Rafik Schami ve Suriye masalları – Sinan Gorgan

Rafik Schami ve Suriye masalları

Bir aydının foseptik çukurunda yitip gitmesi ve masallarla büyütülen savaş kışkırtıcılığı

Hayat bilgisinin değeri ve önemi üzerine bir kısa ders

 

“Savaştan ve yıkımdan ne kurtarmak istediğini” soran gazeteciye şöyle der Rafik Schami:

Kurtarmak istediklerim …

  1. Çocukların gülümsemesi.
    2. Suriyelilerin misafirperverliği.
    3. Onların öncesindeki huzurluluk/rahatlık hali.
    4. Onların benzersiz sözlü anlatımları ve alaycılıkları.
    5. Onların başka düşünceye sahip olanlarla barışcıl ilişkileri.
    6. Kendileri ile dalga geçebilmeleri ve muktedire karşı şakaları.
    7. Binlerce yıl barış bir şekilde bir arada yaşamış olan etnik ve dinsel çeşitlilikleri.

Rafık Schami. Tanımıyor musunuz?

Orhan Pamuk yarısı.

Kendisi, Suriye üzerine bizim Orhan Pamuk’un 5 katı çoklukta “aydın açıklaması” yapmış, 10 kat daha fazla miktarda, “Suriye savaşında Batı’nın müdahalesi ve ayaklanmacıların silahlandırması” lehinde beyanatlar vermiş bir Suriyeli yazardır.

Aslında barışın aydınıdır (idi) ve masalların, öykülerin yazarıdır. Öyle tanınmıştır.

Filistin-İsrail barışı için de çok yazar ve çok konuşur(du) ayrıca, yıllardan beri.

“Bunların hepsini yapmış ve söylemiş olsa da, “ne yazar” demeyin.

Rafik Schami” yazarsa ve söylerse, kamuoyu hafızasına çok şey “yazar”.

 

Böyle “söz gücü” olan bir yazarın hamaseti: “şimdi muhaliflerin silahlandırılması gerek” çağrısı yapınca yıkıcı oluyor(du).

Rafik Schami, barış söylemlerini terk etmeden, savaş partisine yazılmayı tercih etti.

Rafik Schami de kendi söz ustalığını, “büyük yalana” ekleyip, katanlar arasında yer aldı.

“Büyük yalan”ın Rafik Schami’ye ve Schami gibi “onaylayıcılara” çok ihtiyacı var(dı).

 

Savaşlar yalandan can bulur” diyor Alman gazeteci Jürgen Todenhöfer.

Kendisi, Almanya’nın saygın dış politika araştırmacılarından ve gazetecilerinden birisidir.

Bu dediği doğrudur.

Savaşın çıkarılması, derinleştirilip yaygınlaştırılması ve kazanılabilmesi için en az taraflardan birinin, “büyük yalan”a başvurması gerek.

 

Jürgen Todenhöferder’e kulak vermeye biraz devam edelim: “Hiçbir savaş, Suriye savaşı kadar yanlış aktarılmamıştır”.

Humus’ta, Dar’a da, (Damaskus) Şam’da sokaktaki vatandaşla konuşup, akşamında da Batılı politikacıları okuyan birisi, yanlış bir filmin içinde olduğunu düşünecektir”

ABD yönetimi hemen hemen her gün Suriyeli Diktatörü iç savaşı durdurmaya çağırıyor.

Sorun şu ki: ABD ve Suudi Arabistan, savaşı durdurmaya Esad’ın kendisinden daha muktedirler.”

 

Rafik Schami bence bu gerçeği hep bildi.

Rafik Schami ama tersini söyledi. Hep.

 

Onunla karşılaşmam Zürich’deki bir salon toplantısında oldu.

Zürich’deki Riedberg Doğu Kültürleri Müze’sinin bir salonuna davet edilmişti.

Tarihin bir cilvesi gibi, konuşmasını Wesendonck villasının bir salonunda yaptı.

Nazizmin başat kültür değerlerinden birini oluşturan müzisyen Wagner’in uzun yıllar yaşadığı binada, bizlere hitap etti.

 

Bu konuşmasında Rafik Schami’nin ilk aldığı rol, “Masalcı dede” rolü idi.

Nasıl olmasındı ki.

Suriye’nin sözlü kültürünü ve masallarını, hercümerc hikayelerini Avrupa kültürüne, Avrupa insanına ne güzel aktarmıştı.

Öyle ün yapmıştı.

Rafik Schami, bir saat süren toplantının sonuna doğru sadede geldi ve kendisini huşu içinde dinleyenlere “eski vatanı” Suriye’nin acılarını, özgürlüksüzlüğünü anlattı. Anlattı.

Ve sonunda bizlere çağrısını yaptı: Suriye’deki muhalifler silahlandırılmalıydılar.

