Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) hükümetinin 6-8 Ekim tarihlerinde yaşanan ve 40’a yakın yurttaşın canına mal olan Kobani olaylarına yanıtı kapsamlı bir İç Güvenlik Paketi oldu. Bir grup AKP’li milletvekilinin 14 Ekim tarihinde verdikleri yasa teklifinde öngörülen adımların yanı sıra, Başbakan Ahmet Davutoğlu ve Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ın konuşmalarından anladığımız bir dizi önemli değişiklik bizleri bekliyor. Alınması öngörülen tedbirler kısaca şöyle özetlenebilir:
Soruşturmalar sırasında arama kararı alınması kolaylaştırılıyor: Ceza Muhakemesi Kanunu’nun (CMK) 2014 Şubat’ında şekillendirilmiş mevcut halinde bir arama kararı çıkarılabilmesi için ‘suç delillerinin elde edilebileceği hususunda somut delillere dayalı kuvvetli şüphe’ olması gerekirken artık ‘makul şüphe’ yeterli sayılacak.
Avukatların soruşturma dosyasına ulaşım hakkı yeniden kısıtlanıyor: Şubat 2014’ten bu yana avukatların soruşturma dosyasına erişimi engellenemiyordu. Değişiklikle ‘soruşturmanın amacını tehlikeye düşürebilecek’ durumlarda avukatların soruşturma dosyasına erişimi sınırlanabilecek.
Soruşturma sırasında elkoyma yetkisi genişletiliyor: CMK 128. Maddede öngörülen malvarlığına el koyma tedbirinin uygulanabileceği suç cinslerinin listesi genişletiliyor. Bu tedbirin alınması kolaylaştırılıyor. Akıllara bu hükmün ‘paralel yapıya karşı mücadele’ adı altında Gülen Cemaati ile bağlantılı işadamlarına karşı kullanılma ihtimali geliyor.
Dinleme, gizli soruşturmacı kullanma ve teknik takip yetkileri genişletiliyor: Aynı yukarıda özetlenen ‘elkoyma’ durumunda olduğu gibi, tüm telekomünikasyon iletişiminin takibi (CMK 135), gizli soruşturmacı atanması (CMK 139) veya teknik takip yapılması (CMK 140) gibi tedbirlerin uygulanabileceği suçlar listesi genişletiliyor.
Kamu görevlisine yan gözle bakan yanacak: Tehdit suçuna yeni bir ağırlaştırıcı neden ekleniyor. Eğer tehdit fiili bir kamu görevlisine karşı ‘yerine getirdiği kamu görevi nedeniyle’ işlenirse bu durum ağırlaştırıcı bir neden sayılacak ve iki yıldan beş yıla kadar hapis cezasına hükmedilebilecek.
Polisin olaylara müdahale yetkisi artırılacak: Bülent Arınç’ın verdiği müjdelerin başında polisin olaylara müdahale yetkisinin artırılması geliyor. Zaten geniş olan bu yetki daha ne kadar artırılacak kestirmek zor. Türkiye İnsan Hakları Vakfı’nın (TİHV) bu konuda yaptığı açıklamada da belirttiği üzere zaten 2007 yılında Polis Vazife ve Salahiyet Kanunu’nda (PVSK) yapılan değişiklikle polisin silah kullanma yetkisine getirilen sınırlamalar belirsizleştirilmiş durumda. TİHV, bu belirsizlik sonucu, o tarihten bu yana polisin silah kullandığı olaylarda tam 175 kişinin hayatını kaybettiğini belirtiyor.
Polise 24 saatlik gözaltı yetkisi verilecek: İç güvenlik reformunun önemli yapıtaşlarından bir tanesi de polise 24 saat gözaltı yetkisi verilmesi olacak. Mevcut CMK hükümleri uyarınca kolluk kuvvetleri yakalamayı yaptıktan sonra cumhuriyet savcısını derhal bilgilendirmek zorunda. Gözaltına karar veren makam da savcılık.
