Özgür Gündem Gazetesi’nden Günay Aksay ve Zana Kaya Sırrı Süreyya Önder’le son İmralı ziyaretiyle ilgili bir röportaj gerçekleştirdi. Öcalan’ın, kamuoyunda çok tartışılan Cumhurbaşkanlığı seçimleri ve aday profili konusunda çarpıcı tespit ve önerilerini aktaran röportajın birinci kısmı aşağıda. İkinci kısmını da okurlarımızla paylaşacağız.
Günay Aksay-Zana Kaya- Özgür Gündem
HDP Heyeti’nin İmralı’dan getirdiği mesaj, süreç konusunda umutları yeniden güçlendirdi. Öcalan’ın merakla beklenen değerlendirmeleri, tam da kaosa doğru giden süreci yeni bir eşiğe taşıdı. Kürt hareketinden hükümete, tüm Türkiye halklarına yeni sorumluluklar yükleyen bir sürece giriliyor. Ortak vatan-demokratik ulus perspektifine yeni imkanlar yaratan bu sürecin halklara yüklediği sorumluluğu, cumhurbaşkanlığı seçimlerinin önemini, umut verici başlangıcı Öcalan’ın nasıl değerlendirdiğini HDP Milletvekili Sırrı Süreyya Önder’e sorduk. İşte söyleşinin ilk bölümü…
Çözüm süreci konusunda kamuoyunda, Kürdistan’da tıkanmanın olduğu yönünde bir görüş hakimdi ve gerginlik son dönemlerde tırmanmıştı. Hükümetin yaklaşımlarına dair kuşkunun tepkiye dönüştüğü bir dönemde görüşme gerçekleşti. Sayın Öcalan’ın sürece dair genel değerlendirmesi ne oldu?
Bu tespitlerin hiçbirisi bir yanılsama ya da bizlerin uydurduğu vesveseler değildi. Gençler açısından da durum böyle. Evet süreç kaotik bir hal almıştı. Bu süreç için kaygılanan herkesin kaygıları da yerden göğe kadar haklı ve doğru kaygılar. Ortada bir yanılsama veya yanlış anlama yok. Peki bu nereden kaynaklanıyordu? Bu hükümetin başından beri sürece yaklaşımını belirleyen ana karakteristik özelliği var. Bir ikircilikli tutumu; iki tek yanlı; üç dayatmacı; dört cesur değil. Bütün bunlar varken süreci yürüten iki önemli şey vardı. Birincisi Sayın Öcalan’ın başlatmış olduğu sürece sahip çıkma ve hep geliştirmeye çalışma iradesi; diğeri de Kürt halkı, gençliği, kadını, siyasi kurumlar olmak üzere bütün Kürt siyaset alanlarının ve temsiliyetlerinin Sayın Öcalan iradesine güç veren tutumları. Ama bu hayatın pratiği içinde gelebileceği son noktaya gelmiştir. Sayın Öcalan’ın tabiriyle ortaya çıkan bu zorlayıcı gelişmeler tüm bu sürecin doğal bir sonucu. Başta böyle okumak lazım.
Peki ne değişti ya da ne yapılmıyordu. Sayın Öcalan baştan beri bu meselenin siyasi bir mesele olduğunu, kendisinin devletle ve devlet heyetleriyle yürüttüğü görüşmelerin süreci başlatmak ve çerçevelemek için önemli ve hayati olduğunu ama sürdürmek için devlet heyetinin dışında siyaset kurumunun ve siyasi temsiliyetlerin devreye girmesi ve bu müzakerelerin esas olarak siyasi heyetler arasında yapılması gerektiği gerçekliğine sürekli vurgu yapıyor. Dolayısıyla değişen budur. Özellikle son bir aydır gerek hükümet ve gerek AKP cenahında yoğun tartışmalar yaşandığını biliyoruz. Çünkü süreç bu haliyle götürülebilecek son noktaya gelmişti. Hatta geçmişti bile. Artık ‘mış’ gibi yapmakla yürümeyecek bir nirengi oluşmuştu. Bu anlamda kamuoyuna yansıyan ya da bize yansıtılan şekliyle hükümet kanadında böyle bir şey ortaya çıktı. Bunun pratikteki yansımalarını da gördük. Son bir ay içinde komuoyuna yansıyan ve yansımayan yoğun bir siyasi heyetler arası görüşmeler başlamıştı. Sayın Öcalan’ın da devletle görüşmeleri sıklaştı ve ilk defa siyasi bir irade belirdi. Çok kesin ve net cümlelerle anlatılamayacak bile olsa yine de böyle bir irade var. Bunu Sayın Öcalan çok önemsiyor, bizler de öyle.
