Bu yaraya ‘tampon’ dayanmaz – Hakan Deniz

Ahmet Davutoğlu’nun tanımlamalarıyla ‘Stratejik Derinlik’ten ‘Değerli Yalnızlık’a evrilen Türkiye dış politikasında bugünlerde hakim ifade ‘güvenlik koridoru’. Dışişleri’nin ‘tampon bölge’ adlandırması yerine tercih ettiği ‘güvenlik koridoru’nun gündeme getirilmesinin zamanlaması ise manidar.

Tayyip Erdoğan’ın New York’taki Birleşmiş Milletler toplantısında görücüye çıkardığı tampon bölge planı, Türkiye’nin tüm güney sınırı boyunca bir hat oluşturulmasını değil parçalı ve belirli bölgesel ‘güvenlik alanlarını’ kapsıyor.  Henüz açık bir şekilde ifade edilmese de buradan kasıt ve hedefin Rojava olduğunu tahmin etmek güç değil.

Türkiye’nin tampon bölge planıyla uluslararası muhataplarının karşısına çıkmasına zemin oluşturacak birkaç neden var. Ancak tabii ki bunlardan en önemlisi ve ajandanın en başında yer alanı devlet geleneğinin tarihsel Kürt fobisi. Ortadoğu’da değişen paradigmalarla hesabı kesilen IŞİD’e karşı başta Şengal olmak üzere en etkin güçlerden biri olarak ön plana çıkan PKK ve YPG’nin gördüğü uluslararası ilgi, bu ilginin bölgesel aktör olarak kabul edilme-meşrulaşma zemini ve ihtimalini her zamankinden daha gerçek kılması, Rojava’nın bir demokrasi modeli olarak bölgesel siyasette adından daha fazla söz ettirmesi gibi bir dizi faktör yan yana düşünüldüğünde, Türkiye’nin ‘kırmızı çizgilerin çoktan aşıldığı’ endişesine kapılmasına da şaşırmamak gerek. Belli bir plan dahilinde gerçekleştiği şüphesine kapılmak için çokça neden veren IŞİD’in Kobane saldırısı ile yaşanan göçün hükümet ve medyadan gördüğü şaşırtıcı ilgi, HDP’nin, gelenlerin sayısının yetkililerce abartıldığı yönündeki tespitleri ve Ankara’nın IŞİD saldırısını değil göçü uluslararası arenaya taşıma yönündeki ısrarı, ortaya çıkan resmin bütününü ‘tampon zemini’ olarak değerlendirmemize yetecek veriler. Kandil, KCK açıklamaları Kürt hareketinin de meseleyi böyle okuduğunu ve bu şekilde not ettiğini gösteriyor.

Devlet geleneği, Kürt meselesi ve mücadelesinin, bir kriz ve sorunsal bağlamında bile Kürdistan’ın Türkiye dışındaki üç parçasıyla bir arada düşünülmesini-konuşulmasını yasaklıyor, açıkça saçmalığa düşmek pahasına da olsa bu tür bağları görmezden gelmeyi, öyle davranmayı gerektiriyor. Kürt kimliğiyle ilişkisinden ayıklanarak, akrabalıklar görmezden gelinerek uluslararası arenaya taşınmaya çalışılan Kobane meselesinde de bu gelenek Başbakan Yardımcısı Yalçın Akdoğan’ın HDP’ye “Çözüm süreci ayrı, Suriye ayrı. Süreç sınırdaki asayiş olaylarına kurban edilmemeli” uyarısında ifadesini buldu. Kuzey’den Kobane’ye savaşmaya gitmek isteyen gençlerin engellenmeye çalışılması, Türkiye’ye geçen Kürtler için ısrarla, altı çizilerek “Suriyeli” vurgusunun yapılması da bu algı ve ifadenin pratikteki karşılıkları oldu.

Öte yandan Irak Kürdistanı’ndaki gelişmelerin seyrinin de Türkiye açısından hayal kırıklığı yaratacak boyutta olduğunu vurgulamak gerekiyor. Son süreç Peşmerge’nin Irak’taki konumunu ve dolayısıyla elini güçlendirirken, ABD’nin arabuluculuğunda merkezi hükümet ile anlaşma zemininin oluşmasının, Türkiye’nin Kürt petrolünü dünya piyasalarına satma yönündeki girişimlerine ket vuracağı değerlendiriliyor. Enerji piyasasının güçlü oyun kurucularının itirazlarına rağmen uygulamaya konulması nedeniyle zaten sakat doğan proje, bu anlaşmayla tümden ölmüş gibi görünüyor. Türkiye açısından çözüm sürecinde önemli motivasyon unsurlarından biri olarak da görülen ‘aracısız petrol satışı’nın başka bahara kalmış olması, PKK ile KDP başta olmak üzere diğer Kürt grupları arasında IŞİD vesilesiyle oluşan ortaklaşma, merkezi hükümetin oluşmasında beklenen inisiyatifi alamama gibi bir dizi gelişme Irak’ta önümüzdeki süreçte Ankara’yı daha da sıkıntıya sokacak başlıklar olacak.

Türkiye’nin planının BM’de karşılık bulup bulmayacağı belirsiz. Ancak bölgede dengelerin bundan bir sene öncesine göre çok değiştiğini görmek için derin siyasi analiz yeteneğine sahip olmaya gerek yok. Aslında ‘tampon bölge’ planı bir yanıyla, yeni paradigmalar kurulurken Ankara’nın bölgede inisiyatif alma girişimi olarak da okunabilir. Mısır’da, Libya’da, Suriye’de yapılan hamleler ve alınan pozisyonların, ABD’nin dümen kırmasıyla bir bir boşa düşmesi, Türkiye’yi bir anda “sözü ve etkinliği ihmal edilebilir ülke” konumuna düşürdü. Son olarak IŞİD meselesindeki ayak direyen tutumun tüm dış politikasını pragmatizm üzerine kuran ABD tarafından not edildiğini tahmin edebiliriz. Bir taşla birkaç kuş vurmayı hedefleyen tampon önerilerinin, ‘askeri destek de veririz’ açıklamalarının somut bir karşılığının olup olmayacağını önümüzdeki günlerde göreceğiz. Nihayetinde, özelde ABD’nin genelde Batı’nın pragmatizmi her zaman onlarca olasılığa gebedir. Mısır’da üç sene öncesinin “demokrasi kahramanı” Mursi bir anda terörist olarak adlandırılır, yere göğe sığdırılamayan Müslüman Kardeşler en büyük finansörü Katar’dan bile kovulacak duruma düşer, Suudiler yıllarca besledikleri IŞİD’i avlamaya gider, Pentagon’un uçakları ‘şeytan’ olarak nitelendikleri Beşar Esad’la koordinasyon içinde ‘terörist’ peşine düşer. Ve süper güç olarak uzatmalara kalan ABD, Rusya-Çin bloğuyla Uzakdoğu’dan Ukrayna ve Latin Amerika’ya uzanan hegemonya savaşında en sıcak cephe olan Ortadoğu’da son kozlarını oynarken elinden geleni ardına koymaz.

Ancak Ortadoğu coğrafyasının kendi dinamikleri de her zaman onlarca olasılığa gebe. Süper güçlerin bölgede on yıllardır bir türlü istedikleri oyunu kuramaması bunun en büyük kanıtı. Ortadoğu’da yeni bir dönem başlıyor ve herkes pozisyonunu alıyor: Winter is coming. (Kış geliyor!)

 

 

 

 

Yoruma kapalı