Seçime yaklaşıyoruz. Bunun birçoğumuz için çok şey ifade ettiği ortada. Seçime yüklenen birçok mana var. Bazıları için bu seçim AKP faşizminden ‘ne pahasına olursa olsun’ kurtulmak anlamını taşıyor. Bunun ciddi bir kitle tarafından onaylanan bir görüş olmasında şaşılacak bir şey yok. O ‘ne pahasınalar’ konusunda insanlar bu aralar konuşmamayı tercih ediyorlar ki, bu da oldukça haklı geliyor insana, Ethem’in babası akıl hastahanesine, Yaser’in annesini toprağın altına uğurladığımız bu günlerde bu devletin, bu hükümetin altından girip üstünden çıkmamak için bir bahanemiz yok.
Ancak, aramızdan bazıları, bu ülkenin son otuz yılı ile sınırlanan; ama çok daha geniş bir zaman dilimine dayanan büyük günahları konusundaki perspektifimizi yitirmişçesine Kürt siyasetini ve Kürt Halk Önderi Öcalan’ın da katkılarıyla kurulan bir parti olarak HDP’yi ve eforlarını görmezden gelme yarışına ortak olmak gibi bir eğilim içinde.
Haber bültenleri HDP’yi yalnızca bir arabası faşistlerce saldırıya uğradığında, Mamak’ta olduğu üzere bürosu basıldığında, Kadıköy’de olduğu üzere eşbaşkan adaylarının içinde olduğu otobüse faşistler saldırdığında görüyoruz, o da ‘görülmeye değer bulunursa’ elbette.
Rahatsız olduğum konu HDP’ye bahşedilmeyen görünürlük değil, rahatsız olduğum konu, görmemek, duymamak konusundaki bu ortak tavırın büyük bir stratejik ortaklık varmışçasına kamusal alanda da fazlasıyla yayıldığı, HDP için açık biçimde bazı insanların AKP müttefiği yahut liberal sol diyerek kesip attığı, sosyalistlerin nerede olduğu ve olması gerektiği tartışmasının HDP üstünden yapılması. Zira, HDP’nin görünürlük sorunundan ziyade görmezden gelinme sorunuyla baş başa olduğunu ve bunun bilinçli bir siyasi tercih olarak birçok kitlede görüldüğünü düşünüyorum.
Urla’da yaşanan faşist saldırı sonucunda saldırının ortak sorumlusu olan anamuhalefet partisinden yalnızca insan haklarından sorumlu genel başkan yardımcısınca yapılan göstermelik açıklama konusunda yakınacak değilim. Benim yakınacağım asıl konu, HDP’nin uğradığı lincin hemen ardından HDP İstanbul BŞB Eşbaşkan adayının CNN Türk’te yaptığı konuşmanın sanki hiçbir hükmü yokmuşçasına HDP’nin HDP üyesi dahi olmayan insanların yazdıkları/çizdikleri üstünden partinin merkezinden yapılmış açıklamalara rağmen ilgisiz konulara değinilerek sıkıştırılmak istenmesi.
Burada bahsettiğim şey HDP’ye yönelik sokakta vuku bulan linç kültürünün tarihsel kökenlerinin neler olduğunu, AKP,CHP ve MHP bloğunun İP denen faşizan parti ile birlikte nasıl da Kürt karşıtlığı konusunda nasıl ‘tek ağız’ olup voltranı oluşturabildiğini soldan ve insanlıktan azıcık nasibini almış herkesin fark edebileceği; ancak 1923′ten başlayan devlet tarihinin sürekli mağduru olan Kürtler’in açık bir biçimde bu fark etme eşiğini çoktan aşmış insanlar tarafından bile yok sayılmaları.
Evet; Halkların Demokratik Partisi ve Barış ve Demokrasi Partisi siyaseti, 17 Aralık sonrası oluşan iktidar bloğu ve sermaye bloğunun kendi içindeki kirli kavgası daha da kirli daha da rating’i yüksek olarak sürsün diye her seferinde şarampole yuvarlanıyor. Kürtler, Kuzey Kürdistan’da (Türkiye desem mutlu mu olacaksınız?) inşa ettikleri yerel yönetim modelleriyle Kadir Topbaş ve Yellowrose gibi muadillerine arkalarından bakmak dışında bir şans tanımayacak haysiyet ve nitelikte bir sınav vermişken, Kuzey Kürdistan’da hiç belediyecilik yapılmamış gibi, Kürtler ‘tarihsel lanetlenmelerine devam edilerek’ silahlı mücadeleden başka hiçbir şey bilmeyen bir halk olarak gösterilmeye devam ediliyor. Oysa silahlı mücadele dahil olmak üzere Kürtler devrimci siyaseti adım adım, teorisi ve pratiğini bir arada dönüştürerek ve kalıcı izler bırakarak ilerliyorlar. Oysa Kürt siyasi hareketi, birkaç ilçeyle sınırlanmayan onlarca ilçeye aralarında büyük şehirlerin de bulunduğu illere hakim bir yerel siyaset izliyor. Kürdistan’a gittiğinizde devletin yarattığı yokluğun karşısında Kürt yerel yönetimlerinin yarattığı varlığı görüyorsunuz. Kürtler’in yerel yönetimlerde var ettikleri onlarca projenin, kadın odaklı Kürt siyasetinin yarattığı özgür şehir ihtimalini görüyorsunuz. Senin olan şehrin ihtimalini.
