Hitler’in propoganda bakanı Goebbels, “Bir yalanı bin kez tekrar ederseniz, artık inanılır” derken tarihteki bütün türevlerine önemli bir tüyo veriyordu. Giderek Neonazilerin bu siyasi yöntemi faşist, ırkçı, gerici, emperyalist ve burjuva egemenliğine dayanan bir çok devlet ve rejim tarafından sistematik olarak kullanıldı. Özel masalar, strateji ve uygulama örgütleri kuruldu. Başta medya ve eğitim olmak üzere, çok geniş bir sosyal alanı sinsice ve planlı biçimde kuşatan bu algı oluşturma saldırıları, bazan sanatı bazan sporu hücum kolu olarak kullandı. Ama ana kol şüphesiz ki siyasetti. Egemen sınıfın açık kıyıcı, baskıcı yönetim biçimlerinin yanısıra psikolojik savaş ve propoganda makinalarının oynadığı rol çok ciddi tahribatlar yarattı. Toplumsal, sosyal yapıyı iğdiş etti, yönetilen kitlelerin algısında silinmesi güç kara lekelere yol açtı.
Bugün de faşizmden devralınmış yöntemlerle siyaset yapmaya demokrasi diyen, sıcak savaşın ardından girilen ara dönemlerde kirli savaş siyaseti yürüten rejimlerin devrini yaşıyor halklar. Türk devlet siyaseti bunun en yakın ve canlı örneği. Günlerdir “dağa kaçırılan çocuklar ve onların gözü yaşlı aileleri” etrafında yapılan propoganda savaşına tanık oluyoruz. Tam da Kürt sorununda müzakere ve barış süreci olarak tanımlanan, AKP’nin hükümet düzeyinde yürütülen müzakereyi kabul ettiği bir dönemde bunun anlamı ne? Silahları susturma, ölümleri durdurma propogandasını dere tepe kullanan hükümet, şimdi de gerillayı dağdan indirme hamlesi yapıp, en azından kullanabileceği kısmi bir propoganda malzemesi kazanmayı umuyor. PKK gerillasının dağdaki meşruiyetini zedelemeye, kendince gerillanın sürecin gerekleri karşısındaki güvenilir duruşunu karartmaya çalışıyor. Sanki sürecin ilerlemesinin önündeki engel, kayda değer tek adım atmayan, dahası Kürdistan’da gerilla hareketinin yokluğunu yeni ve kapsamlı bir kuşatmanın fırsatına dönüştüren hükümet değil de, çocukları savaşa sürmek üzere dağa kaçıran PKK! Şimdi bu yalanı bin defa söyleme kampanyası yürütüyorlar. Yıpratma ve karalama savaşıyla süreçte elini güçlendirmeye çalışan, kendi istediği gibi bir çözüm, kendi istediği gibi bir demokrasi peşinde. Bu olsa olsa, faşizm bozması, kirli savaştan beslenen bir çözüm ve demokrasi olabilir ancak. Annelerin hareketini “bir devrim” olarak tanımlayan, onlarca samimiyet testine tabi tutulan Kürt Özgürlük Hareketi’ne yeni bir samimiyet testi dayatan, kirli savaş yaklaşımını Kürdistan sorununda demokratik devrimci çözüm hamlesi gibi sunma pespayeliği sırıtan bir “barış ve müzakere tarafı” var karşımızda. Aslında dün Kürt halkına karşı yürütülen açık savaşın tarafı olan iktidar, bugün aynı amaçla yürtülen kirli savaşın tarafı konumundadır. Çözüm sürecinde sözlerini tutmamasının, fırsatı ganimete dönüştürme tavrında ısrar etmesinin sonuçlarını yalan-komplo çarkları ve kirli propoganda savaşı ortadan kaldıramaz. Hükümeti temize çıkaramaz. Çünkü yalanlar ve komplolar karşısında gerçeğin ve meşruiyetin de bir gücü var. Şimdi bu güçler çarpışıyor. Gerçeği ve meşruiyeti kararlıca savunmak ve yansıtmak, savaşta ısrarın kılık değiştirmiş biçimlerine karşı mücadelede en önemli güçtür.
Yalanlar karşısında gerçeği bilmek ve bu gerçeğin her gün acımasızca karanlığa boğulduğunu görmek bir öfkedir aynı zamanda. Başbakan ve hükümet bilmeli ki, yalanlara inanan, kirli savaş yöntemleriyle algısı hizaya sokulan milyonların yanı sıra, katledilen çocukları, gözü yaşlı anaları iyi bilen milyonlar da var. Onların sayısı değilse bile mağduriyeti ve öfkesi, iktidarın inandırdığı ve etkilediklerinden büyüktür. Lice’de, Şax’da (Çatak), Okmeydanı’nda, Taksim’de, Tuzluçayır’da ve daha nice yerde yeni bir halk geçeği ve gücü gelişiyor. Bu gerçeği kırmaya hiçbir iktidarın gücü yetmez.