İslamdan devrimcilik çıkar mı? – Sinan Gorgan

“ramazan” vesile ile yazılmış bir yazı:
İSLAMDAN DEVRİMCİLİK ÇIKARMI? 
“DEVRİMCİ MÜSLÜMANLARIN” / “ANTİ-KAPİTALİST MÜSLÜMANLARIN” DİN VE HALKÇILIKLA UYUMSUZ DANSI

# Bu yazıda “kapitalizme düşman müslümanlık” deyimi, dünyadaki genel dalgayı tarif için ve “antikapitalist müslümanlık” deyimi ise ülkemizin, (bizim) devrimci müslümanlarımızı anıştırmak için kullanılmaktadır.

490-254

Son dönemlerde kendi Facebook sayfamda: bir dizi, dini içerik taşıyan, ancak, özgürlüğe kapı açan, bizlerle düşmanca değil, eşit göz zaviyesinde konuşan, özellikle de „kapitalizme karşı“ olan yazı ve videolara rastlıyorum ve onları severek yayınlıyorum.
Bu salt bana ait bir eğilim değil.
Kendilerini “Sol”da tarif eden neredeyse tüm dostlarımızda böyle yapıyorlar ve hatta bir çoğu da “yeryüzü sofraları” benzeri etkinliklere katılıyorlar.
… Veya en azından “bu tür” çabalara büyük bir sempati duyuyorlar.

Hele, İhsan Eliaçık hocamıza bayılıyoruz.
Onun sözlerini hemen yaygınlaştırıyoruz.
Onu konuşuyoruz, ondan konuşuyoruz, onun üzerine konuşuyoruz.
„Anti-Kapitalist müslüman“ dostlarımız, devrimci Müslümanlar elbette filhakika bu ilgiyi ve hatta sevgiyi hakediyorlar.

Devletin (gönüllü) kontrolünde ki gericiliğin, bu anlama gelmek üzere islamın „sol“un özel tarihinde pek çok „iz“ bırakmış olması, bizlerde “bunun uzağında / fevkinde olan islamı” „bu hal’in tersi olarak davranan yeni islami akımı” sevip, kendimize yakın bulmamızı kolaylaştırıyor.

Nasıl olmasın ki: „Devlet gericiliği”, “Devletin islamı” NATO ve Amerika karşıtı devrimci gençlere satırlar ve sopalarla saldırıp ta 1970’lerde “Kanlı Pazarı” yaratmadı mı?, (bunun öncesinde de dev bir gerici tarih birikimi var elbette)
Kahramanmaraş’ta, Çorum’da, onlarca başka yerde, camilerden fırlayan “güruh”lar katliam yapmadı mı?.
Bunlar, Sıvas’ta „can”ları ve bizleri cayır cayır yakmadı mı?

Gerici islam, günümüzde yaşam alanlarımıza, yaşam biçimimize, doğrudan ve alenen, hükümet / devlet eliyle ve diğer ideolojik aygıtları ile, çeşitli üst yapı kurumları / kuruluşları ile saldırırken, bu yeni dostlarımız, yani „devrimci Müslümanlar“, „Anti-Kapitalist Müslümanlar“ bizim yanımızda saf tutmuyorlarmı?
Evet, evet!
Evet, bence de tüm bu nedenlerle, bu dostluk, bu „sevgi yumağı“ devam etsin.

Ama unutulaması gereken bir şeyler de var.

Unutulmasın ki, biz onlardan başkayız,
Onlar da “biz”den başkalar.
Onlar, „biz“ asla değiller,
Bizim dünyayı anlama ve açıklama tarzımızla, bir bütün olarak onlarla aramızda “bir koca dünya kadar fark” var.
Bizler dünyeviyiz.
Onlar “biraz” öyleler.
Onların üstüne üstlük birde “Allah”ları var.
Allah, onlarla aramızda duruyor.
Belkide, o allah, onlarla daha fazla “halvet” olmamıza izin ve geçit vermiyor.

Bu „küçük” ideolojik fark dışında aramızda ayrıca „mücadele etme“, „sermayenin saltanatına ve zalimlerin zulmüne karşı“ durma biçimimizde, “iş”in özünde ve biçiminde, bir tarihsel „açı farkımız“, büyük bir „gelenek“ farkımız var.
Bu farklar, bizim içinde bulunduğumuz, bu sevinçli, “buldumcuk” ruh halimiz nedeni ile “şimdilik” pek irdelenmiyor.