Eğer bu düzenleme kabul edilirse polise yakaladıklarını savcıya haber vermeden 24 saat alıkoyabilme yetkisi verilecek. TİHV’nin de açıklamasında belirttiği üzere bu adım pratikte gözaltında geçen ilk 24 saatin yargısal denetimin dışına çıkması anlamına gelecektir ve işkence vakalarının artması kesinlikle sürpriz olmayacaktır.
Molotof kokteyli ateşli silah sayılacak ve silahla gösterilere katılmanın cezası artırılacak: Molotof kokteylinin ateşli silah olarak kabulü için yoruma açık olmayan açık bir düzenleme yapılacağı anlaşılıyor. Hiç kimse molotof kokteylinin barışçıl bir ifade biçimi olduğunu iddia etmeyecektir. Ama yapılan teşhiste bir hata vardır. Türkiye’de molotof kokteyli kullananlara cezasızlık gibi bir sorun olduğundan bahsetmek zordur. Tam tersine, özellikle siyasi gösterilerde bu tarz araçlarla yakalananlar bir şekilde örgütlü suçla ilişkilendirmekte ve onlarca yıl hapis cezası talebi ile yargılanmaktadırlar.
Gösterilerde Yüzün Maske ile Kapatılması Suç Sayılacak: Toplantı ve gösterilere maske ile katılmak suç haline getirilecek. Bu konuda da Almanya örneğine gönderme yapılmaktadır. Türk-Alman Üniversitesi’nden kamu hukukçusu Berke Özenç’in www.bianet.org sitesinde yayınlanan yazısında da belirtildiği üzere Almanya’da böyle bir hüküm vardır ama dar yorumlanmaktadır. Daha da önemlisi Alman yargısı toplantı ve gösteri hakkını titizlikle koruyan bir çerçeve oluşturmaktadır. Türkiye’de ise durum tam tersinedir. Birçok durumda asıl kolluk kuvvetlerinin davranışı bir insan hakkı ihlali teşkil ederken, getirilmesi düşünülen uygulama ile sadece kendisini korumak için yüzüne mendil tutanlar, ağızlarına maske takanlar dahi cezalandırılabilecektir. Bu tedbir sadece Kobani olaylarına değil Gezi olaylarına da bir yanıttır.
Sosyal medyaya getirilen sınırlamalar artırılacak: Davutoğlu, sosyal medyanın şiddet çağrısı için kullanılmasına engel olacaklarını söyledi. Daha yakın tarihte Twitter ve YouTube yasakları ile dünya gündemine gelmiş bir ülkede bu konuda yetkilerin darlığından şikâyet etmek akıllarda soru işareti yaratıyor.
Başbakan’ın şu sözleri dikkat çekici: “Tabii ilgili şirketler temel kurallara riayet ettiklerinde temel amaç, sadece o tweetlere dönük [şiddet çağrısı içeren tweetler] veya sanal ortamda kullanılan ifadelere dönük tedbirler olacak. Ama yaygın şiddet eylemine dönüşen durum söz konusu olduğunda sanal ortamla da ilgili gerekli tedbirler alınacak.“ Bu açıklamalarda kasıt yaygın şiddet olayları olduğunda tüm sanal ortamları kapatma yetkisi ise ortada büyük bir sorun vardır. Bu mantığın uç noktası yaygın gösterileri bahane ederek tüm internet bağlantısını kesmeye kadar gidecek bir süreçtir.
Genel istikamet otoriterleşme
Atılacak adımlar AKP iktidarının içine girdiği yörünge açısından bizi dört ana sonuca yöneltmektedir:
- İstikamet otoriterleşmedir:Yukarıda açıklandığı üzere özgürlüklere ciddi sınırlamalar getirilmektedir. Eli özgürleşen güvenlik güçleridir. Hakları, özgürlükleri kısıtlananlar ise ülkenin yurttaşlarıdır.
