Posts Tagged ‘Figen Yüksekdağ’

HDP Eş Başkanlarından Filistin’e taziye mesajı

Çarşamba, Aralık 10th, 2014

HDP Eş Başkanları Selahattin Demirtaş ve Figen Yüksekdağ, Filistinli Bakanın İsrail devletinin askeri tarafından öldürülmesine ilişkin bir basın açıklaması yayınladı.

Basın açıklamasının tam metni:

“Değerli Basın Emekçileri,

Filistin Halkına Başsağlığı Diliyoruz
Batı Şeria’da Filistinli Bakan Ziad Ebu Ayn’ın İsrail askerleri tarafından darp edilerek öldürülmesini şiddetle kınıyoruz.

Filistin halkının temsilcilerinden Ziad Ebu Ayn’a rahmet, ailesine, yakınlarına ve Filistin halkına başsağlığı diliyoruz.

Başta İsrail Başbakanı Netanyahu olmak üzere, İsrail Devleti’nin üst düzey temsilcileri tarafından yapılan kışkırtıcı açıklamalardan sonra Filistinlilere yönelik devlet şiddetinin dozunun daha da artmış olması, siyasi cinayetlerin İsrail Devleti tarafından sürdürüleceği ihtimalini arttırıyor.

Ortadoğu krizinin kronikleşmesinin en önemli unsurlarından biri olan ve ırkçılığı bir rejim haline getirmeyi amaçlayan İsrail siyasi iktidarının bölgeye daha fazla istikrarsızlık yayacağı açıktır.

İsrail Devleti’nin tüm siyasi temsilcilerini, sistematik şiddetten, ırkçılığı yükseltecek tutumlardan ve tek taraflı dayatıcı hamlelerden uzak durmaya çağırıyoruz.

Filistin halkının maruz kaldığı orantısız şiddetin en kısa zamanda sona ermesi ve olası misillemelerin yaşanmaması için uluslararası toplumu duyarlılığa ve siyasi çözüm için acil katkı sunmaya çağırıyoruz.

Selahattin Demirtaş – Figen Yüksekdağ

HDP Eş Genel Başkanları”

Parti temsilcileri ve HDP vekilleri Kobane sınırında

Perşembe, Eylül 25th, 2014

IŞİD’le savaş halindeki Kobane Kantonu halkıyla dayanışma için Suruç’a giden HDP ve diğer parti/kurum temsilcileri heyeti Rojava-Kobane sınırındaki nöbet eylemine katıldı. Heyet, sınırın sıfır noktasına giderek burada bir basın açıklaması yaptı.

Suruç’taki nöbet eylemine katılanlar arasında şu isimler bulunuyor: HDP Eş Genel Başkanı Figen Yüksekdağ, DBP Eş Genel Başkanı Kamuran Yüksek, SYKP Eş Genel Başkanı Tuncay Yılmaz, EHP Genel Başkanı Sibel Uzun, ESP Genel Başkanı Sultan Ulusoy, SDP Genel Başkanı Rıdvan Turan, EMEP Genel Başkanı Selma Gürkan, YSGP Eş Sözcüsü Sevil Turan, ÖDP Eş Genel Başkanı Bilge Seçkin Çetinkaya, Halkevleri Genel Başkan Yardımcısı Samut Karabulut, HDP Milletvekilleri Ertuğrul Kürkçü, Ayla Akat Ata, Aysel Tuğluk, Levent Tüzel, İbrahim Binici.

Basın açıklamasında DBP Eş Genel Başkanı Kamuran Yüksek Türkiye’nin her yerinden gelerek Kobane’yi sahiplenen partilere ve duyarlı herkese teşekkür etti. Ardından HDP Eş Genel Başkanı Figen Yüksekdağ bir konuşma yaptı.

Yüksekdağ şunları söyledi: “500 metre ötede bir savaş var. Bu savaş bütün halkların savaşıdır. Bugün halklar kendilerine dayatılan sınırları, hapishaneleri reddediyor. Türkiye hükümeti bu savaşta en başından beri yanlış, haksız tarafı seçmiştir. Burada dökülen her damla kanın vebali hükümetindir. Bugünden itibaren Türkiye hükümetini halkların ve hakların yanında yer almaya davet ediyoruz.”

Daha sonra söz alan diğer parti ve kurum temsilcileri de Rojava’daki direnişle dayanışmalarını bildirdiler.

Sınırda nöbet eylemi için şu ana kadar binlerce kişi Türkiye’nin dört bir yanından Suruç’a gelmiş durumda. Sınırda toplanan kitlenin ihtiyaçlarının karşılanması bölgeye kamyonlarla yiyecek ve içecek getiriliyor.

siyasihaber.org140925_suruc3_k

Demirtaş Hatay’da: AKP’nin mezhepçi ve ırkçı Suriye politikasının karşısındayız

Perşembe, Temmuz 31st, 2014

Cumhurbaşkanı adayı Selahattin Demirtaş bugün saat 12.00’de Antakya’da Bedircan düğün salonunda Arap, Kürt, Türk, Ermeni, Sünni, Alevi, Hristiyan halklardan büyük bir kitleye konuşma yaparak Hatay’ın, ülkenin ve bölgenin sorunlarına ilişkin görüşlerini paylaştı. Toplantı oldukça coşkulu geçti. Demirtaş, daha önce üzerinde spekülasyon yapılan Reyhanlı katliamı ve Lazkiye üzerine verdiği demeçlerin çarpıtıldığını belirterek bu konulardaki görüşlerini anlattı.

Demirtaş ile birlikte HDP Eş Genel Başkanı Figen Yüksekdağ ve HDP Urfa Milletvekili İbrahim heyette yer alırken, daha önceden Hatay’a gelmiş olan HDP Mersin Milletvekili Ertuğrul Kürkçü ve SYKP Eş Genel Başkanı Tuncay Yılmaz sabah saatlerinden itibaren Gezi şehitleri Ali İsmail Korkmaz ve Ahmet Atakan’ın ailelerini ziyaret etti. Ardından Kürkçü ve Yılmaz Ehli Beyt Kültür ve Dayanışma Vakfı’nda (EHDAV) kanaat ve inanç önderleriyle bir araya gelerek bölgenin ve bölge halkının sorunlarını konuştular.

Selahattin Demirtaş, binlerce kişilik bir kitleyle ve coşkulu bir ortamda gerçekleşen halk buluşmasında  yaptığı konuşmada şunları söyledi:

“İktidar ve onun adayı Hatay’a eşitlikçi yaklaşmamıştır. Hatay’da mezhepçilik yapmıştır. Suriye’de mezhepçilik yapmıştır. Burada ölenler arasında bile ayrımcılık yapmıştır. Reyhanlı katliamı yaşandığında “Benim Sünni kardeşlerime saldırdılar” diyecek kadar mezhepçiliği öne çıkarmıştır. Elbette ölenin kimliğine bakamayız, mezhebine bakamayız, zengin mi fakir mi bakamayız. Bir katliamda ölen öncelikle insandır diyeceğiz ve acısını sahipleneceğiz, mezhebini önemsemeyeceğiz. Hükümet bunu yaptığı için Hatay tedirgindir.

“Bu vesileyle özellikle Reyhanlı katliamı üzerinden yapmadığıma rağmen yapmışım gibi açıklama haberi yapan, yazıp çizenlere özellikle Hatay’dan vurgulayarak belirtmek istiyorum. Hatay’da katliamın yaşandığı saatlerde aynı saat içerisinde şu açıklamayı yapmıştım: “Bizim için önemli olan muhalefet partisi olarak Hatay halkının can güvenliğidir.” Çünkü o saatlerde şu istihbarat dolaşıyordu ortalıkta: Reyhalı’yı vurdular, hemen arkasından Samandağ’ı vuracaklar, halkları kimlikleri birbirine düşürecekler. Bu istihbarat ciddi bir şekilde dolaşıyordu ve ben şunu dedim: ‘Biz halkımızın öncelikli olarak güvenliğini istiyoruz. Hükümetin de oradaki Hatay halkının güvenliğini acilen tesis etme konusunda yardıma ihtiyacı varsa hükümetin yanındayız.’ Fakat bunu şöyle çarpıttılar: ‘Demirtaş Suriye politikasında AKP’nin yanındayız’ dedi. Asla bugüne kadar AKP’nin Suriye politikasını desteklemedik.  Mezhepçi, ırkçı yanlış politikaların hep karşısında olduk. Ama biz, ‘Hatay halkının güvenliği sağlanacaksa tedbir alınacaksa halkımızın güvenliği için alınacak tedbirlerin yanındayız’ dedik. Bakın o günden beri birileri ısrarla çarpıtıyor. Israrla yanlış bir şekilde burada yaşanan katliamları biz destekledik, Hatay halkına,  Suriye halkına özellikle Nusayri halkına yönelik katliamları destekledik gibi yazıp çiziyorlar.

