Arap Aleviler kendilerini güvende hissetmiyor

Türkiye’nin güney illerinde yaklaşık 1 milyon nüfusa sahip olan Arap Aleviler, yaşadıkları sorunlar ve talepleri, Suriye’deki gelişmeler üzerine Dr. HAKAN MERTCAN ile konuştuk.

“Nusayri” diye de anılan Alevi Araplar kendileri için hangi adı uygun buluyor?  Anadolu Alevilerinden farklı yönleri, -ibadet, inanç-teoloji ve yaşam tarzı bakımından- nelerdir?

Nusayri olarak adlandırılan topluluk kendini genel olarak Alevi olarak tanımlar. Topluluk kendini asıl olarak Hz. Ali ve onun evlatlarına ait öğretilere bağlı olarak gördüğü için, topluluk üyeleri kendilerini Alevi olarak nitelerler. Nusayri ismi Arap Alevi toplumunun tarihsel önderlerinden olan Muhammed bin Nusayr’dan gelmektedir. Muhammed bin Nusayr, 11. İmam Hasan el-Askeri’nin en yakın müridi olarak görülür ve imamların öğretilerini kendinden sonraki kuşaklara aktaran tarihsel bir lider olarak kabul edilir… Nusayri ismi erken dönem Şii yazarlarınca bu topluluğu tahkir etmek, aşağılamak, zındıklık ve aşırılıkla suçlamak üzere ortaya atılmıştır. Alevilerin geneline yapılan tipik suçlamalarla bezenmiş iftiralar Muhammed bin Nusayr’ın ardından yürüyen bu Alevi kesimine yöneltilmiş ve bu insanlar sapkın ilan edilmiştir. Bu haksız ithamlar yüzyıllardır bu halka çok ağır bedeller ödetmiştir. İşte bakın burada Anadolu Alevileriyle ortaklıkları hemen görülüyor. Bir kere, bütün Alevi topluluklar iftiralara uğramış, sapkın ilan edilmiş, çeşitli biçimlerde ortadan kaldırılmaya çalışılmıştır. Çünkü onlar İslam’ın egemenlik kuran biçiminden (Sünni ortodoksiden) farklı olagelmişlerdir. İkincisi, memba ortak: Aşk-ı Ali. Alevi topluluklar açısından Ehl-i Beyt, Hz. Ali ve evlatları (İmamlar) kutsal bir misyonu mimlemektedir… Kuşkusuz zamanın, coğrafya, iktidar ve dil farklılaşmalarının araya girmesi yeni kimlik biçimlerini beslemiştir. (Baktığınızda Arap Alevilerin, anadilleri Arapça dolayısıyla geçmişle bağları daha sıcaktır. Örneğin Aleviler için hayati önemi olan Gadir Humm Bayramı Arap Alevilerce canlı bir biçimde kutlanırken, -geleneğin tersine- bugün Anadolu Alevileri neredeyse bu bayramın varlığını hatırlamıyor). Bugün Arap Aleviler hem öğreti olarak hem ritüel bakımından Anadolu Aleviliğinden farklılıklar taşır. Örneğin Arap Alevilerin cemi biraz daha farklıdır, orada telli kuran (saz) ve semah göremezsiniz fakat nihayet, ayrı-gayrı değildir: Cemleşmek. Bu meseleyi kısaca şöyle ifade edeyim, boşuna denilmemiştir: Yol “bir”, sürek binbir. Kabukta farklılıklar cevherde de farklılığı gerektirmez. Zahir olanın ötesindeki hakikatin ne kadar farklı olduğunu da hakikat sırrı, ehliyle buluşacağı için yine ancak ehil olanlar bilecektir…

Arap Alevilerin toplam nüfusu ne kadar? Ağırlıklı olarak hangi ülkelerde ve ülkelerin içinde hangi bölgelerde yaşıyorlar?