Siyasi heyetlerin bu süreci müzakere boyutunda rol alması sadece bundan ibaret bir şey değil. Neye tekabul ediyor? Bu aynı zamanda sürecin yasal çerçevesinin oluşturulması ve bozucu alan olarak nitelediğimiz bir takım -bizim başından beri yol temizliği başlığı altında özetlediğimiz- şeylerin yapılması. Bu nedir? Başta Terörle Mücadele Kanunu, pratik ama çok hayati mesele olarak hasta tutsakların meselesinin çözülmesi, -ki fiiliyatta TMK’den kaynaklanan engeller söz konusu. Üçüncüsü yerel demokrasinin güçlendirilmesine dönük yapısal dönüşümler ve bunun kanuni altyapısı. Sayın Öcalan’ın umut verici bir başlangıç olarak nitelediği mesele bunların tümü ve belki de henüz bize Sayın Öcalan tarafından aktarılmayan ama kendisinin umutlu konuştuğu diğer gelişmeler diyebiliriz.
Siyasi heyet görüşmelerinden ne kastediyorsunuz?
Şimdilik BDP-HDP heyeti ile bakanlar ve AKP’li siyasetçilerin yaptığı görüşmeleri kastediyoruz. Fakat bu giderek zaten Sayın Öcalan’ın başmüzakereci olma vasfıyla giderek sadece siyasetçilerle değil, siyasetçiler başta olmak üzere STK temsilcileri, medya temsilcileri ve bilim insanları ile başlayan bir dizi görüşmeler yapması anlamına geliyor. Yani şu an BDP-HDP ve AKP kabine ölçeğinde yürüyen bu süreç giderek böyle bir hal almak durumunda.
Yeni bir aşama vurgusu var. Elinizde bir yol haritası, takvimlendirme var mı?
Bu takvimin sanırım iki üç hafta içerisinde Sayın Öcalan’la ortaklaşılarak bize aktarılacağını düşünüyoruz. Tartışmaları yürütenlerden birisi olarak izlenimim odur ki iki-üç hafta içinde böyle bir ortaklaşma çerçevesi ortaya çıkabilir.
Kürdistan’da karakollara karşı başlayan yoğun bir halk eylemliliği söz konusu. Ne zaman bir gerginlik, sorun oluşsa, Türkiye’deki egemen medya, kimi libareller ve hükümet kanadı ‘Sayın Öcalan söylesin sorun bitsin’ şeklinde bir yaklaşım içinde oluyor. Sayın Öcalan bu yaklaşımlara, eylemlere ve gerillaya katılan çocuklar üzerinden süren tartışmaya dair ne dedi?
Sayın Öcalan’ı tanıyanlar, onu izleyenler, onun perspektifinden bilgilenenler, tarihselliği içerisinde izleyebilenler şunu zaten bilirler ki Sayın Öcalan’ın kimseye eylem başlatın ya da eylem bitirin şeklinde bir tutumu hiçbir zaman olmamıştır. Genel yaklaşımı ilkesel olarak üç boyutuyla bir meseleyi irdelemek ve öneriler geliştirmektir. Birincisi ilkesel boyuttur. İkincisi, tarihsel-felsefi boyutudur. Hiçbir meseleyi tarihselliğiyle değerlendirmeden ele almaz. En basit bir öneride bile bunu yaptığını hiç görmedik. Üçüncüsü; pratiğe dönük öneri ya da eleştirileri olabilir. Yani kamuoyundaki şu yaklaşımları medya başlığı altında çok amansız eleştirir. İşte Sayın Öcalan ‘durun’ der bunlar dururlar ya da ‘gönderin’ der gönderirler. Bunların tümünü, meselenin ciddiyetini kavramaktan uzak, sorumsuz hatta tehlikeli yaklaşımlar olarak değerlendirdi. “Onun yerine meseleyi anlamaya ve ilkesel boyutta yaklaşımlar geliştirmeye çalışsalar gerçeği görecekler” dedi.