- AKP kendi için istediği hakları yurttaşlardan esirgemektedir:Arama yetkisinin genişletilmesi ve avukatların soruşturma dosyasına ulaşımı örneklerinde görüldüğü üzere Şubat 2014’te gerçekleştirilen bazı reformlar geri alınmaktadır. AKP, 17 Aralık ve 25 Aralık soruşturmalarının sürdüğü günlerde insan haklarını hatırlayıp bazı alanlarda düzenlemeler yapmıştır. Bu soruşturmalar akamete uğratılıp, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) seçimleri de kazanıldıktan sonra ise aynı düzenlemeler geri getirilmektedir.
- Yanlış teşhisler kaçınılmaz olarak yanlış tedavileri doğurmaktadır:Hükümet olayların büyümesinin nedeni olarak güvenlik kuvvetlerinin yeterince yetki ile donatılmamış olmasını görmektedir. Oysa ki Kobani olaylarının temelinde Kürt yurttaşlarımızın uzunca süredir biriken öfkesi yatmaktadır. Bu teşhis konulmuş olsa ve buna yönelik adımlar ivedilikle atılmış olsaydı gerilim bu kadar artar mıydı? Yetkililer ‘bugün düştü, düşüyor, zaten hepsi terörist’ diye açıklamalar yapacaklarına, yurttaşlarının hassasiyetlerine dikkat eden bir dil kullansalar bu kadar insan ölür müydü? Yasaklar ile, polis şiddeti ile sosyolojik gerçeklerle mücadele edilemeyeceği artık görülmelidir.
- Dünyanın yasakları örnek alınırken, bu yasakları dizginleyen hukuk düzeni göz ardı edilmektedir:Atılacak adımlar değişik devletlerden özellikle de Almanya’dan örneklerle meşrulaştırılmaktadır. Lakin Berke Özenç’in de belirttiği üzere hakim anlayış ‘Almanya’nın polisini alalım yargısını almayalım’ yönündedir. Bahsedilen ülkelerdeki yasaklar ve kolluk kuvvetine verilen yetkiler ciddi bir hukuk devletinin denetimi ile dizginlenmiştir. Türkiye bu hukuk devleti denetimini değil sadece yasakları örnek almak istemektedir.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) 1959-2013 yılları arasındaki tüm kararlarına ilişkin istatistikler zihin açıcı niteliktedir. AİHM bu süreçte kendimize örnek aldığımız Almanya’ya dair toplam 173 ihlal kararı verirken, Türkiye’ye dair 2639 ihlal kararı vermiştir! Mahkeme Türkiye aleyhine 114 davada yaşam hakkı ihlali, 162 davada da yaşam hakkı ihlaline ilişkin yeterli soruşturmayı yapmamaktan ihlal kararı vermiştir. Almanya’ya dair bu niteliklerde tek bir karar dahi bulunmamaktadır. Bu veri göz önüne alındığında polisin müdahale yetkisini artırmak sizce hangi ülkede insan hakları ihlali riskini daha çok artırır?
Mahkeme 29 davada Türkiye’de işkence yapıldığına, 279 davada suimuamele yapıldığına, 171 davada bu hususların yeterince soruşturulmadığına hükmetmiştir. Almanya ise hiçbir davada işkenceden hüküm yememiş, 3 davada suimuamele yaptığı tespit edilmiştir. Hangi ülkede sizce 24 saatlik polis gözaltısı daha çok işkence riski yaratır?
Sonuç olarak kendimize birilerini örnek alacaksak o örneği tüm yönleri ile ve kapsamlı olarak almamızda fayda vardır. Teknolojisi gelsin ahlâkı gelmesin, yasakları gelsin, hakları, hukuku, yargısı gelmesin anlayışı bizi çıkmaz sokaklara, dünyadan dışlanmaya sürükleyecektir.
(El Cezire – 26 ekim 2014 / Yrd. Doç. Mehmet Karlı Galatasaray Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde öğretim üyesi)