Birkaç gün önce Türkiye tarihinin en sarsıcı katliamını yaşadık. Soma Kömür Madenleri A.Ş.’nin Eynez yeraltı ocağında kömürlerin yanması ile meydana gelen patlama üç yüzden fazla madencinin canını madende bıraktı. Ocakta çalışan işçilerin medyaya yansıyan aktarımları ve ocakta daha önce yaşananlar, sürecin -çok sık rastladığımız- akıl almaz ihmaller ve cana rağmen maliyeti minimize eden uygulamalarla hazırlandığını ortaya koyuyor. Anaakım medya tarafından verilen bilgiler ise çelişkili ve bizleri temel sorulardan ve bilgilerden uzak tutuyor. Medyanın uzman fetişizmiyle ekrana çıkardığı çoğu kişinin daha ilk andan itibaren firmayı koruyan tavırları da kimsenin gözünden kaçmadı. Verdikleri bilgilerin tek bir sonucu Başbakan’ın ağzından ortaya dökülüverdi: Takdir-i ilahi. Tüm önlemlerin alınmasına rağmen, madencilerin eğitimlerinin sorunsuz olmasına rağmen, mükemmel bir şirket profiline rağmen…kaza olmuştu. Zaten literatürde “kaza” diye bir şey vardı. Bu kazaların %86’sı[1] (herkes kafasına göre bir rakam uydursa da) insan hatalarından ve %2’si de belirlenemeyen nedenlerden ortaya çıkıyordu. Hatta 2002’de Türk Metal Sendikası’nın yaptığı bir araştırmaya göre kazaların tamamı işçilerin hataları nedeniyle olmakta en sık yapılan hata ise, yüzde 65’ten fazla, dikkatsiz çalışmaydı[2]. Literatür, bunun dışındaki bilgiyi üretenleri uzmanlıktan dışlayıp “siyaset yapıyor” olmakla suçladı. İşte literatüre göre bu kaza da %2’lik dilimdeydi… tekrarlanan literatür, uzman görüşleri ‘kutsal ittifak’ın tüm neferlerinin sıkça her meşruiyetlerine gölge düşüren olayda dile gelen ezberlerdi. Afşin Elbistan’da üzerinden kaç yıl geçtiği halde ölü bedenlerine ulaşılamayan dokuz işçiyi kaybettiğimizde de, büyük AVM inşaatında yanan çadırlardaki on bir inşaat işçisini yitirdiğimizde de, kalkınma ruhuyla şahlanan Tuzla Tersaneler Bölges’indeki ihracatın veya inşaat sektöründeki büyük atılımın yanında “ufak bir bedel” olan iş cinayetleri yaşandığında da söylenmemiş miydi bize bunlar… Ancak “kamu vicdanını” rahatlatmak için bir kurban vererek suçluları cezalandırdığı imajını yaratan devlet ile kan parası bedellerini yükselten şirketlerin PR (Halkla İlişkiler) çalışmaları başarılı sonuç almakta; hatta bu gibi kanayan yaralardan yeni kâr alanları bile yaratmakta ustalaştılar. Elbette bu süreçte hegemonyanın dilini tatlılıkla kabullenmeyenler için kolluk kuvvetleri de destan yazmaya hazırdılar.
Kiralanan Soma maden ocaklarından Eynez…
Uzmanları ve hükümetin resmi bilgilerini kenara bıraktığımızda Soma’da yaşayan herkes ve gözlemleyen kurumlar gerçeği haykırıyor. Eynez maden ocağı Soma maden sahasının birkaç kömür ocağından biridir ve aslında Türkiye Kömür İşletmeleri’ne (TKİ) aittir. Hizmet satın alma yoluyla kömür almak için firmaya kiralanmış. Dolayısıyla Soma Kömür Madeni A.Ş. bu maden ocağında TKİ’nin bir nevi taşeronudur ve köylerden tarımdaki elçiye (dayıbaşına) benzer bir sistemle işçilerini toplamaktadır. Yani birkaç farklı tip çalışma biçimini aynı anda barındıran bir emek sürecine sahiptir. Bunların anlamını ise özetle şu: Soma Kömür Madeni A.Ş. Türkiye Kömür İşletmeleri’nin bir nevi taşeronu olması aslında üretimin koşullarının güvensizliği ve meydana gelen katliamda TKİ ve Soma Kömür Madeni A.Ş’nin ortak sorumluluk sahibi olması demek. Zira madende sürekli bulunan ve resmi açıklamaları yapan Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız sadece bir hükümet temsilcisi olarak değil bu sorumluluğun getirdiği bir zorunlulukla da oradaydı. Başbakan’ın Soma’ya gittiğinde ağzından ilk dökülen ifadelerde kazanın doğallığına vurgu yapması, işletmenin mükemmelliğinden dem vurup büyük iş cinayetlerini örneklemesi boşboğazlık değildi. İlerleyen zamanda suçu taşerona yüklemek de sistemin fıtratındandı.