Ankara’nın Batı’sına geçtiğinizde gördüğünüz tek şey ise halkın imecesine karşı sermayenin diş bilemecesinden ibaret olan ve sistem partileri eliyle yürütülen bir belediyecilik. Bu pis belediyeciliğin lağımı Türkiye’nin canına okurken, Kürt siyasi hareketinin elindeki belediyeler, on yıllarca görünmez kılınmış Kürt Coğrafyasında başka bir siyaset mümkün diyenlerin, sınırlarda yoldaşları için ölüm nöbetine yatanların, Rojava için gözünde dökecek yaş kalmayana dek ağlayıp, yorgunluktan bitkin düşene kadar çalışanların belediyeciliği sürüyor.
Ama kimse, Kürtler’den ve yerel yönetim tecrübelerinden bahsetmiyor. Kimse Halkların Demokratik Partisi’ne projelerini sormuyor. HDP’ye sorulan sorular özel olarak dizayn edilen ve HDP’yi bir ‘dönem partisi’ olarak gören sorular. Çünkü fikriyatla zikir arasındaki çizgide kahrolası bir cambazlık sürüyor.
Çünkü Kürtler’in doğudaki özyönetiminden deli gibi korkan Kürtler’in ve Kürt siyasetinin söyleminin, barışın, demokrasinin ve özerkliğin yayılmasını istemeyenler aslında tahmin ettiğimizden ya da görmek istediğimizden daha büyük bir çoğunluk.
Öyle ya, Sarıgül’den alınacak ihaleler, Topbaş’tan henüz alınmamış ihaleler, Ankara’nın ülkücü adayının verdiği vakti gelince tutulacak sözlerin yanında, deli gibi emek vermiş akademisyenlerin, hayatlarını bu ülkenin zindanlarında geçirmiş devrimcilerin, barış için her gün canından olma tehlikesi içinde olan ama bir canımız var gerekirse onu da veririz diyenlerin esamesi okunmuyor.
HDP’ye yönelik fiziki linç sokakta siyasi linç ise beyinlerimizin vicdanla cüzdan arasında daima cüzdana bakan ve daima çocukluk hastalığı olarak birilerinin içinde kalan ırkçılığa saplanıp kalıyor.
Kürdistan’ı ve BDP’yi hiç konuşmadan HDP’yi HDP’yi hiç konuşmadan BDP’yi konuşmak mümkün değildir.
BDP’yi konuşmadan Türkiye’de belediyeciliği konuşmak mümkün değildir. Terzi Fikri sol için bir milattır, evet; ama milattan sonramız hatasıyla ve doğrusuyla BDP’nin yerel yönetim pratikleridir. HDP’nin Batı’ya taşımak istediği bu yerel yönetim modelinin yüzüne bakmadan ona saldıranların bilinçaltlarında urganlarına sığmamış bir altı ok yahut kafalarının içinde ısınmış bir ampul ya da en kötüsü başlarında saydam bir kalpak vardır.
Bugün ya kalpaklıların tarafında olacağız ya Bekir Kaya’nın, Mehdi Zana’nın, Osman Baydemir’in, Gültan Kışanak’ın, Leyla Zana’nın, Selahattin Demirtaş’ın olduğu tarafta olacağız. Mesele bu kadar net.
Ancak eğer HDP’ye yahut BDP’ye bu seçimde oy vermeyecekseniz bile onurlarından ve siyasi iradelerinden başka hiçbir şeyin peşinde olmayan bu insanları görmezden gelerek Kürtler’in yalnızca linç günlerinde anılması gereken bir halk olduğu günlere dönmek isteyenleriniz varsa o eşiğin çoktan geçildiğini söylemek şart.
Kürt halkının özyönetim deneyimlerini görmeden bu ülkede yerel yahut genel, herhangi bir seçime girilmesi artık imkansızdır.
Bu yazı Jiyan.org sitesinden alınmıştır