“Lazkiye meselesinde de böyledir. Söylemediğim, yapmadığım bir açıklama üzerinden bir buçuk yıldır yazılıp çiziliyor. Bir yalan yanlış haber, tekzip etmiş olamama rağmen ‘Lazkiye Kürtlerin olacak’ demişiz, ‘Kürtler Lazkiye’yi ele geçirecek’. Kusura bakmayın sizler yani bunu yazıp çizenler kafanız emperyalizme çalışıyor olabilir kafanız işgalciliğe çalışıyor olabilir ama biz mazlum halkların ezilen halkların temsilcisi olarak emperyalizm karşıtı mücadelemizle bugünlere geldik, işgalcilik karşıtı mücadelemizle bugünlere geldik. Şimdi Suriye’de de çözüm üreteceksek aynen burada savunduğumuz her şeyi orası için de savunacağız.

“Suriye’de de tekçi, ırkçı devlet olmaz, olamaz. Oradaki bütün halklar, inançlar, kimlikler bir arada eşitçe kardeşçe yaşayabilecekleri modelleri geliştirmeliler. Rojava bunun örneğidir. Suriye’nin her yerinde bütün inançlar, kimlikler kendi yönetimlerini kurmalı; bu federal olabilir, kantonlar olabilir, özerk olabilir, eyalet olabilir. Kendileri karar verirler, biz saygı duyarız sadece. Ama kimse Suriye halkına tek bir mezhebi dayatıp geri kalan mezhepler katledilecek, sürülecek diyemez. Özellikle IŞİD’i destekleyen, bugüne kadar besleyen AKP hükümeti ve uluslararası yandaşları bilmeli ki, İŞİD barbarlığına karşı Suriye halklarının yanındayız; her birimiz son nefesimize kadar bütün gücümüzle ezilen Suriye halklarının yanındayız. IŞİD barbarlığı, terörizmi sökülüp atılana kadar.

“Hiç kimse sanmasın ki barbarlık Suriye’de egemen olacak! Suriye’de Alevi halkı, Nusayri halkı, Ermeni halkı, Arap halkı ve Kürt halkı el ele vermiş IŞİD vahşetine karşı direniyorlar. IŞİD her yerde katliamlarla ilerledi ama gelip burada tıkandı. Neden? Çünkü burada halklar el ele vermiş. Bakın Kobani ve Haseki’de ilerleyemiyor çünkü burada inançların birliği, halkların ve ezilenlerin birliği var. Defolup gidecekler Suriye topraklarından.”

Selahattin Demirtaş, konuşmasını Gezi İsyanı sırasında öldürülen Antakyalı direnişçiler Ali İsmail Korkmaz, Ahmet Atakan ve Abdullah Cömert’i anarak bitirdi.

SYKP 1. Olağan Konferans ve Kongresi yapıldı

Salı, Temmuz 1st, 2014

saygi_durusuSosyalist Yeniden Kuruluş Partisi (SYKP) 1. Olağan Konferans ve Kongresi “Yeniden Kuruluş Şart” şiarıyla 28-29 Haziran’da yaklaşık 500 Parti üyesinin katılımıyla Ankara’da yapıldı. Politik durum değerlendirmelerinin yapıldığı, Parti politikalarının tartışıldığı, kararların alındığı ve Tüzük değişikliğinin yapıldığı 28 Haziran Cumartesi günü toplanan Konferans’ta SYKP Eşgenel Başkanları Nejla Kurul ve Tuncay Yılmaz’ın yanı sıra HDP Onursal Başkanı Ertuğrul Kürkçü de bir konuşma yaptı. 29 Haziran Pazar günü toplanan Kongre’de ise SYKP Eşgenel Başkanları Kurul ve Yılmaz’ın ardından Türkiye’den ve diğer ülkelerden gelen konuklar konuşmalar yaptı. Kongre, Eşgenel Başkanlar’ın, Parti Meclisi ve Merkez Disiplin Kurulu üyelerinin seçilmesiyle tamamlandı. Eşgenel Başkanlıklara Nejla Kurul ve Tuncay Yılmaz yeniden seçildi.

SYKP 1. Olağan Konferansı 28 Haziran Cumartesi günü Ankara’da, İnşaat Mühendisleri Odası toplantı salonunda yaklaşık 500 Parti üyesinin katılımıyla gerçekleşti. Divan seçimi ve devrim şehitleri için saygı duruşunun ardından Konferans gündemine geçildi. Açılış konuşmasını SYKP Eşgenel Başkanı Nejla Kurul’un yaptığı Konferans’ta HDP Onursal Başkanı ve SYKP kurucularından Ertuğrul Kürkçü de bir konuşma yaparak toplantıya başarı dileklerini iletti. SYKP Eşgenel Başkanı Tuncay Yılmaz ise MYK adına Türkiye, bölge ve dünyaya ilişkin siyasal değerlendirmeleri içeren bir konuşma yaptı.

Konferans’a bir grup HDP yöneticisiyle birlikte gelen HDP Eşgenel Başkanı Figen Yüksekdağ, bir konuşma yaparak Konferans’ı selamladı ve başarı dileklerini dile getirdi.

Konferans’ta genel siyasi durum, örgütsel durum, HDK/HDP, ekoloji, kültür-sanat ve diğer konularda görüşmeler açıldı ve karar tasarıları oylandı. HDK/HDP üzerine alınan karar, daha önce Parti Meclisi’nde olgunlaştırılan görüşler doğrultusunda oldu. HDK ve HDP’nin Kürt halk hareketi ile Batının emekçi ve ezilenlerinin stratejik ittifak zemini olarak öneminin vurgulandığı, SYKP’nin bu örgütlenmeler içinde güçlü biçimde yer almaya devam edeceğinin hatırlatıldığı bu kararda, aynı zamanda HDK/HDP’nin yeniden yapılandırılırken karar alma süreçlerindeki, katılımcılık ve demokratiklik açısından görülen eksik ve hatalar eleştirildi.

Zaman darlığı nedeniyle görüşülemeyen kimi örgütsel ve politik konularda ise görüşmesi ve karara varması için Parti Meclisi’ne görev verildi. Konferans’ta ayrıca Tüzük’te bazı değişikliklerin yapılması kabul edildi. Konferans’ta son olarak, Kongre’ye önerilmek üzere yoklama seçimleri gerçekleştirildi.

SYKP 1. Olağan Kongresi ise 29 Haziran Pazar günü aynı yerde toplandı. Divan seçiminin ardından SYKP Eşgenel başkanları birer konuşma yaptı. Eşgenel Başkan Nejla Kurul açılış konuşmasında Parti’nin bir yıllık sürecini aktararak tarihin bittiği iddialarına karşı komünist ufku büyütme çağrısında bulundu. Eşgenel Başkan Tuncay Yılmaz ise dünya çapında kapitalizmin krizini ve ülkedeki rejimin tıkanıklığını anlatarak, sınıf mücadelesinin ve sosyalizmin güncel olanaklarına işaret eden bir konuşma yaptı. HDP ile sürdürülen devrimci demokrasi mücadelesinin büyütülmesi gerektiğini vurgulayan Yılmaz, cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Selahattin Demirtaş’ın üçüncü cephenin adayı olduğunu belirtti. Ortadoğu’daki gelişmelere değinen Yılmaz, bir Ortadoğu Enternasyonali’nin kurulmasının vaktinin geldiğini söyledi.

SYKP 1. Kongresi’ne Türkiye’den, bölgeden ve Avrupa’dan çok sayıda konuk katıldı. Kongre’nin Türkiye dışından gelen ve konuşma yapan konukları arasında Lübnan Komünist Partisi MYK üyesi İsmail Hasan, Sosyal Demokrat Hınçak Partisi Lübnan Yönetim Heyeti Başkanı Aleksandr Köşkeryan, Demokratik Süryani Halk Meclisi ve Mezopotamya Değişim Partisi adına Bedi Aydın, Suriye Halkın İradesi Partisi Başkanlık Konseyi üyesi Hamadallah İbrahim, Almanya NAO (Neue Antikapitalistische Organisation) adına Svenja Lejonhjärta bulunuyordu.

Kongre’ye HDP Urfa milletvekili İbrahim Binici konuk oldu. Emek Partisi’nden İbrahim Akkaya, Özgürlük ve Dayanışma Partisi’nden Önder İşleyen, Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi’nden Çağdaş Küpeli, Türkiye Barış Meclisi’nden İmam Canpolat, Devrimci 78’liler Federasyonu’ndan Mehmet Özer Kongre’nin konukları arasındaydı.

