“Sol bir şeyler söyle be!” – Foti Benlisoy

Taksim’deki Soma eylemine bir grup arkadaşla, “taşerona son” ya da “madenlerde özelleştirmeler geri alınsın” gibi talepleri içeren imzasız dövizlerle katıldık. “Hükümet istifa” ya da “katil, hırsız AKP” gibi sloganların yanında sık sık “susma haykır, taşerona hayır” ya da “taşeron çalışma ölüm demektir” gibi sloganlar da atıyorduk. Bir süre sonra dikkatimi çekti. AKP’ye dönük sloganlar ya da “bu daha başlangıç mücadeleye devam” gibi Gezi’yle özdeşleşmiş olanlar kitlesel bir karşılık bulurken, taşeronu, özelleştirmeleri ya da güvencesizliği hedef alan sloganlar oldukça cılız kalıyordu. Doğal ya da anlaşılır deyip geçebiliriz ama geçmeyelim.

Geçmeme nedenimizi,  AKP’ye yakınlığıyla bilinen Nihal Bengisu Karaca, dün attığı bir tvitle gayet sarih bir biçimde izah etmiş: “Taksim isyanının giremediği illere Soma eylemleri girdi. Başbakan bunu görmeli; Yerkel’i uzaklaştırmalı, Çelik’in istifasını istemeli”. Karaca endişeli. Gezi’nin yarattığı siyasallaşmanın, taşeron-güvencesizlik düzenine karşı geniş kesimlerin öfkesiyle buluşması ihtimali onu korkutuyor olmalı. Böylesi bir buluşma, Erdoğan’ın “ustası” olduğu “kültür savaşlarını”, onun belirlediği saflaşma eksenlerini akamete uğratabilir; endişe ettiği olasılık bu. Aslında bizim de işte tam bu olasılığı gerçek kılacak şekilde eylememiz gerekiyor. (Tapelerden Haşim Kılıç’a) Her yola gelen, içeriksiz, dar bir AKP/Erdoğan karşıtlığını değil, sosyal taleplerle buluşan, sınıfsal-sosyal içeriği olan bir AKP karşıtı mücadeleyi örmeye ihtiyacımız var.

Yapacağımız en büyük hata, Soma sonrasında AKP’ye karşı muhalefeti bir kez daha (AKP’nin ekmeğine yağ sürecek şekilde) ilericilik-gericilik, cumhuriyetçilik-İslamcılık, Kemalizm-bilmem kaçıncı cumhuriyetçilik gibi ikili karşıtlıklara indirgemek olacak. Bu karşıtlıklara sıkışmak, AKP’yi bunca yıl iktidarda tutan hegemonyayı çatırdatma potansiyellerimizi berhava edecek.  “AKP’ye karşı muhalefet”, AKP’nin her türlü sosyal-sınıfsal meseleyi kültürel kodlar içerisinde anlamlandırıp tanımlayan ve bu anlamda da sınıfsal-sosyal sorunları depolitize eden, görünmez kılan muhafazakâr popülizmini yeniden üretecek bir noktada tıkanmamalı.

Daha önce çokça yazılmış olsa da tekrarda yarar var. AKP’nin iktidarı boyunca yaptığı şey, sınıfsal-toplumsal eşitsizlikleri kültürelleştirerek kendisini “milletin” otantik değerlerinin temsilcisi olarak sunması oldu. AKP’ye ve onun toplumu muhafazakârlaştıran hegemonyasına karşı verilecek mücadele işte bu nedenle AKP’nin beslendiği kültür temelli ve özcü ikili karşıtlıklara dayalı söylemi çözen, boşa çıkaran başka bir saflaşmayı gündeme getirmeli. Yani AKP’ye karşı muhalefetin odağı onu iktidarda tutan bu hegemonik bloğu çatırdatan, bu bloğun içerisindeki derin sınıfsal eşitsizlikleri açığa çıkartan bir eksene sahip olmalı.

Polis bizi dağıttıktan sonra eylem üzerine ve bilhassa da “sosyal” tınılı sloganları neden daha gür sesle haykıramadığımızı düşünürken aklıma Nanni Moretti’nin otobiyografik “Aprile” filminden bir sahne geldi. “Kahranımız” kanapesine kurulmuş televizyonda bir tartışma programı izlemektedir. Erdoğan’ın ruh ikizi sayılabilecek Berlusconi konuşmakta ve merkez sol lider D’Alema Berlusconi’ye bir türlü cevap verememektedir (o “merkez solun” ne menem sol olduğu ayrı bahis). Moretti dayanamaz ve televizyon karşısında D’Alema’ya haykırmaya başlar: “Sol bir şey söyle. Solcu bir şeyler söyle be, bir şey söyle, tepki ver!”

(Söz konusu sahne için bkz.  )

Tamam, durumumuz bu kadar vahim değil elbette. Toplumsal muhalefet güçleri çok şey söylüyor, çok şey yapıyor.  Ancak kabul edelim AKP karşıtlığına sosyal-sınıfsal bir içerik vermekten uzak duruyoruz, AKP iktidarını çoğu zaman “saf” siyasal düzeyde bir otoriterizm sorunu olarak görüp, neoliberal otoriterizmi ve patriyarkayı değil de “gericiliği”, “faşizmi”, “padişah bozuntusunu” hedef tahtasına oturtuyoruz. “AKP’yi geriletmeyi” tek başına ve kendine yeterli bir talep olarak koyan ve bu anlamda onun taşıyıcısı olduğu neoliberal otoriterizmi değil de esas itibariyle AKP’yi, hatta Erdoğan’ı hedef alan bir popüler ajitasyonun kolaycılığına teslim ediyoruz. Taşeronun ya da güvencesizleştirmenin bizatihi bir “rejim meselesi” olduğunu gözardı ediyoruz. Yani “sol şeyler” söylesek de bütünlüklü ve tutarlı bir sol siyaset üretemiyoruz. O nedenle de “hükümet istifa” sloganı onca gür çıkarken örneğin taşerona karşı slogan sönük kalıyor.

“Hükümet istifa” sloganını öne sürmekten elbette çekinmemeliyiz; ancak kuru bir “hükümet istifa” söylemi Erdoğan’ı sarsmak için yeterli değil. “Hükümet istifa” sloganı, özelleştirme-taşeronlaştırma-güvencesizleştirme rejimine karşı sistemli bir teşhir faaliyetiyle birleştirilebilirse daha büyük güç ve yaygınlık kazanacak. Bu nedenle iş cinayetlerine ve bu cinayetlere yol açan taşeron düzenine karşı birleşik ve bir iki günlük tepki eylemleriyle yetinmeyen bir siyasal faaliyeti, bir kampanyayı önümüze koymalıyız. Piyasalaştırma, taşeronlaştırma, güvencesizleştirme politikalarını memleketin temel bir gündem maddesi kılacak, bu meselenin geniş kesimlerce tartışılmasını sağlayacak sistemli, kitlesel bir muhalefet hareketini şekillendirmek bugün mümkün. Erdoğan da hükümet erbabı da Karaca gibileri de zaten bundan, bu ihtimalden korkuyorlar. Telaşları, saldırganlıkları bundan… Korktuklarını başlarına getirelim.

By yazı başlangıçdergi.org sitesinden alınmıştır.

Yoruma kapalı