Bizler, yani, solcular, komünistler: sömürü sistemlerine karşı tarihsel olarak, ne denirse densin, hep dik durduk.
Bu duruşumuzu hazmedemiyenlerce Endenozyada, bir gecede 1 milyonumuz katledildik.
İranda binlercemiz idam edildi.
Dünyanın neredeyse her ülkesinde, tek tek veya toplu olarak hep yok edildik, açık baskı ve zulüm gördük.
Buralarda siyasal Islam ya da kavramı biraz geniş tutarsak DİN, ya zalimin kendisi idi, ya zalimin eli idi yada zalimin en yakın müttefiki idi.

Elbette, devrimci müslüman dostlarımız, anti-Kapitalist müslümanlar, bu iğrenç gelenekten radikal bir kopuşu, düzenci islamın kendi kan’ından ve irin’inden arınma çabasını temsil ediyorlar.
Elbette, devrimci müslümanlar, anti-Kapitalist müslümanlar, sömürü düzenine karşı “belli” bir karşı duruşu “kuruyorlar” ve uyguluyorlar.

Ama onların anti-kapitalizm eleştirisi ile bizimki arasında aşılmaz temel bir fark var.
Bu fark “salt” tarihsel ve geleneksel olanın bize ispatladığı bir fark değil, onun ötesinde. Bir „Allah“ tepede durdukça, “özgür insan aklı” değil, bir yaratan, en üste durdukça, biz bu dostlarımızla hep bir derin “açı” farkı taşıyacağız.
Onlar, “tüccar dini” kavramlarını ve inançlarını bir “ağır yumurta küfesi” gibi sırtlarında taşımak durumunda olacaklar.
Bu „engel“ onları hep zorlayacak ve bizlerden uzaklaştıracak.
En azından, aramızdaki mesafenin ve açı farkının kapanmasını hep engelleyecek.

Bizim bugün sempati ile yaklaştığımız „Devrimci müslümanlık“ veya ayni anlama gelmek üzere “anti-kapitalist müslümanlık” günümüzdeki anlamı ve duruşu ile (genel islam’ın tersine) henüz bir “tarihsellikle” sınanmamıştır.
Bu „yeni“ formu ile devrimci müslümanlık, anti-kapitalist müslümanlık “genç“ bir harekettir.
“Devrimci müslümanlığın” tarihsel referansları sınırlı ve zayıftır.
Hatta şüphelidir.
Sosyal ögeleri içinde bolca barındıran “Ihvan” ile benzemezler.
Ali Şeriati dışında inandırıcı bir simgeleri yoktur.
Onunla ilgili bağlantılarıda ikirciklidir.
Ama gözden kaçırılmamalı ve unutulmamalıdır ki aynı Ali Şeriati’nin gölgesinde büyüyen İrandaki “Halkın Mücahitlerinin” 1970’lerdeki, 1980’lerdeki macerası, Saddam Hüseyin’in ahırında son bulmuştur.

Günümüzün “devrimci müslümanlığı” kısmi ve sınırlı tarihsel referanslarınının ötesinde modern bir harekettir ve evrenseldir.
Bunlar, “varlığı ve gelişimi” yanlızca bizim ülkemizle sınırlı olmayan, dünyanın her yerinde “pıtrak gibi çiçek açan” hareketlerdir.
Dünyada “kapitalizm düşmanı müslümanlık”, ağırlıklı olarak, modern global/neo-Liberal kapitalizmin temelden değişime uğrattığı „uluslararası (göç) kavramı / yapısı ve onun doğrusal uzantısı olan “azınlıkların kentli (urban) getto hareketleri” üzerinde taban bulmaktadır.

Örneğin bu, ingiltere’de, Londra’da yaşanmaktadır.
Amerika’da vardır.
Avrupanın getto’larında can ve hayat bulmaktadırlar.
Örneğin, Fransa’nın kent (urban) yoksullarının yaşadığı kenar mahallelerde bunlar yeşermektedirler.
Diğer yandan da, daha çok “selefilik formunda” tanıdığımız uluslararası radikal Islam, bu “sosyolojik beslenme zemininde”, aynı “alan”ın üzerinde büyümektedir / serpilmektedir.

“Kapitalizm düşmanı müslümanların” bir kısmı bu “evrensel huzursuzluğun” içinde (bizim anti-kapitalist müslümanlarımızdan) farklı evrilmektedir.
Gözden kaçan, yada daha doğru bir deyişle, az dillendirilen, az farkedilen bir durum şudur: bizim ülkemizin müslüman “huzursuzları” arasından, “bizim devrimci müslümanlarımızın” birkaç katı sayıda, selefist veya kaida’cı savaşçı “üremektedir” ve orta-doğuda çarpışmalara katılmaktadırlar.