SYKP 1. Olağan Kongresi, Konferans tarafından önerilen kararları gözden geçirerek onayladı. 25 Ocak’ta yapılan Program-Tüzük Konferansı’nda yapılan değişiklikler topluca karar haline getirildi ve önceki günkü Konferans’ta yapılan değişiklik önerileri onaylandı.

Kongre, Eşgenel Başkanlar, Parti Meclisi ve Merkez Disiplin Kurulu üyelerinin seçilmesiyle tamamlandı. Eşgenel Başkanlıklara yeniden Nejla Kurul ve Tuncay Yılmaz seçildi. SYKP Tüzüğü gereği yüzde 50 kadın kotasının uygulandığı seçimlerde Parti Meclisi üyeliklerine (fahri üyeler dahil) şu isimler seçildi:

Ahmet Kaya (Antalya), Arzu Hazer (İzmir), Ayhan Genç (Bursa), Ayla Ableyla (Muğla), Aysel Güzel (İstanbul), Barış Akpolat (İstanbul), Berfin Özgü Köse (Ankara), Bircan Ceviz (Bursa), Buse Aktan (İstanbul), Bülent Uyguner (İstanbul), Canan Yüce (Mersin), Cansel Aslan (Ankara), Cem Çekil (Bursa), Çağıl Kaya (Denizli), Çetin Ak (Kocaeli), Deniz Derinyol Demirci (Ankara), Dilce Tanrıverdi (İstanbul), Ebru Yıldırım (İstanbul), Ekin Ulaş Demirci (Ankara), Enver Pepele (Gaziantep), Erdal Kara (İstanbul), Ezgi Göçmen (Gaziantep), Fatma Acar (İzmir), Fatma Osmanağaoğlu (İstanbul), Fatoş Bayındır (Gaziantep), Feray Mertoğlu (İstanbul), Fethi İhsan Yıldırım (İstanbul), Fırat Alper Gedik (Mersin), Fırat Can Kalyon (İzmir), Gülseren Pusatlıoğlu (İstanbul), Güney Bektaş (Antalya), Halit Elçi (İstanbul), Hikmet Sarıoğlu (İstanbul), İzzet Koldan (Hatay), Kadir Akın (İstanbul), Kardelen Taş (İstanbul), Kenan Kalyon (İzmir), Kürşad Arslan (Samsun), Leyla Uyar (Adana), Mahir Gecikligün (İstanbul), Mehmet Ali Gülşen (Adana), Mehmet Ramazan (Manisa), Mehmet Yücel (İstanbul), Meral Aslan (Samsun), Muhammet Alkış (Denizli), Muhsin Dalfidan (İzmr), Mustafa Durmuş (Ankara), Mustafa Göğüş (Mersin), Mustafa Kahya (Ankara), Mustafa Kemal Kaçaroğlu (İstanbul), Nilgün Yılmaz (Trabzon), Osman Oğuz (Denizli), Osman Taşkın (Ankara), Ömer Güven (Tekirdağ), Özlem Bayat (Ankara), Özlem Tolu (İstanbul), Sema Çelik (Ankara), Sevgi Çolak (İstanbul), Sevgi Kurtdere (Hatay), Sultan Keleş (İzmir), Suzan Karabaş (Denizli), Şaziye Köse (İstanbul), Tarık Oruç (İstanbul), Turgay Yılmaz (Ankara), Tülay Hatimoğlulları (Hatay), Yelda Şahin Akıllı (Ankara), Yiğithan Kavukçu (İstanbul), Yusuf Kimyon (Hatay), Zelal Kuzu (Giresun)

Merkez Disiplin Kurulu üyeliklerine ise aşağıdaki isimler seçildi:

Ali Genç, Deniz Çamur, Didem Kılıç, Emine Erel, Ercan Kavukoğlu, Sevda Öncü, Yaşar Turgay

Kirli savaş ve barış yolu – Figen Yüksekdağ

Pazar, Haziran 8th, 2014

Hitler’in propoganda bakanı Goebbels, “Bir yalanı bin kez tekrar ederseniz, artık inanılır” derken tarihteki bütün türevlerine önemli bir tüyo veriyordu. Giderek Neonazilerin bu siyasi yöntemi faşist, ırkçı, gerici, emperyalist ve burjuva egemenliğine dayanan bir çok devlet ve rejim tarafından sistematik olarak kullanıldı. Özel masalar, strateji ve uygulama örgütleri kuruldu. Başta medya ve eğitim olmak üzere, çok geniş bir sosyal alanı sinsice ve planlı biçimde kuşatan bu algı oluşturma saldırıları, bazan sanatı bazan sporu hücum kolu olarak kullandı. Ama ana kol şüphesiz ki siyasetti. Egemen sınıfın açık kıyıcı, baskıcı yönetim biçimlerinin yanısıra psikolojik savaş ve propoganda makinalarının oynadığı rol çok ciddi tahribatlar yarattı. Toplumsal, sosyal yapıyı iğdiş etti, yönetilen kitlelerin algısında silinmesi güç kara lekelere yol açtı.

Bugün de faşizmden devralınmış yöntemlerle siyaset yapmaya demokrasi diyen, sıcak savaşın ardından girilen ara dönemlerde kirli savaş siyaseti yürüten rejimlerin devrini yaşıyor halklar. Türk devlet siyaseti bunun en yakın ve canlı örneği. Günlerdir “dağa kaçırılan çocuklar ve onların gözü yaşlı aileleri” etrafında yapılan propoganda savaşına tanık oluyoruz. Tam da Kürt sorununda müzakere ve barış süreci olarak tanımlanan, AKP’nin hükümet düzeyinde yürütülen müzakereyi kabul ettiği bir dönemde bunun anlamı ne? Silahları susturma, ölümleri durdurma propogandasını dere tepe kullanan hükümet, şimdi de gerillayı dağdan indirme hamlesi yapıp, en azından kullanabileceği kısmi bir propoganda malzemesi kazanmayı umuyor. PKK gerillasının dağdaki meşruiyetini zedelemeye, kendince gerillanın sürecin gerekleri karşısındaki güvenilir duruşunu karartmaya çalışıyor. Sanki sürecin ilerlemesinin önündeki engel, kayda değer tek adım atmayan, dahası Kürdistan’da gerilla hareketinin yokluğunu yeni ve kapsamlı bir kuşatmanın fırsatına dönüştüren hükümet değil de, çocukları savaşa sürmek üzere dağa kaçıran PKK! Şimdi bu yalanı bin defa söyleme kampanyası yürütüyorlar. Yıpratma ve karalama savaşıyla süreçte elini güçlendirmeye çalışan, kendi istediği gibi bir çözüm, kendi istediği gibi bir demokrasi peşinde. Bu olsa olsa, faşizm bozması, kirli savaştan beslenen bir çözüm ve demokrasi olabilir ancak. Annelerin hareketini “bir devrim” olarak tanımlayan, onlarca samimiyet testine tabi tutulan Kürt Özgürlük Hareketi’ne yeni bir samimiyet testi dayatan, kirli savaş yaklaşımını Kürdistan sorununda demokratik devrimci çözüm hamlesi gibi sunma pespayeliği sırıtan bir “barış ve müzakere tarafı” var karşımızda. Aslında dün Kürt halkına karşı yürütülen açık savaşın tarafı olan iktidar, bugün aynı amaçla yürtülen kirli savaşın tarafı konumundadır. Çözüm sürecinde sözlerini tutmamasının, fırsatı ganimete dönüştürme tavrında ısrar etmesinin sonuçlarını yalan-komplo çarkları ve kirli propoganda savaşı ortadan kaldıramaz. Hükümeti temize çıkaramaz. Çünkü yalanlar ve komplolar karşısında gerçeğin ve meşruiyetin de bir gücü var. Şimdi bu güçler çarpışıyor. Gerçeği ve meşruiyeti kararlıca savunmak ve yansıtmak, savaşta ısrarın kılık değiştirmiş biçimlerine karşı mücadelede en önemli güçtür.

Yalanlar karşısında gerçeği bilmek ve bu gerçeğin her gün acımasızca karanlığa boğulduğunu görmek bir öfkedir aynı zamanda. Başbakan ve hükümet bilmeli ki, yalanlara inanan, kirli savaş yöntemleriyle algısı hizaya sokulan milyonların yanı sıra, katledilen çocukları, gözü yaşlı anaları iyi bilen milyonlar da var. Onların sayısı değilse bile mağduriyeti ve öfkesi, iktidarın inandırdığı ve etkilediklerinden büyüktür. Lice’de, Şax’da (Çatak), Okmeydanı’nda, Taksim’de, Tuzluçayır’da ve daha nice yerde yeni bir halk geçeği ve gücü gelişiyor. Bu gerçeği kırmaya hiçbir iktidarın gücü yetmez.

