“Ve onların mülksüzleştirilmesinin öyküsü, insanlık tarihine kandan ve ateşten harflerle yazılmıştır”
Yine bir madenci katliamından sonra, 2013 başlarında Zonguldak’taki Türkiye Taşkömürü Kurumu’nun Kozlu Müessesesi’ne ait kömür ocağında metan gazı patlaması sonucu oluşan göçükte 8 işçinin yaşamını kaybetmesinin ardından AKP Denizli Milletvekili Nihat Zeybekçi attığı bir tweette, İş cinayetlerini “medeniyet göstergesi”[1] olarak ifade etmiş ve çok tepki toplamıştı. 2009’da meydana gelen grizu faciasında 30 işçi yaşamını TTK’ya ait Zonguldak Karadon Maden Ocağı’nda bıraktığında dönemin Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Ömer Dinçer’in “Güzel öldüler” ifadesi hala hatırlanıyor.
Tüm bu iki yüzlü tavır, kapitalizmin sürekliliği açısından tek bir işlevi profesyonelce yerine getiriyor: kazaların oluşturduğu yaraları fırsata dönüştürerek yeni bir kar alanı açıyor. İşçi sağlığı ve iş güvenliğine dair yaptıkları düzenlemelerle süreci özel firmalardan hizmet alımı sürecine çevirdiklerini, yani bu alanı da bir şekilde taşeronlaştırdıklarını görüyoruz. Yazının ilk bölümünde açıklanan canı muhasebeleştiren bu sistemin önü açılıyor ve kaza durumunda suçlar da tipik taşeron sistem mantığı işletilerek söz konusu denetim şirketlerine ve hatta elemanlarına yükleniyor. İkinci olarak şirket sürekli denetim gerçekleştirmesi için kendi içinde iş güvenliği teknikeri, uzmanı, mühendisi istihdam etmek durumunda. Fakat bu kişilerin de denetledikleri firmadan ücretlerini aldıkları ve denetimin sağlıklı olması için firmadan görece özerkliklerini sağlayan bir iş güvenceleri de aynı yasaya göre bulunmadığı için kısmi öneriler dışında faaliyeti durdurma ihtimalleri yok. Zira işten kovulma ve bir daha iş bulamama durumu sürekli akıllarında. İşsizlik olduğu sürece Marx’ın işaret ettiği “yasaların kağıt üzerinde kalan ölü sözcüklerden” ibaret olduğu sözüne güncel bir örnek oluşturuyor. İş kazalarındaki temel suçlular da öncelikle bu mühendisler ilan ediliyor. Soma katliamında Manisa Başsavcısının işaret ettiği zemini de bu durum oluşturuyor. İkinci olarak da yeni yasada ve piyasalaşmış denetim sisteminde iş kazasında işçiyi suçlu kılan düzenlemelerde var. Başbakanın bahsettiği literatür de bu oluyor.
Tuzla’dan Somaya
Tuzla tersaneler bölgesinde 2007-8 döneminde iş cinayetleri gündeme yansırken Limter-İş Sendikası’nın çabasıyla bir araya gelen insanlar olarak bir rapor hazırlamıştık ve mücadelenin gündeme taşınmasını, “kazaların” birbirini tekrarlayan ve öngörülebilir yanını görünür kılarak sağlamıştık. Harvey’in Sendika.Org’da yayınlanan bir röportajında[2] kent mekanı üzerine söylediği cümleleri bu dönemi anlamak için sıkça düşünüyorum. Harvey, Lefebvre’nin perspektifini aktararak “[b]elirli bir mekânı, bildiğiniz üzere, bir süreliğine özgürleştirebilirsiniz,… ancak burada her zaman şunu göreceksiniz, eğer daha ileri bir özgürleştirme sürecine girmezseniz, özgürleştirmiş olduğunuz mekân, bir süre sonra dominant pratik tarafından tekrar absorbe edilir, ele geçirilir… Günün sonundaki büyük soru, dominant pratiğin ne olduğudur.” Limter-İş Sendikası’nın olağan üstü çabasına ve mücadele gücüne rağmen, kriz ve işsizlik dinamiği ile birlikte günün sonunda yeni kar alanları yaratarak Tuzla sorunu “çözüldü”.
Hükümetin o dönem yarattığı “gemiyi tahtadan sanan eğitimsiz işçiler” miti ile sertifika piyasasını, “önlem almayan sahtekar taşeron” miti ile özel istihdam bürolarını, tersanecilerin “dünya ile rekabet edemeyiz” miti üzerine iş sağlığı ve güvenliği yasasını ile şekillenen iş güvenliği piyasasını, “Tuzla’da yer dar” miti ile Yalova Tersaneler Bölgesi’nin kurulması ve Tuzla’nın kentsel dönüşümünü önerdiğini veya hızlandırdığını gözlemliyorum. Tuzla’nın denetim sorunu gündeme gelince göstermelik birkaç tersanede üretimi durdurmuş ve tepkileri dindirmeye çalışmışlardı[3]. Günün sonunda elimize kalan bir yanıyla piyasalaşma ve yeni kar alanlarıyla, emek-gücünün yaşamının daha da güçleşmesi ve sömürünün ve artı-değer üretiminin hızlanması oldu. Ama diğer yanıyla İstanbul İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi’nin çalışmaları ile ürettiği bilgi ve hegemonya; iş cinayetlerinin, taşeronluğun, kentsel dönüşümün, sağlıkta piyasalaşmanın ve kapitalizmin yarattığı tüm diğer canımızı tehdit eden durum karşısında ortak mücadele edebilme pratiği ve Haziran Direnişi elde var.
