Devletin verdiği madalyaları almayanlar ve diktatörle top oynayan sanatçılar üzerine – Cem Akbalık

JP-sartre-750x375

Filozof Jean-Paul Sartre Legion d’honneur’ü reddettikten sonra, Nobel’i de “özgürlüğü” adına reddetmişti

Bir insanın ödül alması nasıl bir duygudur bilmem pek. Okulda aldığım diplomaların bile anlamsızlığını sorgularken, Nobel, Legion d’honneur, Oscar vs. gibi ödülleri duyduğumda, kendimi hep koşmak ve kazanmak için yetiştirilmiş yarış atları gibi hissederim. Yarış, rekabet ve kazanmaya koşullandırılmış, “insanın insan kurdu” olduğu, gezegenimizin bir avuç insanın ve onların milyarlarca işbirlikçisinin, yani bizlerin işbirliğiyle, hergün cehenneme çevrildiği bir yerde; kanadı kırılmış bir kuşa yardım eden, insan haklarını savunan, adaletten, demokrasiden ve özgürlüklerden yana bir jest gördüğümüzde, bu “insani” jestleri yapan kişileri ödüllendiriyor, süper kahramanlarmış gibi günlerce medyada yer veriyoruz. Günlük hayatta olması gereken en basit dayanışma örneklerini bile ödüllendirecek duruma geldik/getirildik. Bu ödüllendirme örneklerinden bazıları ise, mesela Obama’ya Nobel Barış Ödülü’nün verilmesi gibi, insanı hayretlere düşürüyor ve ödül verme mekanizmalarının ne denli politik-ekonomik-toplumsal çıkarlarla içiçe geçtiğini gösteriyor.

Ama bütün bu ödül sistemi ve beraberinde getirdiği her türlü ayrıcalıkları, içinde yaşadıkları toplumsal konjonktürü gözönüne alarak reddeden insanlar da yok değil. Amerika’da Kızılderililerin durumuna dikkat çekmek için Oscar’a kendi yerine Kızılderili bir kadını gönderen Marlon Brando, Nobel’i reddeden Sartre ve geçenlerde Fransa’nın en “prestijli” madalyalarından olan Legion d”honneur’ü, Fransa’nın İsrail hükümetine verdiği desteği protesto etmek için kabul etmeyen ve sebeplerini bir mektupla açıklayan Faslı avukat-akademisyen Abdelaziz Naouidi benim ilk aklıma gelenler arasında. Naouidi, sadece Françios Hollande’yi ve sosyalist hükümeti İsrail yönetimini desteklediği için eleştirmek ve ödülü reddetmekle kalmıyor, aynı zamanda, Fransa’nın Filistin ile dayanışma eylemlerinin yasaklanmasını da kınıyor. Naouidi, İsrail’in 1952 Cenevre Sözleşmesi tarafından güvence altına alınan savaş zamanında sivilleri koruma yasasını ihlal ettiği için, insanlığa karşı suç işlemekten Uluslararası Hukuk Kurumları tarafından yargılanmasını istiyor. Savaş suçu işleyerek sivilleri katleden İsrail hükümetini destekleyen Hollande’nin de bu suça ortak olduğunu belirtiyor. Afrika’nın birçok ülkesinde savaş yürüten, açık bir şekilde İsrail’i destekleyen Fransa’nın kalkıp bir avukata insan haklarını ve adaleti savunduğu için ödül vermeye kalkmasına en güzel cevabı Naouidi vermiş zaten.

Faslı avukat Naouidi’nin ödülü reddetmesinin gerekçeleri, biraz yukarda da hatırlattığım gibi, politik konjonktürden kaynaklı bir tavır. Elbette, selamlanması gerekilen bir tavır ama “politik konjonktür farklı olsaydı Naouidi yine Legion d’honneur’ü reddermiydi?” diye de sormadan yapamıyor insan. Türkiye’den geçenlerde Nilüfer Göle’nin de aldığı Legion d’honneur nişanını reddeden diğer entellektüel, biliminsanı ve artistlerin bu tür, madalya, unvan ve ödülleri reddetmelerindeki veya mesafeli durmalarının altında yatan nedenler daha evrensel ve ilkeseldir. Örneğin çizgi-roman yazarı Jacques Tardi, Legion d’honneur ‘ü reddetmesinin sebebini “özgür bir insan olarak kalmak istiyorum” diyerek açıklamıştır. Tanınmış biliminsanları Pierre Curie ve Marie Curie’ye Legion d’honneur verildiğinde ise, iki biliminsanı bu unvana ihtiyaç duymadıklarını söyleyerek reddetmişlerdi. Filozof Jean-Paul Sartre Legion d’honneur’ü reddettikten sonra, Nobel’i de “özgürlüğü” adına reddetmişti. Roman yazarı, Georges Sande, anarşist şarkıcı Georges Brassens, Marcel Ayme gibi entellektüeller bu tür unvanları felsefi, politik ve etik açıdan sakıncalı gördükleri, nötr görmedikleri devletle bu tarz bir ilişkinin “bağımsızlıklarını” ve “özgürlüklerini” kısıtlayacağı için reddetmişlerdir.

Türkiye’deki “sanatçıların” duruşuna gelince; istisnalar hariç, Türkiye’de sanatçı olarakbildiklerimizin büyük bir çoğunluğu, bırakın devletle aralarına mesafe koymayı, ilkesel ve evrensel bir duruş sergilemeyi, devletin ve iktidarın bütün imtiyazlarını kullanmak için kılıktan kılığa girebiliyorlar. Bunun son örneği, hırsızlığı kanıtlanmış Erdoğan ve Bilal ile top oynayan sanatçılardır. Bırakın politik ve toplumsal meseleleri, en azından insani sebeplerden dolayı, çocuk yaşta polis tarafından öldürülen bir çocuğun, Berk’in Elvan’ın annesini mitingde yuhalatan bir diktatörle top oynamayarak, onun seçim propagandasına malzeme olmayarak, biraz da olsa kendi saygınlıklarını koruyabilirlerdi. Hem Berkin’e ağlayıp hem onun ve onlarca çocuğun katiliyle top oynamak, gazetecilere poz vermek, sanatçı duruşu değil, olsa olsa diktatörü eğlendirmek için soytarılık yapmaktır. Nerdesin Neşet Baba, sazın ve sözünle şunların kafasına vurarak: “devletin, zalimin ve hırsızın sanatçısı olunmaz; halkın, mazlumun, adaletin ve özgürlüğün sanatçısı olunmalı” desen ya!

 

Yoruma kapalı