Figen Yüksekdağ ile BDP’nin HDP’ye katılması üzerine

Salı, Nisan 29th, 2014

BDP’nin HDP’ye katılması ve HDP’nin bir kitle partisi olmasını değerlendiren ESP Genel Başkanı Yüksekdağ, “Bugün yakın tarihimizde ilk kez, iki yakası bir araya gelmekte olan kapsamlı bir politik kitle hareketiyle yüz yüzeyiz” dedi.

ESP Genel Başkanı Figen Yüksekdağ, ETHA’nın sorularını şöyle yanıtladı:

HDK/HDP formunda cephesel örgütlenmeyi gerekli ve mümkün kılan koşullar çerçevesinden bakıldığında, bugün gelişmenin hangi aşamasında bulunuyor bu girişim? Özellikle son seçim deneyiminin verileriyle birlikte düşünüldüğünde, “HDK/HDP’nin geleceği” ve “yeniden yapılanma” sorunu ESP için nasıl bir anlam taşıyor?

HDK-HDP projesi ve örgütlenmesi gelişim halindedir. Bu projeyi kısaca olup bitecek, gelişiminin sınırlarına, doyum noktasına bir çırpıda ulaşacak bir hareket sanma kolaycılığına düşmemek gerekir. Aksine gelişimini sancılı yaşayan bir süreçtir HDK-HDP süreci. Aşamalarını da keskin hatlarla birbirinden ayırmak zor. Ama kesin olan, HDK-HDP’nin Türkiye/Kürdistan devrimci-demokratik hareketi bakımından bir zorunluluk olduğu gerçeğidir. Bu zorunluluğu herkes kendine göre kavrayabiliyor ama kimse böyle bir zorunluluk ve ihtiyaç yoktur demiyor. HDK-HDP bileşenleri dışındaki emekçi sol ve demokratik, devrimci kesimlerin de dile getirdiği bir ihtiyaç bu. Ne yazık ki, genel “birleşmek iyidir” lafzının pratikleşeceği noktalarda, sözle eylem arasındaki uyumsuzluk devreye giriyor. Uzun yıllar boyunca emekçi sol hareket bakımından sözün çürümesine yol açtı bu yaklaşımlar. HDK-HDP pratiği sözün eyleme dönüştüğü eşik olarak önemli bir aşama anlamına gelir. Emek ve özgürlük mücadelesi alanandaki boşluğun ve iradesizliğin ortadan kaldırılması bakımından kazanılmış düzeydir. Şimdi bu düzeyden geri dönüşü değil, gelişimin, ilerlemenin sorunlarını tartışıyoruz, tartışmalıyız.

Bizim için HDK-HDP projesi “Batı’da devrimci, demokratik birleşik bir merkez” ihtiyacının ürünüdür. HDK’nin kuruluşundan HDP’ye kadar geçen süre bu gereksinimi doyurmak bir yana daha kritik ve önemli hale getirmiştir. Kürt sorununun çözümü mücadelesinde gelinen aşama, devlet krizinin gittikçe derinleşmesi, şiddetlenmesi, özellikle Türkiye cephesinde milyonlarla ifade edilen kitle isyan-ayaklanma dalgası, yeni yol arayışı ve yeni yol açılması ihtiyacını tarihsel olarak öne çıkarıyor. Her devrimci yapılanma böylesi olağanüstü süreçte tarihin soracağı “sen bu koşullarda ne yaptın” sorusuna yanıt vermek zorundadır. HDK-HDP bu soruya verilecek kritik yanıtlardan biridir. Yol arayan kitlelere yol açmak anlamına gelir. Ayrı duran politik öznelerin belirli bir dönemde aklını ve gücünü toparlayıp birleşik bir özne oluşturmak anlamına gelir. Ayrılığı da reddetmez, birleşikliği de. Bu ikisinin anlamını ve gücünü ayağa kaldırır.

 

‘İKİ YAKAMIZ BİR ARAYA GELİYOR’

 

Bugün yakın tarihimizde ilk kez, iki yakası bir araya gelmekte olan kapsamlı bir politik kitle hareketiyle yüz yüzeyiz. Bir yıl öncesine kadar sadece Kürdistan’da istikrarlı bir politik kitle hareketinden söz edebiliyorduk. Ama bugün Türkiye merkezli gelişen ve politik karakteri gittikçe olgunlaşan bir hareket var. Bu iki hareketi birleştirme koşulları bakımından tarihsel bir olanak zemini doğdu. Bu olanağı devrimci zeminde değerlendirmek sadece bildik yöntem, araç, söylemle olmaz. Zorlukları göze almadan hiç olmaz. Bütün siyasi özneleri aşan devasa bir hareket var karşımızda. Bu da birleşikliği zorunlu hale getiriyor. Zorunluluğu devrimci düzlemde kavramayı gerektiriyor. Şimdi HDK-HDP ile eşitsiz gelişen kitle hareketinin, geç gelişen ve zayıf tarafı olan batı cephesi eksenli bir yoğunlaşma aşamasına girildi. Bu bir hedef olarak dün de vardı ama maddi koşulları ve öznelerin hazırlık, donanım düzeyi yetersizdi. Bugün düzey, böyle bir yoğunlaşma ve somut gelişme için daha elverişli. Bugün HDK ve HDP’nin geleceğini bu gerçeklerden ve açığa çıkardığı görevlerden bağımsız tartışamayız, seçim sonuçlarıyla sınırlı ele alamayız. Zira yerel seçimler devasa bir sürecin, sayısız mücadele sahası, araç ve biçimleriyle donanmış bütünün sadece bir parçasıdır. Bu nedenle salt seçim sonuçlarına değil, HDK-HDP’nin bütün siyasal faaliyetinin sonuçlarına bakmamız gerekir. Buradan baktığımızda HDP’nin sandık siyasetiyle sokak siyasetini bütünleştiremediğini görürüz. Kitlelerin siyasi saflaşması bir sokaklarda bir de sandıklarda yaşanıyor. HDK-HDP’nin son bir yılda batıda gelişen sokak hareketi ve isyanlar sürecine müdahalesindeki sınırlılık, onun siyasi sınırlılığı olmuştur aynı zamanda. Bu sorunun önemini ne yazık ki hala göremeyen yaklaşımlar var. Batıdaki toplumsal hareketin merkezinde yer alamazsanız, batıda oluşan siyasi saflaşma süreçlerine de lehte bir müdahale geliştiremezsiniz. Seçimler döneminde düzen siyaseti etrafında oluşturulan saflaştırma-kutuplaştırma HDP’nin üçüncü bir yol ve alternatif olarak algılanmasını zaten zorlaştırıyordu. Hazırlık sorunları, seçim kampanyasına geç adaptasyon, batıdaki Kürt ve Türkiyeli emekçi kitle gözünde HDP’nin somut bir alternatif olarak yeni oluşu gibi bir dizi neden seçim sonuçlarını etkiledi. Ama esas olarak HDP’nin toplumsal eksenli siyaset tarzı ve pratiğindeki darlıklar seçim sonuçlarına yansımıştır. HDK ve HDP’nin demokratik programına dayanan geniş kitle siyaseti yürütmedeki zayıflıklar, kitle meclisi-kongresi esasına bağlı örgütlenme çizgisini geliştirme sorunları gelinen aşamayı karakterize ediyor. Bir yeniden yapılanma ve silkinme hareketi, bu sorunların çözümüne odaklı olarak gelişebilir. Böyle bir yeniden yapılanma hareketi HDK-HDP’nin geleceğini belirleyecek. Ama her bileşenin bu süreçte yapılandırıcı özne olarak hareket etmesi gerekiyor. Seçimlerden sonra HDP bir kitle partisi olarak devam etme kararı aldı. Bu karar başta HDK olmak üzere birleşik siyaset ve örgütlenme alanının kitle dayanaklarını güçlendirmeyi koşulluyor. HDP salt bir seçim ittifak çatı partisi olarak değil, kitlelere ve kitle siyasetine dayalı bir yapı olarak gelişecek ve güven merkezi olacaksa, onunla birlikte HDK de gelişmelidir. HDP’nin yeni oluşturulacak bütün organları özellikle yerellerde kurulacak HDK-HDP halk meclisleri yoluyla belirlenmelidir.