Arap Alevilerin yaşadığı birçok ülkenin nüfus sayımına ilişkin sahip oldukları politika gereği bu konuda kesin rakamlar vermek mümkün değil. Örneğin Türkiye’de, güney bölgesinde, Antakya, Adana ve Mersin’de yoğun bir biçimde yaşayan Arap Alevilerin bir milyonun üzerinde bir nüfusa sahip olduğunu tahmin ediyorum. Suriye’de ağırlıklı olarak Alevi Dağları’nda, Lazkiye bölgesinde yaşamaktalar; Hama, Humus ve Şam’da hatırı sayılır bir nüfus var. Bu sayının, Suriye’nin toplam nüfusunun %12- %15’ini temsil ettiği belirtiliyor. Lübnan’da özellikle Trabluşşam’da, Cebel Muhsin bölgesinde önemli bir yerleşim var. Ayrıca şunu belirtelim, Lübnan’ın özel bir konumu var. Burada Aleviler, birçok farklı topluluk gibi resmi olarak tanınmışlar, parlamentoda temsil hakları vardır. Yoğun bir nüfusun olduğu Suriye’de kamusal olarak Alevilerin neredeyse esamesi okunmaz… İran, Irak, Suudi Arabistan gibi birçok Ortadoğu ülkesinde -kimi yerde Şiilik adı altında kimi yerde tamamen sukut içinde- var olduklarını söyleyebilirim. 19. yüzyıl sonundan itibaren çeşitli göç dalgalarıyla dünyanın birçok bölgesine dağılmışlardır. ABD, Avustralya, birçok Batı Avrupa ülkesi dışında Güney Amerika ülkelerinde dikkat çekici bir örgütlü nüfus bulunmaktadır. Arjantin ve Brezilya bu konuda anılmayı hakkeden ülkelerdir. Türkiye’deki Arap Alevilerin ilk ortak dergisi olma yolunda yürüyen Ehlen’de bu konuda bir yazı dizisi hazırlıyoruz, bu sayıda Arjantin’i ele aldık, insanların birçoğu çok şaşırdı, Arjantin’de Arap Aleviler ne geziyor diye. Eh muktedirler nelere kadir…

Türkiye sınırları içindeki Arap Alevileri inançsal/etnik/kültürel açıdan hangi sorunları yaşıyorlar? “Türk” ulus-devlet anlayışı Arap Alevileri nasıl etkiledi?  

Sondan başlarsam daha net cevap verebilirim. Etnik temelli bir milliyetçiliği temsil eden “Türk” ulus-devlet anlayışı Türk-Sünni olmayan bütün topluluklar gibi, Arap Alevileri oldukça derinden etkilemiştir. Cumhuriyet öncesinde, özellikle II. Abdülhamid döneminde büyük gayretlerle Sünnileştirilmeye çalışılan bu insanlar, kuruluşuna çeşitli biçimlerde katkı sundukları bu cumhuriyet döneminde de Türkleştirilmeye çalışılmışlardır. Aslında Türklüğün dışında başka seçenek önlerine konulmamıştır. Her türlü aşağılamaya maruz bırakılan etnik kimlikleri (Araplık) bütün toplumsal görünürlükleriyle ortadan kaldırılmaya hatta bilinçlerdeki izler kazınmaya çalışılmıştır. Yeni bir hafıza armağan edilmiştir: Göğsünüz kabarsın Türklüğünüzle, denilmiştir. Laf olsun diye söylemiyorum, bu konudaki çalışmamda bunlara ilişkin birçok resmi belge görebilirsiniz. Sizler öz Türksünüz, Eti Türküsünüz, denilmiştir. Bu insanların Araplığını yok etmek üzere sistemli bir politika izlenmiştir. Özellikle 1930’lu ve 1940’lı yıllarda yoğun olarak bu politikalar hayata geçirilmiştir. Hars Komitaları adı altında kurulan kuruluşlarla bu insanların benliği kırıma uğratılmıştır. Dilleri ellerinden alınmış bir halk susturulmak, dilsiz bırakılmak istenmiştir. Biyolojik olarak ölmek fenadır ama ölmeden ölmek daha fena olsa gerek. İnsan yaşıyor ama başka bir varlık olarak yaşamaya mahkum ediliyor. İradeniz dışında başka bir varlığa dönüştürülüyorsunuz, bundan daha büyük sorun olur mu? Dilinizi kaybettiğinizde, tarihinizle bağınız kopuyor, geleneklerinize, örflerinize, kültürel değerlerinize, edebiyatınıza, kendi ailenizin macerasına bile yabancılaşıyorsunuz. Dil basit bir iletişim aracı değil, var olmanın biçimidir. Dili, hafızası elinden alınan topluluk artık yeni bir kalıba dökülebilecek hamur haline getiriliyor. Bu insanlara sen bu değil aslında şusun deniliyor, bu yeter bir kötülük değil mi? Alevilikleri eski Türk inancının bir yansıması olarak tanımlanmaya çalışılıyor, inançları Türklükle ilişkilendirildiği ölçüde makbul oluyor! Bugün gençlerin önemli bir kısmı anadilini yitirmiş durumda, dolayısıyla Arapça yürütülen Alevi inancı eğitimi de büyük yara almış durumda. Gerisini siz hesap edin.