Ayrıca, orta-doğuda, örneğin Suriye ve Irakta önemli bir rol oynayan, savaşçı karakterdeki “selefilik” akımı, daha büyük oranda uluslararası „sosyolojik getto zemin“inden “askerlerini” derlemektedir.

(arab baharı) Geri kapitalistleşmiş ülkelerde, “urban bir hayat alanlarında” / varoşlarda ve eş zamanlı olarak ayrıca merkezi kapitalist (avrupa) devletlerin metropollerinde, gettolarında serpilen bu kapitalizm düşmanı, düzen karşıtı (müslüman sima’lı) bu genel akımın bir versiyonu, bir kanadı olan “selefiler” söz konusudur.

Bunlar, askerlerini, örneğin avrupanın hrıstiyan ve müslüman ailelerinin çoçuklarının arasından derlemekte, onları hızla kanlı birer zalim, amansız kan dökücü haline dönüştürebilmektedir.

İşte yukarıda sözü edilen “beslenme zemini” bizim ülkemizde de „kapitalizm düşmanı müslümanları” ve bir ölçüde bunların bir alt başlığı olarak devrimci müslümanları besliyor.
Aynı evrensel “ruh” bizim “devrimci müslümanlar”ımızın da yelkenlerini dolduruyor.
Tabii ki bu, bire bir aynı karakterde, birbirinin kopyası bir “şey” değil.

Ama “sistemden kaçış” günümüzün evrensel modasıdır.
Dünyanın her yerinde, bir tür “gezi ruhuna” dek uzanan haraketlilik her boyutta yaşanmaktadır veya henüz kendini açık olarak ortaye sergilememişse de, en azından, “şafak öncesi” bir kıpırdanmalar görülmektedir.

Kolaycı „Arap baharı” adlandırması da aslında, daha doğrusu bu kaynamanın “BOP gramer/diline göre ambalajlaması” da, bu dalganın, bu düdüklü tencerenin içi misali yükselen basıncının, “sahici olmayan kanal”lara akıtılarak boşaltılmasının genel adıdır.

Bu sistem karşıtlığı, çoğu kez, ağırlıklı olarak “genel siyasal Islam” çerçevesinden geçerek bir tür “selefiliğe” doğru yönelmekte veya bir miktarda tersi yöne / uç’a evrilmekte ve „anti-Kapitalist müslümanlık“ olarak çiçek açmaktadır.
Ama sonuşta, „Merkezci, devletçi ortalama Islam“ zemin ve irtifa kaybetmekte, „orta” aşınmakta, “uçlar” büyümektedir.

Uluslararası göç, özellikle, islam dünyasında yaşanan “kendi metropolüne göç”, ve ayrıca milyonları bulan “Uluslararası merkezlere göç”, buralarda kara derililerin, islam köklü olanların içine düştüğü sosyal “girdap” iyi anlaşılmalıdır, mutlaka daha derine inilerek anlaşılmaya çalışılmalıdır.

Geçerken bir ara belirleme yapalım: Uluslararası Merkez’in / Batı’nın / Metropol’un: “sunduğu, bahşettiği” yoksulluğu, eşitsizliği ve ötekileştirmeyi, evrensel boyuttaki bu “zemin”ini analiz etmekte ve sonuçlarının değerlendirmekte, bizler biraz geç kalmış durumdayız.

Bizler, türkiyeliler, ayrıca, bu konu ile sosyolojik bağlamda doğrudan ilgiliyiz, bu konunun çekim alanı içindeyiz, muhatabıyız.
Çünkü türkiye’de “göç” kavramı, büyük kente ekonomik bazlı göç olsun, “köy boşaltmaları sonucu göç olsun, avrupaya göç olsun, dış memlekette iş kurma bazlı göç olsun, siyasi ilticalar üzerinden göç olsun, bizim milyonlarca insanımızı ve toplumuzun büyük bir oranını ilgilendirmektedir / etkilemektedir.
Burada bakışımız derinleştirilmeli ve göç’ün bizim insanımız ve toplumumuz üzerindeki “Bumerang” “YoYO” etkileri/ dönüşümü /refleksleri yakından anlaşılmalıdır.

Dönelim bihassa müslüman (arab) ülkelerde heyecanla izlenen gelişmelere:
Orta-doğu / Arab ülkelerindeki “dönüşümleri anlamamız”, analiz etme açısından, bazı ideolojik “gem”lerden dolayı dumura uğramıştır, yanlış sokaklara sapmıştır.
Bizi verileri, verili durumu anlamakta “gem”leyen bir sahte kavramda malum, meşhur: “arab baharı” kavramıdır.
Bu kavramın belirli bir “coğrafi genişlik, bütünlük duygusu” içermesi bizlerce, çabucak yeterli bulunmuştur, açıklayıcı sayılmış, ikna edici olmuştur.