HDP’lileşmekten ne anlamak lazım? ESP’nin bağımsız sosyalist varlığı ve faaliyetleriyle HDP’lileşme arasındaki ilişkiyi nasıl kuruyorsunuz?

HDP aynı zamanda bir ESP projesidir. Bu nedenle ESP’li olmakla HDP’li olmak arasında fark var ama karşıtlık yok. Eğer karşıtlık olsaydı sosyalistlerin devrimci demokratik sorun ve görevleri yok deyip işin içinden çıkardık. Ama bugün sosyalizm mücadelesinin başarısında demokrasi sorununun kavranarak çözülmesi stratejik bir yerde duruyor. Sosyalistler bağımsız varlıklarını bu stratejik görevin üstünde ya da dışında göremez. HDK-HDP projesi, Türkiye ve Kürdistan devriminin iç içe geçmiş demokratik görevlerini yerine getirme rolü üzerinden algılanmalıdır. Bugün bu rolü tek bir parti yerine getiremiyor. Bu nedenle devrimci-demokratik birleşik bir cepheye ihtiyaç duyuluyor. Çok yönlü sorunların, çok sayıda politik, ideolojik eğilimin oluşturduğu karmaşık bir sahada cephesel siyaset ve örgütlenme, gelişmenin anahtarı haline gelmiştir. Bu karmaşık sorun ve görevler tablosunda en net olan nokta, HDK-HDP’nin sosyalistlerin devrimci demokratik programına denk düşen bir hareket zemini olduğu gerçeğidir. Bu gerçekten kopmadığımız sürece ESP’lilikle HDP’lilik arasındaki kaçınılmaz bağı da koparmayız. Özetle her ESP’li aynı zamanda HDP’lidir, yani devrimci ve demokrattır. Her HDP’linin aynı zamanda ESP’li ya da sosyalist olmamasıyla ilgilenmez, bu farkı zaten bilir.

Bugün HDP’lileşmeyi güncel ve stratejik devrimci-demokratik görevlerimiz kapsamında ele alıyoruz. Bu aynı zamanda HDP’nin siyasi ve örgütsel yapılandırmasında önümüze önemli görevler de koyuyor. Bu yapılandırma görevi ESP’nin bütün gövdesiyle işin içine girmesi ihtiyacını da beraberinde getiriyor. Baştan itibaren bu prensibi benimsemiş olmamıza rağmen, başarılı yol aldığımız söylenemez. ESP örgütlerimizin aynı zamanda bir HDK-HDP örgütü gibi çalışması, HDP’nin doğrudan kadro ihtiyacının karşılanması konusunda iniş-çıkışlı bir seyir izledik. Burada önemli iki nokta var. İç içe örgütlenme ve paralel örgütlenme. Doğrudan HDP içinde konumlanma ve konumlandırmanın sayısını, niteliğini yükseltmenin yanı sıra, siyasi sürece müdahalede HDK-HDP’yi eksen alan, ESP güçlerinin buna paralel kuvvet seferberliğini sağlayan tarzı güçlendirmeliyiz.
Diğer yandan HDP’nin gelişimi ve HDP’lileşmek, ESP’nin ideolojik, örgütsel, siyasi bağımsız varlığını tartıştırmaz. Aksine bugün bu bağımsız varlığa çok ihtiyaç var. HDP sosyalist bir parti değil, öyle olmaması kritik bir sorun da değil. Ama Türkiye ve Kürdistan politik coğrafyasında sosyalist parti ve bağımsız sosyalist damar olmaması kritik bir sorun olurdu. Dahası ESP özellikle Türkiye cephesinde işçi, emekçi ve ezilen kitleler içerisindeki rolü, pratiği ve görevleri bakımından da farklı bir yerde durur. Bırakalım ideolojik, programatik farkları, politik hareket tarzımız HDP ve bileşenleriyle tam uyumlu değil.

Örneğin öncü politika tarzı konusunda uyumlu değiliz ve bazen politik süreçte de bağımsız hareket etmemiz gerekiyor. Üstelik buna ihtiyaç var ve ESP’nin bu politik tarzı aynı zamanda HDP politik zeminini güçlendiriyor. Sonuçta biz önümüzdeki süreçte, ESP’nin bağımsız gelişimiyle HDP’nin birleşik gelişimini paralel ve mücadelenin ihtiyaçlarıyla uyumlu sürdürmek konusunda kendimizden eminiz. Önemli olan da bu.

 

‘BDP’NİN HDP’YE KATILMASI EMEK MÜCADELESİNDE SOMUT BİR KAZANIM’

 

BDP’nin HDP’ye katılımı meselesi ekseninde yaşanan gelişmeler ve yürütülen tartışmaları nasıl değerlendiriyorsunuz? ESP bu konuda nasıl bir politik/pratik tutum belirledi? Hem BDP hem de HDP içinde dile getirilen “risk/kaygı” eksenli görüşlerin dayanakları hakkında görüşleriniz nelerdir?

BDP vekillerinin HDP’ye geçişi politik ihtiyaçlar temelinde yorumlanmalı. HDP yerel seçimler döneminde kitleler içinde önemli bir etki bıraktı. Oluşan bu etkiyle HDP’de çalışmak, siyasete katılmak isteyen insanlara yerel seçim bittikten sonra ne yapacaksınız sorusuna bir yanıt verilmek zorundaydı. Gel sen HDK’de çalış, biz HDP’ye üye almıyoruz, onunla siyasi çalışma yapmıyoruz, seçimden seçime başvuruyoruz yanıtı çok ikna edici sayılmaz. Kitlenin ilgisini ve beklentisini yükselttikten sonra, üye kitlesi ve mecliste grubu olmayan bir HDP’nin güven telkin etmeyeceği görüşü ağır bastı diyebiliriz. Vekillerin geçişiyle grup kurma, üye kaydı yoluyla kitle partisi hüviyetine bürünme hattı benimsendi. Yani sürecin bir kısmı HDP’nin ihtiyaca bağlı araçsal gelişimiyle ilgilidir.

BDP katılımının ayırdedici yanı Kürt özgürlük hareketi ve Kürdistani politik çizginin HDP aracılığıyla ulusallıktan toplumsallığa doğru genişlemesi ve aslında bu yolla ulusal sorunun çözümünü güvenceleyecek hattın batıdaki toplumsal dinamiklere dayandırılmasıdır. Biz yıllar boyu Kürt sorununun emekçi çözümü derken, batının işçi, emekçi, ezilen kitlelerinin muhataplaştırılmasını kastediyorduk aynı zamanda. BDP de HDP’ye katılarak bunu yapıyor aslında. Kendi geleceğini ve sorununun çözümünü Türkiye halkları, emek, özgürlük güçleriyle birlikte ele alıyor. Bu olumlu bir adım olarak selamlanabilir ancak. Diğer yandan, Türkiye merkezli emek ve özgürlük mücadelesi açısından somut bir kazanımdır. Batı’daki Kürt işçi, emekçi ve yoksulları aynı zamanda toplumsal, sınıfsal ezilmelerinden doğan mücadeleye seferber edildiğinde büyük bir enerji açığa çıkacaktır. BDP’nin katılımı HDP’nin bundan sonra hep Kürt siyaseti yapacağı, toplumsal temelli sorun ve siyasetin boğulacağı peşin bir kabul olarak görülürse, risk algısı da yükselir. Oysa bugün BDP’nin katılımıyla Kürt ulusal mücadelesini olduğu kadar, sınıfsal ve toplumsal kapsayıcılığı geniş mücadeleyi daha iyi örgütleme fırsatı doğmuştur. Ve böyle bir dönemde risklere değil fırsatlara yoğunlaşmak gerekir.

 

‘ASIL RİSK HDP’NİN İTTİFAK VE PAZARLIK MASASI OLARAK GÖRÜLMESİNDE’

 

Biz HDP’nin bazı sol bileşenininden dile getirilen kaygının aksine, sosyalistlerin HDP’deki Kürt rengi ve gücü karşısında belirsizleşip boğulma riskine odaklanmıyoruz. Asıl risk sol ve sosyalist güçlerin kendi çizgisini belirginleştirecek bir irade, çalışma ortaya koymaması, HDP’yi seçim ittifak ve pazarlık masasından ibaret görmesi riskidir. Ne yazık ki bu sadece bir risk değil, HDP gerçeğinin önemli bir kısmıdır. HDP’nin sol, sosyalist ve BDP dışındaki bileşenleri, geçişin yaratacağı basınca değil, kendi yaratmaları gereken etkiye, basınca ve oynayacakları role yoğunlaşmalıdır. Kaldı ki HDP programı ortak bir programdır ve ölçü BDP’liler de dahil bu programa uyumluluk olacaktır. Geçiş sürecinin yöntemleri, örgütlenmesi ve ortak dilin gelişimi konusunda daha sıcak bir döneme girdiğimiz doğrudur. Bu süreci birlikte ve birleşiklik hassasiyetlerini gözeterek yönetmek, sorunların çözüleceği en somut halkadır. Bu temel mekanizmanın işletilmesi özel olarak gözetilmelidir. HDP’nin yeniden yapılandırılması, örgütlendirilmesi sürecinde başta sosyalistler olmak üzere, tüm bileşenlerin etkili biçimde yer alması gerekir bu nedenle.