Türkiye’deki Arap Alevilerin anadilinde (Arapça) eğitim talebi var mı? Seçmeli ders olarak görülmesinde hangi sorunlar yaşanıyor?

Güçlü bir talep olduğu söylenemez ama bu da normal. Bu tür taleplerin güçlü olabilmesi için örgütlü bir toplum olmak gerekmektedir. Arap Alevilerin sivil toplum hareketi daha emekleme düzeyindedir, çok bir geçmişi yok. Ama durum umutsuz da değil. Birçok dernek ve vakıf kurulmakta, bugün cılız da olsa kimlik haklarına ilişkin talepler dillendirmekteler, anadil eğitimi talebi de bunlar arasında yer almaktadır. Üstelik umut veren genç bir eğitimli kuşak beliriyor. Bakın son dönemdeki eylemlerde Arapça pankartlar-dövizler ve sloganlar kendini gösteriyor. Bu çığlık bence kesinlikle büyüyecek. Seçmeli ders meselesinde, değerli Arap filoloğu Mahmut Ağbaht, henüz yeterli talep oluşmadığını ve bunda velilerin yeterince ve doğru biçimde bilgilendirilmemesinin rolü olduğunu ifade etmekte. Bunun da ötesinde devletin uzun yıllar boyunca Arapçayı “kapı dışarı” etmesi, olumsuz yargılar oluşturması sonucu kendisi Arap olduğu halde çocuklarına Arapça “tek kelime” öğretmemekle övünen bir kesim bile ortaya çıkmıştır. Şimdi bu ötekileştirme karşısında seçmeli derse yönelmenin zorluklarını siz hesap edin. Öncelikle Arapçaya yönelik olumsuz bakışın kırılması için çalışmalar yapılmalıdır… Anadilin yanı sıra inançlarına ilişkin talepleri de bulunmakta: Aleviliğin asimilasyonundan, zorunlu din öğretiminden vazgeçilmesi, inançlarına yönelik baskılara, Diyanet’in varlığına son verilmesi, inanç-ibadet mekanlarının hukuki statü sorununun çözülmesi şeklinde talepleri de var.

Arap kültürünün yaşatılması için neler yapılmalı?

Bir kültürün yaşatılması için o kültür mensuplarına, o topluluğu kanaat ve inanç önderlerine önemli roller düştüğü kesin fakat bundan öte hukuk sisteminin belirleyicisi konumundaki güçlere, kısacası devlete düşen sorumluluk çok daha önemlidir. Devlet denilen aygıtın asimilasyon politikalarına, topluluğun benliğini kıran uygulamalara son verip, kimlik haklarını tanıması gerekiyor. Topluluk mensuplarının da uzak bir hedefmiş gibi duran bu kimlik hakları için örgütlü bir biçimde mücadele yürütmesi öncelikli bir konumdadır.

Suriye’deki Arap Alevilerin durumu -iç savaş öncesinde ve sonrasında- nasıl? İnançlarını özgürce yaşama olanağı var mı?