Tuzla’dan Soma’ya baktığımızda bu katliamı da fırsat bilip hem krize hem de meşruiyet kaybına neden olan iki sorunu “çözmeye” çabasına girecekleri açık. Ulusal İstihdam Strateji Belgesi ve 10. Kalkınma Planı’nda da işaret edildiği üzere, ilk yasa taşeronluk sistemini niteliğini değiştirmeden, güvencesiz çalışma koşullarını yasal olarak garanti altına alacakları bir taşeron sistemini kurumsallaştırmak olacak. Bu kurumsal taşeronluk, işçilerin Ulusal İstihdam Stratejisi’nde, 10. Kalkınma Planı’nda ve Ulusal Sanayi Stratejisi’nde ifade edilen istihdam koşullarına tekabül eden bir sistemin yasal zeminini oluşturacak. Sadece adı taşeronluk olmayan bir sistem bu. Hatta özel istihdam büroları gibi bir aracı üzerinden, işsizlikten bile kâr alanı yaratan bir sistemin temelleri atılıyor. Türkiye kapitalizminin birikim süreci binbir çeşidiyle taşeronluk gibi enformelleşen, eğretileşen emek sürecine dayalı bir sistem. Bunun kurumsallaşması, yasallaşması ve meşrulaşması birikimin sürekliliği açısından acil görünüyor.
İkinci olarak da, maden yasası gündeme gelecek. Maden yasası için tasarlanan düzlemin tamamen uluslararası maden şirketlerinin doğrudan dünya için üretim yapan ve madenlerin tamamen satılmasındaki “pürüzleri” ortadan kaldıran bir yapı. Yani “mülksüzleştirenler mülksüzleştirilecektir”. Böylelikle Alp Gürkan gibi sermaye birikim potansiyeli zayıf olan kapitalistler yerine “gelişkin, uluslararası kapitalist” şirketlere satarak, madenlerde sermaye birikiminin koşullarını sorunsuz oluşturacaklarını anlamak mümkün. Bunun için ise küçük maden işletmelerinin kamulaştırma yoluyla birleştirilmesi ve sonra satılması gibi pek çok ülkede rastlanan yolların kullanılması mümkün.
Tarımın dönüşümü ve sanayinin yarattığı ekolojik yıkımla birlikte üretici köylülerin borç sarmalına girmesi ve madene inme öyküsü başlıyor. Marx 150 yıl öncesinde bu hikayeyi şöyle anlatıyor: “…üreticileri ücretli işçilere dönüştüren tarihsel hareket, bir yandan, bunların serflikten ve lonca zincirlerinden kurtarılmaları olarak görünür; ve bizim burjuva tarihçilerimiz için meselenin sadece bu yüzü mevcuttur. Ama öte yandan, bu yeni kurtarılmış insanlar, ancak, bütün üretim araçlarından ve eski feodal düzenin kendilerine sağladığı bütün yaşama güvencelerinden yoksun bırakıldıktan sonra, kendi kendilerinin satıcıları durumuna gelir. Ve onların mülksüzleştirilmesinin öyküsü, insanlık tarihine kandan ve ateşten harflerle yazılmıştır”[4].
Soma Eynez maden ocağındaki yangınla yerüstünün sisi dağıldı, sermaye birikimin bir yanıyla azınlık için zenginlik üretirken diğer yanıyla geniş yığınlar için sefalet biriktirdiği, yeniden, gün gibi ortaya çıktı. Sıra bu gerçeği politik dile tercüme etmekte ve Soma’yı da katliamla değil mücadele ile sembolleştirmekte.
[1] http://www.gazetecileronline.com/newsdetails/8822-/GazetecilerOnline/sekiz-madenci-oldu-akp39li-medeniyet-gostergesi-de
[2] http://www.sendika.org/2012/06/david-harvey-ile-kent-hakki-uzerine-roportaj-cihan-uzuncarsili-baysal-acik-radyo/
[3] , Bahsi geçen Tuzla modeli diye bir şey varsa o da sürecin piyasalaştırmasının ilk denemeleri idi. İşçilerin hepsi aslında pek de işlevi olamayan eğitimlerle sertifikalanmış (ki bu da oldukça ciddi bir piyasa); iş güvenliği denetim ve danışmanlık firmalarına devredilmiş; sağlık raporu ve diğer işçi sağlığı süreçleri özel sağlık kuruluşlarına yönlendirilmiştir.İş kazası hala olmaya devam etmekte, ama bunlar cinayete uzun erimli olarak dönüşen çalışma acılarından ibaret.
[4] Marx, K. (2011[1867]), Kapital 1. Cilt, Çev. Nail Satlıgan, Ankara: Yordam Yayınları
Bu yazı sendika.org sitesinden alınmıştır.