Taşeronluk
Taşeronluk sistemi hakkında çok konuşulan bir heyulaya dönüştü. Herşeyin sorumlusu olarak görülmeye başlandı. Ancak taşeronluk sistemi, bir zincir kurarak büyükten küçüğe doğru riski, maliyetleri ve zararı sürekli en alttakinin üzerine yıkmak üzere oluşturulmuş bir sistem. Devlet işletmesi, işi taşere etmiş, taşeron firma da eğer teknik olarak mümkünse başka bir taşerona işi devredebilir. Veya işçilerin iş için toplanması ve çalıştırılması işini ekipbaşlarına verebilir. Aslında bir tür zincir oluşturuyor. Daha hızlı, daha yoğun, daha uzun saatlere varan çalışmanın karşılığı işçilere daha düşük yevmiyeler ve ücretler olarak dönerken, ana firma işçilik maliyetlerinden, risklerinden ve işçilerin neden olabileceği her tür zaman kaybından taşeronu sorumlu tutuyor. Taşeronun aldığı risk bu. İşten kârı ise, işçileri ne kadar daha fazla çalıştırırsa, o kadar artıyor.
Yani diyelim ki 50 işçiyi bir işin 15 günde bitmesi için çalıştırmak üzere ana firmayla anlaşmış bir taşeron firma olsun. Taşeron firma bu iş karşısından parça başı bir karşılık bekler. İşin maksimum ne kadar zamanda yapılacağı bellidir. Taşeron firma eğer işçilerini daha uzun ve yoğun çalıştırırsa ve işi 10 günde bitirirse, firmadan anlaştığı fiyatı yine alır; ayrıca ana işverenin güvenini kazanır. Fakat işçilere zamana göre ödeme yaptığından ki yevmiye olarak bir ücret kategorisi oluşmasının nedeni de budur, daha düşük maliyetle işi tamamlamış olur. Böylelikle işçiler, daha düşük kazanca razı olurlar, zira iş bitmiştir ve bir daha bu taşeronla çalışmazlarsa işsizlikle yüz yüze kalabilirler. Taşeron başka maliyetlerden de kısabilir, örneğin sigorta ödemeleri veya iş güvenliği önlemleri gibi. Fakat iş yasasına ve iş sağlığı ve güvenliği yasasına göre eğer işyerinin üretim koşullarında bir sorun olur ve işçilerin can güvenliği riske girerse ana firmanın sorumluluğu devam eder. Fakat işçilerin asla ana firmayla bağlantı kurmamaları için mekanizmalar da örtük olarak kurulmuştur. Ne de olsa işçiler taşeronun işçileridir, ana firma olarak “işçi” kabul edilmezler. Taşeronluk sistemi, asıl sorumluyu gizlediği gibi, birikimin de sürekliliğini böyle sağlar. Yani Alp Gürkan’ı feda ederek tepkileri dindiren hukuki süreç, aynı zamanda birikimin de sürekliliğini garanti eder.
Zonguldak Havzası’nda 2004 yılından itibaren TTK (Türkiye Taşkömürü Kurumu), rodövans (kiralama) karşılığı özel firmalara kömür üretimi uygulaması başlatmış. TTK’nın 2013 yılında yayınladığı bir rapora göre 2012 yılında özel sektör tarafından üretilen taşkömürü toplam üretimin yaklaşık %36,4’ü oranında. Rodövans, kısaca devlete ait bir sahanın özel sektör tarafından belli yıllığına kiralanarak işletilmesidir. Böylelikle bir maden sahası parçalara bölünüp ihale yoluyla farklı şirketlere taşere edilir. Madenlerde kömür çıkarma maliyetinin düşürülmesi, işçilerin örgütlenmelerinin zayıflatılması ve işçilerin çalışma koşullarının hem iş güvenliği hem de can güvenliği anlamında güvencesizleştirilmesi böylelikle sağlanır. İşçi sağlığı ve iş güvenliği açısından da saha bütünlüğü bölünerek risk böylelikle artar.