Öncelikle şunu ifade etmek isterim Suriye’de yürütülen savaşa ilişkin çeşitli kavramsal tanımlamalar yapılıyor, bunların ayrıntısına girmeye gerek yok ama şu kadarını söyleyeyim; oradaki bence iç savaşın dışında bir şey. İç savaş gibi sunuldu hep ama büyük ölçüde emperyal güçlerin desteğiyle, dışarıdan derlenip toplanan fanatik dini grupların yürüttüğü bir yıkım harekatı var, bana sorarsanız bir barbar akımı! Bu yıkım harekatı öncesi Suriye’de seküler denilebilecek bir yapının şemsiyesi altında farklı inanç gruplarının göreli bir rahatlık içinde yaşam sürdüğü söylenebilir. Örneğin Hristiyanların Türkiye’den çok daha rahat içinde olduklarını ben bizzat gözlemledim. Alevilere gelince biraz durmak lazım. Gerçekle hiç bağlantısı olmayan şöyle bir söyleme çok sık rastlarız. Suriye bir Alevi devleti/diktatörlüğü. Kısaca Aleviler Suriye’de egemen konumdaymış gibi sunulur, bu kesinlikle doğru değil. Bazı kilit bürokratik kademelerde Alevileri görebilirsiniz ama Aleviliği göremezsiniz. Alevilik kamusal bir görünürlüğe sahip olmadığı gibi insanlar Aleviliğini dillendirmekten genel olarak kaçınırlar. Özetle Alevilik resmi düzlemde pek görülemez. Yani Aleviliğin egemenliği falan yoktur. Fakat bununla birlikte Aleviler kendi yaşam alanlarında göreli bir rahatlık içinde yaşarlardı, inanç merkezleri devlet baskısından uzaktır, kamusal olarak aşağılanmaz, medeni hayatın olanaklarından yararlanırlardı. Şimdi ontolojik bir sorunla karşı karşıyalar, Türkçesi, var olma ve yok olma arasındalar…

Arap Alevilere yönelik saldırılar ve katliamlar hakkında bilgi verir misiniz? Bu saldırıları hangi güçler gerçekleştiriyor?

Arap Alevilere yönelik katliamlar denilince aklıma hemen 2013 yılının Ağustos ayı başında Lazkiye’nin doğu kırsalına 6 cepheden başlatılan ve sahada savaşan bütün grupların katıldığı ve  IŞİD’in komuta ettiği  ”Ümmül Müminin Ayşe’nin Torunları” operasyonu geliyor. (Sahil tarafındaki Alevilerin bölgeyi işgal ettiğini söyleyen Körfez Selefi şeyhlerinin de burada dönen savaşı özel olarak finanse ettiklerini de söylemek gerekiyor.) İnsan Hakları İzleme Örgütü’nün yayımladığı rapora göre, sivillere yönelik bu katliamda en az 190 sivil katledildi ve çoğu kadın ve çocuk 200 kişi de kaçırıldı. Farklı kaynaklarda daha yüksek rakamlar görülebiliyor. Yine bu katliamda Alevi dinȋ liderlerinden Şeyh Bedir Gazzal acımasızca infaz edildi… Toplu kıyımların olduğu bir diğer katliam da 2014 Şubat ayında Hama’nın kuzeyindeki Alevi Maan köyünde gerçekleşti. Yine sahadaki silahlı grupların müşterek başlattığı saldırıda 70 civarında Alevi katledildi. İçinde engelli ve yaşlı vatandaşların olduğu, aynı aileden onlarca kişinin kesildiği bir katliam oldu… Bunların dışında intihar eylemleri ile birçok Alevi köy hedef alındı. Özellikle de Hama ve Humus’un doğusunda yer alan Alevi köyleri, IŞİD ve Nusra Cephesi tarafından onlarca defa hedef alındı. Bunlardan BBC ve diğer haber ajanslarının da geçtiği Hama’nın Kefate, Humus’un da Um’el İmd köyleri, okulların önlerinde patlatılan bombalı araçlarla, çoğu çocuk 40’a yakın kayıp verdi… Hasan Sivri’nin haberlerinden takip edebildiğim kadarıyla, son dönemlerde IŞİD yine Humus ve Hama’nın doğusunda özel olarak ”Nusayri Köyleri İşgal” adını verdiği operasyonlarla onlarca Alevi köyünde intihar eylemleri gerçekleştirdi. Bu operasyonlar kapsamında Mayıs sonunda basılan Alevi Znuba köyünde de biri 102 yaşındaki yaşlı insan olmak üzere aynı aileden 5 kişi, bir kısmı diri diri yakılarak, öldürüldü. İnsan anlatırken utanıyor ama gerçek bu. Görüştüğüm kimseler bu barbar akımına karşı direnişte on binlerce Alevi gencinin öldüğünü aktarıyor. Emin değilim ama sayının 30 binin üzerinde, 40 binin üzerinde olduğunu söyleyenler var. Ayrıca bu direnişte sadece Aleviler, Hristiyanlar vb. topluluklar değil Sünni Müslümanlar da büyük kayıplar vermektedir. Bu barbarların anlayışına karşı duran büyük bir Sünni kesim var, onları saygıyla anmalıyız.