 

KÜRT CEPHESİNİN ELEŞTİRİLERİ KAYGI DEĞİL YARGI

 

Kürt cephesinin bir kısmından gelen kaygı ve eleştiriler ise dar ulusalcı görüş açısıyla malüldür. Emekçi sol ve sosyalist hareketi küçük gören, ulusalcı kibirle yaklaşan, BDP dışındaki HDP bileşeninin toplumsal bir karşılığı olmadığını düşünen bu yaklaşımlar kaygı değil, yargı kategorisine girer. Sol, sosyalist hareketin geleneksel ve güncel gelişim damarını görememek, bu kesimin en zayıf tarafıdır. Bir yıldır küçümsenen batı cephesinde yaşananları ve devletin bile görüp canhıraş saldırdığı sosyalist hareketin varlığını görmemek sadece dar görüşlülüğün değil, aynı zamanda sınıfsal bakış açısının ifadesidir. HDK-HDP zemininde bazı kritik eşiklerde böyle sınıf çelişkileri de yansıyacaktır. Ama Kürt özgürlük hareketinin emekçi karakteri ve yapıcı politik yaklaşımı daha ön plandadır.

 

‘HDP SEÇİMLERDE BAĞIMSIZ VARLIK HAKKINI KAZANMALI’

 

Cumhurbaşkanlığı seçiminde HDP nasıl bir politika izlemeli? Örneğin, ittifak politikası bakımından olanaklar ve olasılıkların menzili içinde CHP’ye de yer açılabilir mi sizce?

HDP düzen güçlerinden bağımsız politik çizgisini tutarlılıkla Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde de sürdürecektir, sürdürmelidir. En geniş kesimi birleştirecek adayı belirlemek elbette önemlidir. Ama ittifak politikasında AKP’ye ya da CHP’ye yakın bir hat izlenmesi ölümcül hata olur. Özellikle CHP ve yakın kulvarından gelen basınca göre politika belirlenemez. HDP her alanda ve her seçimde düzen partilerinden bağımsız varlık alanını, varlık hakkını kazanmak zorundadır. Aksi durumda alternatifim, alternatif olacağım diyemez. Ama alternatif olma gibi bir iddia taşımayanlar AKP karşıtlığı adı altında CHP’ye yedeklenebilir.

Cumhurbaşkanlığı seçimlerini HDP gücünü, yaygınlığını, saflaştırma enerjisini büyütme her bakımdan ikinci tura geçme hedefiyle ele almalıyız.

Bitmeyen seçimler ve HDP – Figen Yüksekdağ

Pazar, Nisan 13th, 2014

Bitmeyen bir siyasi krizin seçimleri de bitmiyor. 31 Mart’ın üzerinden geçen günler, Türkiye’de istikrarlı bir iktidar sorununu çözmediği gibi memleketin acil-temel sorunlarını da çözemeden, yeni kriz ögelerini içine katarak düğümlenmeyi pekiştirdi. Muzaffer görünen AKP bu tabloya ister balkondan baksın ister bahçeden, sonuç değişmiyor. Meşruiyet-güvenilirlik kırılması, kutuplaşma, ekonomik kriz tehtidi, savaş hazırlıkları, yolsuzluk-rüşvet, Kürt sorununda çözümsüzlük, düzen güçleri arasındaki “inlerine girme-tahtını sallama” muharebesi ve daha onlarca kriz faktörü egemenlerin varlık alanını mayın tarlasına çevirmiş durumda. AKP yerel seçim sonucunda yüzde 45’lik bir bıçak sırtı iktidarla durumunu korumaya çalışıyor. Bu durum onun açısından bir ölüm kalım süreci. 12 yıl boyunca devlet ruhu, geleneği ve örgütlenmesine büründürdüğü iktidarını korumak o kadar kolay değil. Seçim anında kullanılan kirli yöntemler, oy gaspı, fiili saldırılar ve tırmandırılan savaş uygulamaları bu yüzden. İnternet yasakları, Suriye’ye savaş ve Rojava’ya yeni saldırı hamleleri, çıkarılan Mit yasası, Ağrı, Ceylanpınar başta olmak üzere kazanılan Kürt yerel yönetimlerinin açıktan savaş uygulamalarıyla gaspedilmesi ve son olarak Erdoğan’ın Kürt sorunu ve Kürt Halk Lilderi Öcalan’ın özgürlüğü hakkında yaptığı çözüm zeminine saldırı içeren açıklamaları bu kısa dönemde yaşandı. Devletin bütün kriz birikimini üstlenen AKP bunun ağırlığını yaşadığı kadar can havliyle bütün krizi yönetme dinamiklerini de tüketiyor. Nasıl bir maceracılık ve pervasızlık içine girdikleri görülüyor.

Yerel seçimler aynasından baktığımızda, AKP’nin olduğu kadar, hatta ondan daha fazla diğer düzen partilerinin de aynı kriz ve can havliyle kıvrandığı ortada. Mesela  düzen solu CHP’yi , sağa, faşizme iltica etmek de kurtaramadı. AKP karşısında oluşan siyasi boşluğu CHP ve MHP’nin doldurmadığı ve dolduramayacağı açık. AKP bir seçim daha, bu alternatifsizlik ekmeğini yiyerek iktidar açlığını yatıştırdı ama bu seçim bitmeyen bir seçimÖHenüz yeni başlayan bu seçim döneminde kesin galipler ve mağlupler ilan etmek için erken. Seçimler ancak bir alternatif inşaa edildiğinde ve boşluk doldurulduğunda kazanılabilir. Kendini başta AKP olmak üzere tüm düzen siyasi odakları karşısında alternatif olarak hazırlayanların kazanabileceği bir süreçtir bu.

İşe bu açıdan baktığımızda HDP-BDP cephesinin Türkiye-Kürdistan siyasetinde gerçek bir alternatif hazırlama ve oluşturma yolunda ilerlediğini görüyoruz. Yerel seçimlerden çıkan dersler, düzen siyasetinden bağımsız bir üçüncü yol ve alternatif oluşturmanın zorluğu kadar olanaklarını da ortaya koydu. Özellikle HDP’nin gelişiminin ve oynadığı-oynayacağı rolün ne kadar kritik olduğunu açığa serdi. HDP cephesinden çıkan özeleştirel sonuçlara yoğunlaşmak ne kadar önemliyse, duruma hücum etmek, ilerleme dinamiklerine sıkı sarılmak da o kadar önemli.

Bugün HDK ve HDP’yi vareden ruhun günlük politik ve toplumsal yaşam alanlarında yeniden güçlü biçimde can bulması ilerlemenin somut ölçüsü olacaktır. Kuruluş ve varoluş ilkelerini güncellemek, yerel seçimlerin ardından güçlü bir yeniden kuruluş hamlesine girişmek için fazla zaman yok. HDP’nin büyük siyasi boşluk alanını dolduracak bir gücü kurabilmesi için kendini yeniden ve yeniden kurma gücüne de sahip olması gerekiyor. Bu güç inşaası, Türkiye cephesinden toplumsal yaşamın ve mücadelenin her anına ve alanına müdahale ederek geliştirilebilir. Bunun için de bir taraftan sokakta, bir taraftan yerel halk iradesini tabandan kuracak örgütlenme hareketinin tam içinde olunmalı. Toplumsal-siyasal alanda sular durulmadı, aksine yeni kabarışların içinden geçerek ilerlenecek. Önümüzde 1 Mayıs, Gezi’nin hala dolaşan ruhu ve dinamiği, Kürt sorununda çözüm sürecinin çarpışmalı ilerleyişi, kapımızda Rojava devrimi ve her alanda sessiz ya da gürültülü alternatif arayanların hareketi var. Cumhurbaşkanlığı seçimlerine kadar olan kısa dönemin yoğun ve hayati gündemleri bunlar. Her birinin tam orta yerinde, önünde olmak yenilenmenin ve kendini yeniden kurmanın çok kritik ölçüleri olacak. Yeniden başlamayı bizim için bir motivasyon vurgusu sananlar yanılır. Doğruları-yanlışları görüp içererek yeniden başlamak, henüz bitmeyen bir muharebeyi kazanmanın gerçeğidir.