Bu uygulama taşeron sistemin bir örneğini oluşturduğu gibi aynı zamanda mülkiyeti devretmeksizin yapılan bir tip özelleştirme anlamına geliyor. Kamu işçileri, özel sektöre geçiriliyor. Ve bu yöntemle Türkiye kapitalizminin birikim dinamikleri madencilik sektörü açısından “çağ atlıyor”: Kamu işletmelerindeki işçi hakları, taşeron firmaya işçilerin devrinin sağlanmasıyla birlikte önemli ölçüde gasp ediliyor; çalışma sürelerini uzatan ve “verimliliği sağlayan” (saatlik veya parçabaşı ücret) gibi uygulamalar hızla yerleştiriliyor. Zira, Alp Gürkan’ın katliam yaşanmadan önce yaptığı röportajda madenin maliyetlerini kamunun işlettiği döneme oranla 5 kat düşürmesinin altında bu sistemi sürekli kılan başka bir neden daha yatıyor: Tarımın çözülmesi.
De te fabula narratur
İç Ege’nin verimli topraklarında tütün, incir, üzüm, pancar ve pamuk yetiştiren köylülerin madene mecbur kalma hikayeleri, Türkiye’nin her yerinde yaşadığımız bir süreci tüm çıplaklığı ile gözler önüne serdi. Tarım topraklarının ekolojik yıkımla verimsizleşmesi, tarımdaki devlet desteklemelerin ortadan kaldırılması ve tarımsal ürünlerin fiyatlarının piyasa koşullarının istikrarsızlığına terk edilmesi, tarım üreticilerini tarımsal faaliyetle yaşamlarını sürdüremez noktaya getirdi. Tarım üreticileri, tarımsal faaliyeti sürdürmek için ve hatta hayatlarını sürdürmek için banka kredileri veya kredi kartları yoluyla borçlanıyor, borçları ödeyemeyip mülksüzleştiriliyordu. Böylelikle tarımdan madene akan yedek iş gücü ordusundan işsizler oluşuyor ve ucuz işgücünün kaynağı oluyor. Hatta bunlar maden işçilerinin “sendikalı” olmalarına rağmen gerçekleşiyor. Zira üyesi bulundukları sendika, işçilerin disipline edilmelerinde, siyasal tercihlerinde ve oy davranışlarında da tehdit mekanizmasının bir unsuru olarak çalışıyor. Televizyon ekranlarında Somalı madencilerin değil, kendi hayatlarını izleyen pek çok işçi yaşıyor bu ülkede. İşçilerin, yakınlarının öldüğü madende çalışma mecbur olduklarını, çünkü yaşadıkları bölgede başka iş imkânının olmadığını ve borçlarının olduğunu anlatan cümlelerinin yarattığı çaresizlik elle tutulurcasına somut. İşverene, devlete ve sarı sendikaya öfkeleri de öyle. Anlatılan hikâyelerdeki sektörü, mekânı ve zamanı çıkardığınızda her birimiz kendinden bir parça buldu orada. Dershanelerden tersanelere, limanlardan hava yollarına ve hatta uluslararası standartlarda çalıştığı iddia edilen markalara çalışma koşulları ve yaşam mücadelesi benzer süreçlerden geçmekteydi.
O halde maden işçilerinin kaderlerinde mi var ölüm?