Sınırın kuzeyindeki Arap Alevi halk güneyindeki savaş ve katliamdan nasıl etkileniyor (can güvenliği, akrabalara yönelik şiddet vb bakımından)?  AKP hükümetinin Suriye’ye yönelik politikaları nasıl değerlendiriliyor?

Antakya fırsat buldukça gittiğim “sevgili yurdum”dur. Savaşın etkilerini doğrudan gözlediğim “acıklı yurdum”dur. Gidemediğimde dostlarımdan dinlerim olayları, birincil kaynaklardan… Bu kirli savaşın hazırlık aşamasından beri Arap Aleviler kendi varoluşlarını tehlikede görmekteydi. Hatırlanacağı üzere AKP Suriye söylemini Esad’ın Alevi kimliği ön plana çıkarılarak, Suriye’nin Nusayri-Alevi devleti/diktatörlüğü olduğu, bundan hareketle “Nusayriler” Sünni kardeşlerimizi katlediyor, üzerinden kurdu. Peki kimdi bu Nusayriler? O günkü yazılı ve görsel basın incelendiğinde başta Antakya olmak üzere güneyde yaşayan, açıkça hedef gösterilen ve aleni olarak kendilerine kaşı nefret suçu işlenen Arap Alevilerinden başkası değildi. Bunun yanı sıra Antakya eli kanlı katillerin cirit attığı bir kent haline getirildi. Varoluşları tehlikede olan bu insanların seslerini duyurmak için yaptığı her basın açıklaması, her eylem siyasal iktidar ve medya tarafından “diktatörün, katilin adamları”  yaftasıyla damgalanarak sunuldu. El-Kaide, Nusra Cephesi, IŞİD’in kentlerinde olduğunu, can güvenliklerinin olmadığını, gasp, tehdit, taciz vb olaylarla karşı karşıya kaldıklarını duyurmaya çalıştılar. Seslerini kesmek için sürekli dozajı arttırılmış bir şiddete maruz kaldılar. Gezi olayları sürecinde Antakya’da eylemlerin bu kadar yoğun yaşanmasının, Abdullah Cömert’in ve Ahmet Atakan’ın katlinde, polisin pervasız şiddetinin nedenini tam da burada görmek gerekir.

Bu süreçte kendilerine karşı nefret suçu işlenen, can güvenliğimiz yok, gece Suriye’deki akrabalarımızı katleden caniler gündüz bizim sokaklarda diye haykıran Arap Alevilere karşı tavırlarından dolayı, bugün konjonktür değişince (IŞİD vesilesiyle) yapılan katliamları, barbarlığı görmeye başlayan, her şeyi bilen köşe yazarından aydınına, medyasına kadar herkesin utanç içinde olması lazım… Ayrıca toplumsal dokusu geri dönüşü çok zor biçimde hasara uğrayan, akşamları kadınlı erkekli sokaklarında rahatça dolaşılan Antakya’nın, sokaklarında ve sınırlarında barbarlarca cirit atılan Antakya’ya dönüştürülmesinde katkısı olanların, sessizliğe bürünen “aydınların”, en önemlisi medyanın hesap vermesi gerekmektedir.

Kendilerine karşı rahatlıkla nefret suçu işlenen Arap Aleviler için AKP hükümetinin Suriye’ye yönelik politikası çok nettir. Verilen mesajlar açıktır; örneğin Reyhanlı katliamından sonra “53 Sünni vatandaşımız şehit edildi” söylemi… Devletin, mezhepçi Suriye politikasının yalnızca Suriye’deki halklara karşı değil kendilerine karşı olduğunu da düşünmektedirler. Burada şunu belirtmek lazım: Kendilerine karşı tanımlamasını, ayrıştırılmaya çalışıldıkları bütün Aleviler için kullanmaktadırlar. Yani bu Sünni merkezli politikalarla genelde Suriye özelde Türkiye’deki bütün Aleviler hedefe alınmıştır, düşüncesi yaygın bir kabul görmektedir.

***Bu röportajın kısaltılmış hali Siyaset’in 16. (Temmuz 2014) sayısında yayımlandı.

Yoruma kapalı