Çok daha fazla ağır silaha ve desteğe ihtiyaçları vardı.

Salondaki İsviçreli dinleyiciler adeta trans haline geçmişlerdi.

Evet, evet, Diktatör yıkılmalıydı.

Batı muhaliflere ağır silah ve mühimmat göndermeliydi acilen ve daha çok.

Zürich sosyal-demokratların sürekli seçimleri kazandığı bir kenttir. Öyleyse, bu salonun izleyici bileşkesinin gereği, bu toplantının konservatiflerin bir tür ayini gibi olmaması gerekliydi.

Salondaki bu huşu duygusu ve savaş ruhu da ne olaydı ki?

Neyse!

Sesimi çıkarmayı arzu etmedim pek.

Sonra, izleyicilerin soru sırası geldiğinde, dayanamadım, “bir çift laf” da ben söylemek istedim.

Savaş baltalarını çıkarıp kuşanmış, bir salon dolusu izleyiciye ne denirse etkili olurdu? Suhulet ve barış için?

En güçlü “drama yüklü” olan örneği çıkardım heybemden.

Salondaki İsviçreliler’in bir büyük acılarını kendilerine hatırlatma yolunu seçtim.

Batı, daha fazla silah ve lojistik destek versin deniyor.”

Devam ettim: “Soruyorum: kime?”

O silahları eline alacak olanlar içindeki siyasi gruplardan biri, örneğin Mısır kökenli Cemaat-ül İslamiye’dir. Hatırlayın: birkaç yıl önce Mısır’da Luxor Piramidi’ni ziyaret eden turist grubuna bombalı saldırı olmuştu.

Aralarından 69 kişi öldürülmüştü. Bu ölenler arasında 34 tane de İsviçre vatandaşı vardı. Unutmayın, Luxor’daki bu saldırıyı Cemaat-ül İslamiye adlı İslamcı grup üstlenmişti.”

Onlar, diğerleri yanında 34 İsviçre vatandaşının da katilleridir. Şimdi bunlara silah verilmesini mi savunuyorsunuz?”

 

Bilgimden emindim. Bunun çarpıcı bir örnek olduğunu düşünüyordum.

Bu sözlerin salondakileri etkileyeceğini düşünüyordum.

 

Tesadüfen o sabah, Milliyet gazetesinde okuduğum bir haberin bilgisini de sözlerime eklemek istedim:

İstanbul’da Britanya konsolosluğuna ve bir Musevi sinagogu’na saldırılandan birisinin de bugün Suriye’de öldürüldüğü haberi Türk gazetelerinde yer aldı.

Sizin silah verilmesini istediğiniz kişiler işte bunlar.”

 

Haberin orjinali şöyleydi:

Milliyet, 18 Ağustos 2012

Suriye’de El Kaideci 3. Türk de öldürüldü”

Suriye’de muhaliflerin saflarında, Esad ordusuna karşı savaşan El Kaide üyeleri Osman Karahan ve Metin Ekinci’den sonra Baki Yiğit de öldürüldü.”

Yiğit, İstanbul’da 2003’teki ikiz saldırıları organize ettiği iddiasıyla müebbet hapis istemiyle yargılanmıştı.”

İstanbul’da 15-20 Kasım 2003 tarihlerinde gerçekleştirilen saldırıyı organize ettiği gerekçesiyle ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına çarptırılan Baki Yiğit’in de Halep’te ordu güçlerince öldürüldüğü iddia edildi. Suriye’de muhaliflerin saflarında, orduya karşı savaşan El Kaide terör örgütü üyeleri Avukat Osman Karahan ve Metin Ekinci’den sonra Yiğit’in de öldürülmesi El Kaide’nin Türk yapılanmasının Suriye’de kamp kurduğunu ortaya koydu.”

 

Konuşmam sırasında gerilmiştim.

Kızgınlığımı ana dilim olmayan bir dilde ifade etmek zor gelmişti bana.

Ama konuşmanın etkisi olacağını, taşı gediğine koyduğumu düşünüyordum.

Oturdum. Bekledim. Şimdi etkinin sonucunu duymak istiyordum.

Yaşlıca bir kadın söz aldı benden sonra. Ayağa kalkması ile söze başlaması arasında bir süre geçti. Bir an önce duymak istiyordum.

 

Yaşlı kadın: “Bu Esad’a karşı neden suikast yapıp, onu hemen öldürmezler?” dedi.

 

Sarsılmıştım. Bunu beklemiyordum.

Salonda bulunan diğerlerinin gözlerinde bana bir tür destek bakışı aradım. Yoktu.

O gün, toplantının adından sürekli düşündüm: derdimi anlatmakta, duygularımı aktarmakta ve iletmekte, neden başarısız olmuştum?

Dil yetersizliği? İfade güçsüzlüğü?

Bulamamamıştım.