Büyük makinaların, zorlu doğa koşullarının olduğu ve ölçek olarak büyük işyerlerinde üretim zorlu koşullarda gerçekleşir. Yüksekte veya yeraltında çalışmak, ağır maddeleri biçimlendirmek… ama bunların hiç biri, çalışma acılarını doğallaştırmanın ve emeği değersizleştirmenin gerekçesi olamaz. Zira üretim bir mekân tasarımı ve planlamayı gerekli kılıyor. Kapitalist, metanın hammaddesinden sunumuna kadar tüm süreci dikkatle planlarken maliyetin düşük tutulabilmesi için en kısa zamanda en fazla işin çıkmasını sağlayan yöntemler geliştiriliyor. Planlı ekonomiye karşı olan liberal iktisatçılar dahi, kapitalist üretimin dikkatle planlanmasının kâr etmenin olmazsa olmazı ilan ediyorlar. Bu kar odaklı bir tasarım elbette. Dolayısıyla insan, kaynaklardan biri sadece. Üretim maliyetleri düşürmek ve verimi arttırmak anlamında ve elbette üretimi sürdürmek için en belirleyici kaynak aynı zamanda. İktisat kitaplarının en önemli iddialarından biri kapitalistlerin kârın karşılığında riske girdiği iddiasıdır. Kapitalist, konu maliyetleri düşürmeye gelince hem rekabet baskısı altında ayakta kalmak hem de yasalarca imkân verilen bu sistemin kanatları altında canı da muhasebeleştirme konusunda riske girmekte bir beis görmüyor.
Kaza yaşanmasının ihtimali göz önüne alındığında, önlem almamanın kazancı, önlem alınmadığı fark edildiğinde ödenen cezadan daha fazla olabiliyor bazen. Hatta kaza yaşandığında ve bu bir iş cinayetine dönüştüğünde ödenen kan parası ile hukuk işleyebiliyor ve kapitalist yine “ucuza kapatabiliyor”. İşçi sağlığı ve iş güvenliğine dair önlemler sadece maliyetle ilişkili değil, işin planlanması ile ilgili temelde. Önlemlerin alınması demek, işçiye baret dağıtılması anlamına gelmiyor sadece. İşin tüm planlamasının da insani ihtiyaçlar ve insan fizyolojisinin sınırları dikkate alınarak yapılması demek. Dolayısıyla işin üretim hızının insani standartlarda olması, işin yavaşlaması; insana zarar vermeyen bir üretimin yapılması, madencinin sekiz saatlik işgününün yer altında geçirmesine izin vermemek anlamına gelecek. Zira gerekli önlemler alındığı, üretim süreci önlemlerle birlikte planlandığı ve insani bir üretim hızında üretim yapıldığı sürece kazanın veya herhangi bir çalışma acısının görülmesi mümkün değil. Sadece iş cinayetleri anlamında değil meslek hastalıkları ve diğer tüm çalışma acıları anlamında da. Elbette dünyanın hiçbir kapitalist ülkesinin yasaları sınıf mücadelesi dinamiklerine bağlı olarak çalışma acılarını tamamen yok eden bir üretim sistemini mecbur kılmıyor. Kazaların ölümcül olmaması ile örnek verilen ülkelerde de söz konusu önlemler, kazaların sonuçlarının ağır olmamasını sağlıyor veya teknolojinin imkanlarıyla verimli-işçi olan vatandaşını koruyor; geriye kalan “kirli-üretimi” ise diğer ülkelerde yaptırıyor veya kendi ülkesinde gölgelerde kalan göçmen işçilerle “çözümlüyor”.
Türkiye’de bir yandan ihracata dayalı ekonominin dünya ile rekabete zorlayan basıncı ile işçilik maliyeti kategorisi içindeki her şeyin (ücret, kıdem tazminatı, sosyal haklar, iş güvencesi, işçi sağlığı ve iş güvenliği tedbirleri, vb) mit haline gelen “büyüme ve istikrarı” tehdit ettiği görüşünün hem ulusal istihdam stratejisi belgesinde hem de ulusal sanayi stratejisinde hakim olduğu ortada. Hükümetin tüm başarı odağı da bu iki kelimede gizli: Büyüme ve istikrar. Zira kapitalistlerin tehdit olarak görmesinde haklılık payı da var. Türkiye’nin sermaye birikim sürecini sürdürebilmesi için, artık değeri artırması ve dolayısıyla sömürü oranını yükseltmesi gerekli. Tüm sektörlerde yüksek teknolojik yatırımların yapılması eşitsiz ve bileşik gelişme nedeniyle de mümkün değil… Büyüme için bazı sektörlerde daha uzun saatler ve daha kötü koşullarda çalışmak ve hatta kazalar, işin fıtratı, kalkınmanın göstergesi. Fakat kazaların iş cinayetlerine ve katliamlara dönüştüğü süreçte de kapitalizm kendi yaralarını yaratılan yeni kâr alanları ile sarıyor. Bunlardan ilki yeni çıkarılan ama uygulanması bir süre ertelenen iş sağlığı ve güvenliği yasası ile hukuki zemin bulan iş güvenliği piyasasıdır. Denetim süreçlerinin de taşere edildiği bir üretim yapısı örgütlenmiş oluyor. Sağlığın, eğitim piyasalaştırılması ile özel güvenlik sistemi de süreçte birikim olanaklarını artırmış görünüyorlar. Soma tüm bu dinamiklerin yaşayan bir sembolü adeta.
