Özetle, biz ezilenlerin mücadele birliğini sağlama çabası içindeyiz. Bu doğrultuda gerekirse taviz bile veririz. Evet altını çizerek söylüyorum, gerektiğinde taviz bile veririz. Çünkü bizim ezilenlerin çıkarından başka bir çıkarımız yok. Kendi özel gündemimiz yok. 1995 Yerel Seçimleri ve Anayasa Referandumu’nda Kürt Hareketi’nin benimsemiş olduğu taktiğin ezilenlerin mücadelesini ilerletmeyeceği için farklı bir tutum takındık. Bizim için mesele bu sadeliktedir.

Sonuç olarak…

Alpat’ın Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde savunduğu politika ne? Yazısının başlığı özetlemiş bunu: “Cumhurbaşkanı adayımız Ali İsmail Korkmaz!” Ardından öyle bir cümle kuruyor ki, boykotçuluğun böylesini bugüne kadar hiç görmedik. “Pasif boykot”dan (***?) bile ötesi bu:

“Seçimdi, sandıktı, cumhurbaşkanlığıydı, hepsi sizin olsun; ne demişti Enver Gökçe: ‘Tek umudum duvardaki yazılarda.’ “

Ortada üç aday var. Tayyip’i ve Ekmeleddin’i anladık. Peki Demirtaş’a itirazın nedeni ne? Bunu Halkevleri’nin Cumhurbaşkanlığı seçimine yönelik açıklamasından alıntı yaparak şöyle gerekçelendiriyor Alpat:

“Bu kuşatmayı kırma umudu taşıyan Kürt siyasi hareketinin tercihi, aynı zamanda farklı tercih yaratma konusundaki isteksizliği de göstermektedir ki Batı’nın kapsanması ikinci plandadır, talidir. Sözü edilen kesimlerin (başta sosyalistler olmak üzere kadınlar, gençler, emekçiler, LGBTİ bireyler, üniversiteliler, liseliler, Aleviler…) özgürlük mücadelesi Kürt siyasetinin önderliğiyle karşılanamaz. Cumhurbaşkanlığı seçiminde, ilk ikiye kalamayacak olan Selahattin Demirtaş’ın desteklenmesi de bu kesimler için bir siyasi tercih değil olsa olsa bir gönül bağı ilişkisi olarak kurulabilir!”

Demirtaş adaylığını 30 Haziran tarihinde açıkladı. Halkevleri’nin açıklaması ise 3 Temmuz’da gerçekleşti. Aradan 25 gün geçti. Yukarıdaki açıklama, Demirtaş’ın Cumhurbaşkanlığı seçimi esnasında ortaya koyduğu siyasi çizgi ile bir bütün olarak yalanlandı. Tabi görmek isteyen için… Şu parantez içine alınan bölümün, yani kadınların, gençlerin, emekçilerin, LBGTİ bireylerin, üniversitelilerin, liselilerin ve de Alevilerin taleplerinin şu andaki tek sözcüsü Selahattin Demirtaş. Bunun için yaptığı konuşmaları dinlemek yeter. Tabi dinlemek istiyorsak…

Ne diyordu Halkevleri’nin açıklaması? “…Kürt siyasi hareketinin tercihi, aynı zamanda farklı tercih yaratma konusundaki isteksizliği de göstermektedir ki Batı’nın kapsanması ikinci plandadır, talidir.” Demirtaş’ın Cumhurbaşkanlığı kampanyasındaki tutumunu böyle değerlendirmek mümkün mü? Bütün burjuva medyasının yaşamış olduğu şaşkınlığı sanırım şu anda İnönü Alpat da yaşıyordur. Demirtaş Halkevleri’nin düşündüğünün tam tersine Batı’yı esas alan bir kampanya yürütüyor.

Bunun nedeni ne? Durup dururken mi Demirtaş Batı’yı esas alan bir kampanya yürütmeye soyundu? Uzun zamandır Kürt Hareketi böyle bir yönelim içine girmeye çalışıyor, bunun sancılarını yaşıyordu. Tabi görmek isteyen için… Çatı Partisi, ardından HDP tartışmaları bir bütün olarak bununla ilgiliydi. Kürt Hareketi artık kendi gücüne dayanarak Kürt sorununun çözümünde mesafe alamayacağının farkında. Türkiye sosyalistlerine de birlikte mücadele teklifinde bulunuyor. Mesele bu kadar basit. Cumhurbaşkanlığı seçimleri vesilesiyle Rıza Türmen’e adaylık önerilmesi bunun açık kanıtıydı. CHP’nin Ekmeleddin’i aday göstermesi Kürt Hareketi’ni böyle bir yönelime girmeye cesaretlendirdi. Bu yönelim Cumhurbaşkanlığı seçimleri ertesinde de sürer mi? Bunu zaman gösterecek. Özellikle seçim sonuçları bu noktada belirleyici olacak. Biz bu yönelimin sürmesi için mücadele edeceğiz.

Demirtaş’ın yürüttüğü kampanya büyük bir heyecan yaratmış görünüyor. Özellikle de CHP tabanı açısından. Siz o tabanı avlamak için yıllardır Kürt Hareketi’ne mesafe koymaya çalışıyordunuz. Şimdi o taban kulaklarını dikmiş Demirtaş’ın ne söylediğini anlamaya çalışıyor. İlginç değil mi? Şu Mansur’a giden oyların bu kez bir kısmı Demirtaş’a gelecek gibi görünüyor. Eğer bu durum size bir şey anlatmıyorsa, başka hiçbir şey bir şey anlatamaz.

Sonucun sonucu: gördüğümüz gibi deve hendekten atlamıyor.

(*) Ankara belediye meclisi seçimlerinde TKP 4913 oy aldı. ÖDP’nin oyu ise 3207. Halkevlerinin oyunun ne olduğunu bilmemiz kuşkusuz mümkün değil. Seçimlere bir siyasal parti ile girmediler. Ancak Ankara’daki yaygın ilişkileri bu çevrenin etki alanının TKP ve ÖDP’den çok daha fazla olduğunu söylememize izin veriyor. EHP’nin etki alanı ise bu çevrelerle kıyaslanamaz. Bütün bu faktörleri yan yana getirdiğimizde TKP ile ÖDP’nin 8120 olan belediye meclis oyundan çok fazla seçmen desteğine sahip olduklarını söylemek gerekir.
 (**)TKP ve ÖDP’nin yaklaşık 8000 olarak verdiği Belediye Meclis oyuna Halkevleri hatırına 2000 oy eklemiş Alpat. Ankara’da iki tur atıp, bir çay içen, Halkevleri’nin etki alanı ve seçmen potansiyelinin TKP ve ÖDP ile mukayese edilemeyeceğini bilir. Biz bunun için yaklaşık 6000 rakamını vermiştik.
(***)Lenin’in boykot’tan anladığı aktif boykottu. Bunu şöyle tanımlıyordu: “boykot, eski rejimi doğrudan alaşağı etme mücadelesinin ya da en azından, yani taarruz onu alaşağı edecek kadar güçlü olmadığında, söz konusu kurumu oluşturamayacak ya da işletemeyecek kadar zayıflatmanın aracıdır.”
 

Yoruma kapalı