Orada bir provokasyon değerlendirmesi yaptı. Ama bu provokasyonda ne gençliği ne Kürt siyasal kurumlarını ne de pratikte devleti kastetmedi. Orada zorlayıcı gelişmeler olabilir diyerek bunu vurguladı. “Bölgede son günlerde yaşanan zorlayıcı gelişmelerdir” dedi. Bu barış sürecine karşıt olarak kendini konumlayan provokatörlere ya da provokasyonlara elverişli zemin sunabilir. İki taraf da provokasyonlara karşı duyarlı olmalı derken, iki tarafı ya da taraflardan birini herhangi bir provokasyonla itham etmesi söz konusu değil. Dediğim gibi sorunu tarihselliği içerisinde ta 1993 yılını örnek vererek başlattı. “Biz çözüm sürecinde ne zaman bir yere gelsek bölgedeki bu ve benzeri gelişmeleri hemen kendi provokasyonları için kullanmak isteyen güç odakları süratle devreye girdiler” dedi. 1993 yılı için de bunu söyledi. Oslo süreci için de… Yani basın açıklamasına sadece bir paragraf olarak kendisinin yazdırdığı o cümlenin arkasında böyle bir uzun değerlendirme vardı.
Doğrusu Sayın Öcalan bölgedeki her mesele ile ilgili değerlendirme yapma zorunluluğu hissetmiyor. Bunun kendisinin işi olduğunu da düşünmüyor. Kendisine böyle bir yükün yüklenmemesi gerektiği konusunda düşünceleri var. O ancak ilkesel yaklaşımlar geliştirip varsa orada tehdit ve tehlike bunlara dikkat çeken cümleler kuruyor. Bu sorunların çözümü için ilkesel yaklaşımları var. Meselenin üç boyutu var. Birincisi ve en önemlisi Sayın Öcalan’ın geliştirdiği genel perspektif, genel ilkesel önermeler bütünü. İkincisi; o bölgenin kendi dinamikleriyle bu değerlendirmeleri yapmaları ve buna göre tutum almaları; bu tutumu alırken demokratik siyaset ve barış menzilini gözden uzak tutmayacak bir yaklaşım içinde olmaları. Üçüncüsü; her şeyi bu halktan ve siyasi kurumlarından beklemek çok lakayt bir tutum olacağı için esas olarak kamusal gücü elinde bulunduran devletin bu duyarlılık ve dikkatle davranması ve adımlarını buna göre atması, bölge halkına karşı düşmanlık hukuku anlamına gelecek uygulamalardan kaçınması gerekir. Dolayısıyla bütün bu meseleler bu kadar çok boyutlu ve çok katmanlıyken getirip bunu Sayın Öcalan’la, gençlik veya KCK ya da PKK arasında bir emir talimat denklemine oturtmak tam da süreç karşıtlarının bu süreci tahrip etmek istedikleri yere tahkimat yapma anlamına gelir. Sayın Öcalan bunlara dikkat çekti. Siyasi yeterliliği olduğunu düşündüğü bu kurumların tüm bu dinamikleri birlikte değerlendirerek çözümler geliştirebileceğini, bunun kendisinin işi olmadığını belirtti.
Meydan okuyoruz!
Başbakan’ın B-C planı açıklaması konusunda değerlendirmeleri ne oldu?