13Nisan 2014 – Özgür Gündem Gazetesi

İzmir’de Newroz coşkusu

Cumartesi, Mart 22nd, 2014

Bugün İzmir’de coşkulu bir Newroz Bayramı yaşandı. Zılgıtlar, halaylar saatlerce sürdü.

HDP İzmir İl Örgütü’nün çağrısıyla sabah saat 10:00’da Şirinyer Tansaş önünde toplanan, sloganlarla yürüyüşe geçen kalabalık Buca alanında buluştu. Binlerin buluştuğu bayramda, sık sık ”Newroz piroz be!”, ”Yaşasın Halkların Demokratik Partisi” sloganları atıldı. Saygı duruşu ile başlayan programın ardından ilk sözü HDP İzmir İl Eşbaşkanı Cavit Uğur aldı. Bugünün hem bir bayram, hem bir mücadele olduğuna dikkat çeken Uğur, ”Savaştan beslenenler korkmaktadırlar, korkunun ecele faydası yok. Barış olacak, eşit olacağız, hep birlikte özgür olacağız! 30 Mart’ta, Kızıldere’de şehitlerimizi verdiğimiz günde bir çiçeği yeşerteceğiz. Umudun çiçeklerini yeşerteceğiz. An azadi, An azadi! ”

”AKP’nin çözemediği Kürt Sorunu kendisini çözülüşe sürükleyecektir”

HDP bileşenlerinden Ezilenlerin Sosyalist Partisi’nin Genel Başkanı Figen Yüksekdağ: ”Fırat’ın doğusundan, batısına kadar her yer serhildan, her yer direniş, her yer isyan artık. Anlıyoruz ki; AKP’nin çözemediği Kürt sorunu, kendisini çözülüşe sürükleyecektir. Biji Newroz! Biji azadi! Biji aşiti!”

”CHP ve AKP çift yumurta ikizleridir”

HDP İzmir Büyükşehir Belediye Eşbaşkan Adayı Pınar Türk: ”Bugünün Dehak’larına, yani AKP-CHP-MHP ittifaklarına karşı Demirci Kawa olup geliyoruz. An azadi, An azadi!” diyerek sözü HDP İzmir Büyükşehir Belediye Eşbaşkan Adayı Osman Özçelik’e bıraktı. Osman Özçelik: ”Bize hep projeleri soruyorlar. Biz söyleyelim proje vaat edenlerin projeleri yandaşlarınadır, ezenleredir. Bizim projemiz barıştır, yerinden yönetimdir, herkesedir. CHP’yi AKP’nin karşısında alternatif olarak görenlere hatırlatayım, CHP ile AKP ikizdirler. Ancak çift yumurta ikizi oldukları için farklı görünüyorlar. ”

”Kılıçdaroğlu Dersimliyim diyorsa dönsün de bir Sakine Cansız’a baksın!”

HDP ve BDP Eş Genel Başkanları da İzmir’de Newroz kutlamasına katıldı. İlk sözü alan Sebahat Tuncel: ”Mazlum Doğan’ın yaktığı bu ateş hiçbir zaman sönmedi. Bu ateş uğrunda şehit düşenlere selam olsun! Newroz ateşini Türkiye’nin her yerinde yakıyoruz. Newroz bizim için bir direnişin de günüdür, unutmuyoruz. Eğer bugün Newroz alanında özgürce konuşuyorsak, binlerle kutluyorsak, direnen, bedel ödeyen halklarımız sayesindedir. Newrozu hep birlikte barışın, özgürlüğün, eşitliğin günü de yapacağız. Barışı da direnerek kazanacağız. Yerel seçimler barış için bir fırsattır. CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu Dersim’de çözüme aday olduğunu söylüyor. Eğer gerçekten öyleyse, söylesinler açıkça Kürt halkının dili, özgürlüğü, kimliği hakkında ne düşünüyorlar? Kürdistan’ın Demokratik Özerkliği hakkında ne düşünüyorlar? Sayın Öcalan’ı özgürlüğüne kavuşturacaklar mı? Çözüm bunlarla olur. Kılıçdaroğlu Dersimliyim diyorsa, dönsün de bir Sakine Cansız’a baksın! Bize oylarımızı bölmeyin diyorlar. Biz de onlara diyoruz ki siz oyları bölmeyin! Oylar demokrasiden, özgürlükten, eşitlikten yana HDP’ye! CHP oylarımızı bölmesin. Biz Berkin Elvan’a söz verdik. Bir daha bu ülkede savaş olmasın diye mücadele edeceğiz. 30 Mart’ta Türkiye’de HDP, Kürdistan’da BDP kazanacak. ”

Sebahat Tuncel’in konuşmasından sonra sözü alan BDP Eş Genel Başkan’ı Selahattin Demirtaş: ”Sadece gücümüzü değil, farkımızı da görecekler. Biz  müteahhit partisi değiliz.” dedi. Devamında, ”90’larda köylerimizi yakıp buraya gönderdiler. Aynı zihniyet bugün Urla’yı, Aksaray’ı Kürt’e dar etmeye çalışıyor. İzmir, İzmir’de yaşayan herkesindir. Bunu da böyle bilsinler. Bu saldırılar HDP’nin güçlenişini gördüklerinden. Onlara diyoruz ki, biz tek yürek olacağız. Başka da teklik kabul etmeyeceğiz. ” Twitter’ın yasaklanışına dair ise , ”Twitterin mivitırın kökünü kazayacağını  söylüyor. Sen anca mivitırı kapatırsın, senin gücün ancak mivitıra yeter.” dedi. Sahneye Abdullah Öcalan’ın fotoğrafıyla, yüzü gizli bir şekilde çıkan genç çocuğa; ”Yüzünüzü kapatıp Sayın Abdullah Öcalan’ın fotoğrafını tutmayın. Bu fotoğraf yasak değil. İmralı’da çekildi, Adalet Bakanlığı’ndan alındı. Bu fotoğrafı taşımak illegal bir şey değil.” dedi.

Etkinlik, Adil Berti, İlkay Akkaya gibi sanatçıların parçalarını seslendirmesinden sonra son buldu. 10007350_1501020210125287_70277948_o 10010131_1501020530125255_675957436_o 1781714_1501020290125279_14065315_o 1979973_1501020716791903_1779897514_o unnamed

Fırtına çiçekleri – Figen Yüksekdağ

Pazartesi, Mart 17th, 2014

Fırtına takvimi işliyor. Hem doğada hem siyasette… Mevsim bahara döndü ve toplumsal harekette, siyasette yaşananlar tıpkı bu mevsimin fırtınaları gibi. Bir yanda kırıp-döken, savuran fırtınalar, bir yanda bundan habersizmişçesine açan çiçekler. Ama doğada hiçbir şey birbirinden habersiz değil. Aksine birbirine rağmen varoluyorlar. Tıpkı fırtınaya rağmen çiçekler gibi… Gökyüzü ve toprağın karşıtlığı, başka bir üretimin etkeni olabiliyor.

Böyle pastoral metaforlar toplumda ve siyasette yaşanan karmaşayı açıklamaya yetmez elbette; ama yardımcı olabilir. Son bir yılda yaşananlar, özellikle de 9 aydır dinmeyen isyan hareketi, patlayan fırtınalar içinde bıraktı herkesi. Memleketi adeta bu fırtınalar takvimi yönetiyor. Kimi zaman Doğu’su-Batı’sı, serti-ılımanı aynı anaforun içinde buluyor kendini. Yapılan çoğu sosyolojik analiz ve siyasi durum tespiti, bu güncellik içinde geleceği görmekte zorlanıyor.

Geleceğe dair büyük sözler etmekten sakınabiliriz belki; ama bugün gelişene dair sözü yarına bırakmamak gerek. Son aylarda Kürdistan’dan Türkiye cephesine uzanan alanda yeni bir toplumsal birikim ve birleşiklik kuruluyor. Düne kadar en fazla karşıt yanları öne çıkan Kürdistan ve Türkiye gerçekliği içerisinde, biriktiren ve birleştiren ögeler ilk kez bugün bu kadar dikkat çekiyor. İklimler değişiyor, iklimler birleşiyor.