 

Üzerinden yıllar geçti.

Binlerce Suriyeli daha öldü. Binlercesi ise daha yerlerinden yurtlarından oldu.

Kan büyüdü. Acı katlandı. Yıkım derinleşti, çığlık kulakları sağır edecek duruma geldi.

O gün, geleceği tasavvur edemeyenler, yaşanacak acıyı gözlerinin önüne getiremeyenler, akacak kanın çokluğunu tahayyül edemeyenler, şimdi bilebilmeliler. Gerçeği. Neyin ne olduğunu.

Hristiyanlar, Sünniler, Aleviler katledildiler. Ermeniler sürüldüler.

Ezidiler. İsmaililer. Caferiler. Dürziler. Yahudiler…

Kafalar kesildi. Kan nehir oldu, aktı. Mozaik parçalandı. Yıkılmadı ama, artık mecalsiz, perişan.

Halep, Lazkiye, Humus harap. Tüm ülke harap.

 

Yok.

Anlayışta bir değişiklik yok.

Bakış açısında bir farklılık hala yok.

Hala.

 

O yaşlı kadına bugün yine sorsak, “söyle, ne yapılmalı şimdi” desek, sözü muhtemelen şöyle olur: “Bu Esad’a karşı neden suikast yapıp, onu hemen öldürmezler?”

 

Bu süre içinde, bu geçen aylar ve yıllar içinde gazete matbaalarında dönen rotatifler boşuna mı döndüler?

Binlerce, milyonlarca, milyarlarca pixel renk hücresi ile resimleri bizlere aktaran ekranlar boşuna mı doldular?

Kare kare gerçekleri bize aktaran binlerce ve milyonlarca fotoğraf boşuna mı çekildi?

Ya sözler?

Sözler nereye gitti?

 

Gerçeği anlamak için gözler görmez. Bu yetmez.

Kulaklar duymaz. Bu yetmez.

Görme eylemi, beyin hücrelerinin herhangi bir yerinde meydana geliyor.

Duyma eylemi, beynimizin her hangi bir yerinde gerçekleşiyor.

Gerçeği görmek ve duymak için, anlamak gerekiyor: esnasında ve sonrasında olayın / olgunun.

Anlamak için ise bilgi gerek. Bilimsel bilgi. Siyasal bilgi. Felsefi bilgi. Hayat bilgisi.

O olmadan, onlar olmadan, ne yaparsan yap, görülmüyor ve duyulmuyor gerçek.

 

Şimdi anlıyorum, o toplantıda neden başarısız olduğumu.

11 Eylül 2014

 

HER ŞEYE TIPATIP UYAN VE HER ŞEYİ ÇOKTAN BİLENLERİN ŞARKISI

bir şey yapılması gerektiğini ve de hemen

çoktan biliyoruz

ama daha erken olduğunu bir şey yapmak için

ama artık geç olduğunu bir şey daha yapmak için

çoktan biliyoruz

 

ve işlerimizin yolunda olduğunu

ve bunun böyle süreceğini

ve bunun anlamı olmadığını

çoktan biliyoruz

 

ve suçlu olduğumuzu

ve suçlu oluşumuzda bir suçumuz olmadığını

ve elimizden bir şey gelmeyişinde suçlu olduğumuzu

ve bunun bize yettiğini

çoktan biliyoruz

 

ve belki de ağzımızı tutmanın daha iyi olacağını

ve ağzımızı tutmayacağımızı

çoktan biliyoruz

çoktan biliyoruz

 

ve kimseye yardım edemiyeceğimizi

ve bize kimsenin yardım etmeyeceğini

çoktan biliyoruz

 

ve yetenekli olduğumuzu

ve hiç ve gene hiç arasında seçme yapabileceğimizi

ve bu sorunu temelden incelememiz gerektiğini

ve çaya iki tane şeker attığımızı

çoktan biliyoruz

 

ve baskıya karşı olduğumuzu

ve sigaraların pahalılaştığını

çoktan biliyoruz

 

ve her seferinde bir şeyin olacağını önceden kestirdiğimizi

ve her seferinde haklı çıkacağımızı

ve bundan bir şey çıkmayacağını

çoktan biliyoruz

 

ve her şeyin yalan olduğunu

çoktan biliyoruz

 

ve bir şeyi atlatmanın her şey değilde hiçbir şey olduğunu

çoktan biliyoruz

 

ve bizim bunu atlatacağımızı

çoktan biliyoruz

 

ve bütün bunların yeni olmadığını

ve yaşamanın güzel olduğunu

ve bunun her şey olduğunu

çoktan biliyoruz

çoktan biliyoruz

çoktan biliyoruz

 

ve bunu çoktan bildiğimizi

çoktan biliyoruz.

 

 

Hans Magnus ENZENSBERGER

Çeviri: Sezer DURU

 

Yoruma kapalı