Birincisi Başbakan’ın bu söyleminin barış süreci söylemiyle uzak yakın alakası olmayan bir dil olduğunu ve bu konuda eğer Başbakan’ın çözüme dair niyeti ve kararlılığı var ise, alternatif savaş planlarını düşünmek yerine bu meseleyi bu hale getiren engellere dönük yoğunlaşması gerektiği konusunda biraz sert ifadeler kullandı. Yani ‘Ne bu halk ne de bu halkın siyasi kurumları tehditlerle iş yaptırılacak ya da yön verilecek bir halde değil, bunu biliyorlar, buna rağmen söylüyorlar’ dedi. Barıştan uzak dil ve tutum sergilendiğini belirterek, Sakine’lerin katledilmesi döneminde yaşadıklarına vurgu yaptı. “O zaman yoğun bir hesaplaşma yaşadım” dedi. “Bu şartlar altında bu süreç gitmeli mi gitmemeli mi sorusunu kendime sordum ve arkadaşlarımla da burada yoğun bir tartışma yaşadım. Sonunda şu noktaya geldim. Bunlar barış havarisi insanlar değil. Barışı bizim kadar özde isteyen insanlar değil. Tam da bu provokasyonla aslında benim süreci sonlandırmamı istiyorlar. O zaman hem bu katliamların hesabını sorabilmek hem bu tuzağı boşa çıkarabilmenin en temel yolu olarak barış iradesinin arkasındaki tahkimatımızı daha da güçlendirmemiz gerektiği kanaatine vardım ve tekrar devam ettirdim” dedi. Yani Sayın Öcalan, bu tarz yaklaşımları savaşmayı barışmaktan daha çok kendi lehine gören tüm yapıların tahriki olarak görüyor. Ve barış iradesinin yanında durmayı, onu daha da güçlendirmeyi de bu yaklaşıma bir meydan okuma olarak değerlendiriyor.
Barış iradesinin gücü
Cumhurbaşkanlığı seçimi için nasıl bir yaklaşım belirledi?
‘En çok saçmalama bu konuda yapılıyor. İşte Tayyip’i destekleyecekler ya da desteklemeyecekler üzerinden. Yahu acaba biz hiçbir şey anlatamadık mı mücadelemizle ilgili diye düşünüyor insan.’ Bu bizim açımızdan barış mücadelemizin olmazsa olmaz bir parçasıdır şuanda. Tüm bileşenlere, dostlara ve Kürt siyasal kurumlarına bir çağrı yaptı. ‘Biz, dar bir aralık yerine kapsayıcı aday profili ortaya çıkarırsak bunun iki tane temel niteliği olacak. Bir: Demokratik siyasete inanç. İki: Kapsayıcılık. Bütün bunlar eğer halkta da karşılığı olan bir insansa kadın- erkek farketmez, Türk-Kürt fark etmez. Böyle birisinin etrafında birleşildiği zaman burada alınabilecek oy barış sürecini hepimizin umduğundan çok daha kısa bir vadeye çekebilir. Bu yönüyle çok kıymetlidir. Aksi halde olabilecekleri söylemiyorum bile’ dedi. ‘Çünkü böyle bir seçenek var ve önümüzde de demokratik bir fırsat var. Herkes bu doğrultuda seferber olmalı. Ben asla isim önermem’ dedi. ‘Çünkü bu sürecin ruhuna ters olur. Bunu tam da bütün bu yapılar bulmalı ve etrafında ortaklaşmalı. Eğer biz güç olursak barış iradesinin gücü olacak. O zaman ikinci tura kalan insanlar için aslında bugünkü verili koşullarda bir gündem olmayan demokratik siyaset bir gündem olacak. Bu konuda ilkesel bir yaklaşım geliştirmek zorunda kalacaklar. Geliştirecek olanla beraber oluruz’ dedi. ‘Biz ne peşin ambargo ne peşin bir reddiye ne peşin bir kabulle davranamayız. Bu ülkede barışın ve demokratik siyasetin hayat bulması için önemli bir dönemeç. Ama bu da onların elinde değil. Bu bizim elimizde. Bizim ilk turda alacağımız oy ve çıkacağımız aday profilidir’ dedi. Kapitalizm için iki farklı değerlendirme kullanıyor hep. Vahşi kapitalist modernite diyor. Son zamanlarda ara ara kullandığı başka bir şey de var. ‘Çapul kapitalizm’ diyor. ‘Yunanistan bile birleşik bir halk muhalefeti ve demokrasi cephesi yaratabiliyor’ dedi. ‘Biz böyle pespaye bir çapul kapitalizm karşısında eğer bu birleşimi, muhalefeti örgütleyemiyorsak sorun kendimizdedir’ dedi.