Bu değişme ve birleşme halini en son Berkin’in ölümü karşısında gelişen büyük isyan hareketinde gördük. Roboski’den Mardin’e, Amed’e ve çok sayıda kente yayılan eylemleri, gelişigüzel sergilenen dayanışma hareketi olarak görmek eksiktir. Bu harekette, süren fırtınaların ve karmaşanın içinde kolunu Kürdistan’dan uzatıp Türkiye’yi kucaklayan bir bilinç ve duruş vardır. Kendisiyle birlikte karşıtını da kurtaracak ve karşıtı kurtulmazsa kendi kurtuluşu ertelenecek bir halkın, sadece erdemli değil, ne yaptığını, ne istediğini bilen çizgisi ve duruşudur bu. Kürt özgürlük hareketi ve önderliği bakımından bu çizginin en güçlü birinci örneği HDK-HDP projesiyse, diğer güçlü örneği de 2. Gezi dalgasına dönüşen Berkin’in şehadeti sürecindeki tutumdur. Kürdistani özgürlük hareketinin Batı’da patlayan özgürlük hareketiyle arasındaki kritik fark da buradadır. Birinin önderlik sorunu yok diğerinin var, biri nereye gittiğini biliyor diğeri bilmiyor, biri birleşik ve birleştiriyor diğeri birleşse mi ayrışsa mı karar veremiyor.

Açık ki, Batı cephesinde yaşanan bu kararsız ve parçalı duruma ne istediğini bilen, örgütlülüğü ve siyasi aklıyla isteneni gerçekleştirecek bir güç esaslı müdahalede bulunabilir. Türkiye tarafında gelişen harekete sol-sosyalist cenahtan müdahalede siyasi bir düzey var ama bu örgütlü güçle buluşmuş, arkasında düzen yörüngesinden kopardığı geniş kitleleri toplamış değil. Bu durum kaosa ve fırtınaya rağmen gelişen Batı eksenli kitle hareketine en örgütlü ve hazırlıklı gücün, Kürt özgürlük hareketinin müdahalesini daha önemli kılıyor. Aslına bakılırsa geçen yılın Mart’ın da ilan edilen çözüm için diyalog süreciyle Kürt siyaseti bir anlamda Batı’da patlayan toplumsal harekete kapı açmıştı. Bugün de bu hareketten bağımsız değil birleşiktir. Hevsel’den Berkin’in uğurlanmasına uzanan bilinç ve eylem hattında, düne kadar örtük olan ve yeterince görülmeyen bu gerçeğin canlı, dönüştürücü ve kazanıcı yanını görüyoruz.  Batı’daki ezilenlerin bu devrimci yönelime yeni durumda nasıl yanıt vereceğini göreceğiz. Ama egemenlerin nasıl yanıt verdiğini HDP’ye yönelik kontra-faşist saldırılardan gördük. Türkiye halklarını kapsama, birleşme ve birleştirme mevzisi olarak HDP, aynı zamanda bu çizgi ve yönelimin canlı gelişimini gösterdiği için hedef oldu. Bugün belki fırtınalar güçlü ama Türkiye ve Kürdistan birleşik halk hareketinin tutunma yerleri doğru. Doğu’dan Batı’ya gelişen büyük direnişler fırtınada açan çiçekler gibi. Çiçekler yaprak dökecek belki ama toprağına sıkı tutunan kök, savrulanları sarılıp tutan dal fırtına sonrası tomurcukların sahibi olacak.

Bu yazı Özgür Gündem Gazetesi’nin 17 Mart tarihli sayısında yayınlanmıştır.

Sıfır – Figen Yüksekdağ

Pazar, Mart 2nd, 2014

AKP hükümeti ve Erdoğan, çalıntı paraları sıfırlayayım derken kendi sıfırlanıyor. Ee, keskin sirke küpüne, haram para yiyene zarar. Ayrıca sadece AKP değil, bu siyasi düzenin tamamı kendine de halka da zarar.

Bugüne kadar egemen siyasi yapıyı oluşturan güçler halklara karşı yıkıcılıkta, sömürüde ortaklığı bozmadı. 12 yıl boyunca yürütülen devletin ve sermayenin el değiştirmesi  hareketi, devleti ve sermayeyi ele geçiren güçlerin elini yakıyor şimdi. Yıllar önce ellerindeki  “yeşil demokrasi” kitabıyla zuhur etmiş, İslam’ın ılımlısı, Ortadoğu projesinin büyüğüyle hükümete yerleşmişlerdi. Başta ABD olmak üzere, emperyalist odaklar tarafından kutsanmış, burjuva liberal dönüşüm hayal edenlerin müritliğiyle ödüllendilmişlerdi. Asker aradan çıkarılacak, çakar almaz politik silahlarla yönetme vesikası eskimiş statükocu devlet güçleri aşılacaktı. Öyle de oldu. Peki oldu da ne oldu? Sıfıra sıfır elde var sıfır!

Yarı askeri ve darbe dönemi politikalarından beslenen iktidar kliğinin geriletilerek “sıfırlandığı” yerde, AKP-Cemaat kliği için iktidar süreci başladı. Ama devlet politikaları  ve statükosunda ısrar bakımından bu sıfırdan başlamak değil, sıfırda çakılmak anlamına geliyordu. Siyasi konumlanma, yer tutma, para ve çıkar parselleri oluşturma açısından değişen, çok şey oldu elbette. Ne var ki, memleketin demokratik değişimi açısından AKP-Cemaat koalisyonu devraldığı sıfırı korudu. Şu an AKP durduğu sıfır noktasından artıya doğru ilerleyemediğine göre, eksilere doğru gitmesi kaçınılmaz.

Son dönemde AKP-Cemaat arasındaki derin yarılma ve çatışmalar, her iki tarafında sıfırlanmış gerçeğini açığa çıkardı; ve eksiye gidişin zorunlu istikametine sürükledi. İki taraf da girdikleri bu yoldan ve savaştan gerçek anlamda kazanarak çıkamayacak. Çünkü karşımızda dönemsel olarak seçim sonuçlarının ya da kısmi düzeltme ve sulh hareketlerinin değiştiremeyeceği yapısal bir kriz var.

Türkiye’de iktidar, merkezileşme gücünü yükseltmek ve buna istikrar kazandırmak istediği her aşamada, çok ciddi bölünme-parçalanma krizleriyle sarsılıyor. Şu an devlet-iktidar gücü olma iddiası taşıyanlar arasındaki keskin bölünme, devletin parçalı yapısına yeni bölümler ekleyerek gelişiyor. Düzen güçlerini birleştiren asgari program, Kürde, Aleviye, işçiye, kadına ve tüm ezilenlere saldırı ve sömürüden ibaret. Halkların demokratik değişim talep ve ihtiyaçlarını kısmi de olsa karşılayacak bir toplum sözleşmesi yapacak durumda değiller. Hukuk ve yasa denilen şey sadece kendi aralarındaki hegemonya mücadelesinin bayağılaşmış vasıtası. Bu zamana kadar rejimde hiçbir ölçü bırakmadıkları için, şimdi dağılmanın önüne de hiçbir ölçü geçemiyor.

AKP koalisyonu bugün ustalık ve saltanat döneminden, fetret dönemine geçti. Buna bir geçişten çok çakılma demek daha doğru. AKP ve Cemaat kozlarını karşılıklı oynayıp, kasalarda lazım olur diye tuttukları bilgileri servis ederken, ne kadar aşağılık ve ucundan tutulmaz bir iktidar kurduklarını daha iyi anlıyoruz. Ama açık ki, egemen güçlerin 12 yıl önce oluşturdukları  AKP modeli çöktü.

İyi olan şey, onların bindiği saltanat kayığı batarken Türkiye ve Kürdistan halklarının denize açılmaya başlamış olması. Fırtınalı bir deniz bu. Belki yol almak kolay olmayacak. Ama bazı sözleri daha güçlü söylemek gerekecek. Bu tarihsel yarılma anında halkların, emeğin, eşitliğin, adaletin, özgürlüğün saflaşması ve sınır çizgilerini daha net ilan etmek, güçlendirmek gerekecek. Düzen güçleri durdukları sıfır noktasından başlayamaz, halk güçlerinin yararına pozitif ilerleyişin sürükleyicisi olamazlar. Yaşanan bu sıfır noktasında ilerlemeye dönük başlangıcı, devrim ve demokrasi güçleri yapabilir. “Hepsi gidecek ben geleceğim” deme özgüvenini kuşanmak için doğru zamandayız.

Öyle bir rant, rüşvet, para imparatorluğu kurmuşlar ki. Ama yarattıkları yıkım, verdikleri zarar ve bunun karşısında gelişen öfke dalgası öylesine büyüdü ve yayıldı ki, birlikte bindikleri saltanat kayığını batırıyor. Erdoğan istediği kadar gemiyi terk etmeyen kaptan edasını korumaya çalışsın.

Hepsi gitsin, halk iktidara…

Bu yazı 2 Mart tarihli Özgür Gündem Gazetesi’nde yayınlanmıştır.