Türkiye kapitalizminin birikim koşullarına ve hatta madencilik sektörünün özgün yapısına bakıldığında yapısal olarak “kaza” üreten bir sistem ortaya çıkıyor. TKİ’nin hizmet alımı yaptığı Eynez ocağının “taşeronu” olan Soma Kömür Madeni A.Ş.’nin sahibi, kâr marjının yüzde 10-15 olduğunu, TKİ’nin belirlediği fiyattan kömürü sattıklarını ifade etmişti. Taşeron olarak maliyetleri düşürdüğü sürece kâr edebildiğini de. Kaza/katliam sonrasında medyada dinlediğimiz röportajlardan da daha hızlı, daha yoğun ve daha uzun saatler üretim yaptırdığı, kullanılamayan kömür alanlarını da üretime açtığını yani TMMOB Maden Mühendisleri Odası’nın ifadesiyle “üretimi zorladığı” anlaşıldı. Kapitalist riske girerek kârını artırmaya çalışırken, bu defa alınmayan önlemlerle birlikte sonuç, katliama dönüştü. Her zamanki gibi göz göre göre, uyarıla uyarıla ve gözardı edilerek iş cinayeti yaşandı. Marquez romanlarındaki gibi. Dahası, denetimin İş Sağlığı ve Güvenliği adıyla çıkan yeni yasa ile denetimin piyasalaşması, farklı biçimleri ile gördüğümüz zincirleme bir taşeronluk sistemi ile sosyal sigorta sisteminin neredeyse işlevsiz hale gelmesi de tuz biber oldu üstüne. Çalışma koşullarının son derece kötüleştiği bir ortam tüm çıplaklığı ile ortaya dökülüverdi.
Şimdi katliama yönelik tepkileri dindirmek için her zaman olduğu gibi suçlu ve kurban arama hızla başladı. Önce Manisa Başsavcısı, “gözaltına alacağımız herkes işçilerle birlikte öldü” [3] diyerek ölen mühendisleri işaret ettikten sonra, sonra özel sektör işletmesindeki sorunları öne çıkararak söz konusu taşeron şirketi (Soma Kömür), hatta bazı medya kuruluşları burada bir sabotaj olduğunu iddia[4] ve bir darbe girişimi ilan ederek[5] Gezi direnişçileri ve diğer muhalefeti ima ettiler. Şimdi de taşeron patronun tek suçlu olarak kurban seçildiğini gözlemliyoruz. Evet, Alp Gürkan ve diğer yöneticiler birinci derecede katliamdan sorumlu; fakat TKİ ile Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı ve Hükümet de bu sorumluluğa ortak. Eleştiriye tahammülsüz davranış ve tavırlarının altında yatan gerçek de bu.
[1] http://www.haberler.com/is-kazalarinin-yuzde-86-si-insan-hatasinin-eseri-5171603-haberi/
[2] http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/haber.aspx?id=160808 (MESS’e bağlı işyerlerinde sendikanın yaptığı araştırmaya göre kazaların yüzde 65.7′si ”dikkatsiz çalışmadan” kaynaklanırken, bunu yüzde 15.6 ile ”kişisel koruyucuların kullanılmaması”, yüzde 6.67 ile ”donanımı veya aletleri güvensiz kullanma”, yüzde 5.81 ile de ”güvenlik donanımını güvensiz hale getirme” izledi).
[3] http://www.medya365.com/guncel/savci-gozaltina-alinacaklar-da-oldu-h171794.html
[4] http://www.gazetea24.com/sondakikahaber/somada-sabotaj-suphesi_730295.html
[5] http://www.muhalifbaski.com/takvim-muduru-somadaki-olay-hukumete-darbe-girisimi-12410h.htm