Oysaki, dünya kapitalizmi, özelliklede avrupa / akdeniz / orta-doğu çanağında, bu etkileşim alanında, ilk bakışta algılanın / farkedilenin ötesinde, (elbette “arab baharı” gibi ideolojik ve coğrafi sınırlara hapsolmuş, evrensel kaynamayı algılamaktan uzak değerlendirmeleri aşan) daha geniş bir “ortak tepki” ve kaynama / kaynatma / altüst oluş “zemini” kurmuştur.
Örneğin, mısır’da muhalefet yürütenin Facebook üzerinde iz düşümünün Londra’da olması bir tesadüf değildir.
Aynen, istanbulda Greif işçileri direniş olduğunda, berlinde türkiye kökenlilerin 2 saat sonra sokağa çıkıp, protesto etmeleri gibi, gözle görülmez binlerce sosyal, siyasal, kültürel ilmikten oluşan sağlam ve kopmaz ağlar, her yerdedir ve işlemektedir / iletmektedir.

Cezayirli direnen işçinin akrabası, arkadaşı, pariste, kulağını ve gönlünü açmış beklemektedir.
Belçikada yaşayan Tunuslu sokak satıcısı, kent yoksulu, ötelenmiş göçmen, kazandığının bir kısmını, memleketindeki işsiz ve tepkili yeğenine göndermektedir.
Pakistanlı temizlik işçisi müslüman, Londrada, sel baskınına uğrayan ülkesi için bağış ve yardım toplamaktadır.

Sözün özü şudur:
Ülkemizdeki “kapitalizm düşmanı müslümanlık”ta, adıyamandan, urfadan IŞİD’e katılan genci devindiren “şey” de, dünyayı, özelde de “çanağı” saran bir yeni “nuh tufanı”nın dalgalarıdır.
Yoksa Urfa’dan ve Almanya’nın Bremen kentinden IŞİD’e katılanları ortaklaştıran tek şeyin Kur’anın cüzlerinin içinde yazılı olan sihirli sözler olduğu zannına kapılırız.
Ağaca bakıp, ormanı görmemezlik yapamayız.

Dönelim baştaki konumuza:
Bu yazının bütününe sirayet eden bakış açısı çerçevesinde anlaşılacağı gibi “Devrimci müslümanlık” ve “anti-Kapitalist müslümanlığı” bir düşman güç olarak görmek elbette söz konusu olamaz.

Bu tür yaklaşık hatalı ve zararlı olur.
Yani şu an bizler, kurduğumuz bu empati ve sempati ilişkisinde yanlış bir yerde durmamaktayız denilebilir.

Ancak asıl soru başka türlü sorulmalıdır.: Devrimci müslümanlık yada anti-Kapitalist müslümanlık, iyi düşünelim bunun cevabını, bir „gerçek ve kalıcı dost“ güçmüdür?

Buna benim cevabım almanların dediği gibi “JEİN”dır. Yani hem “ja” hemde “nein”.
Bu konuda bir „kesin cevap“ oluşturmak için süreç henüz olgunlaşmamıştır.
“Devrimci müslümanlık”, henüz “rüşeym” halindedir.
Yani bir “tohum” boyutunda ve etkisindedir.
Dede Korkut efsanelerine / masallarında yiğit, BOĞAÇ Ismini almak için onsekiz yaşına kadar bekler ve bir boğayı boynuzlarında tutup devirince, ancak ondan sonra Ismini hak eder, ona bir isim verilir.

“Devrimci müslümanlık” bir gelişme, olgunlaşma süreci geçirmek durumundadır ve zorundadır.
Bizler belki ancak bu sürecin bir aşamasından sonra ona BOĞAÇ veya başka bir ad takabileceğiz.
Belkide “bogaç” değil “sırtlan” adını vermemiz gerekecek.

Ben, ülkemizdeki “devrimci” müslüman” akımın gelecekte “mütasyon” yolu ile çoğalacağını tasavvur ediyorum.
Yani büyüyecekler, bölünecekler ve devamen büyüyecekler. Kendi içinde birçok kanatlar oluşacak.
Ancak bölünmelerde, ki burada sınıf mücadelesi içinde “nasıl tavır alındığı” hep farklılık gösterecektir.
“Devrimci müslüman akım” hem boğaçlar hemde sırtlanlar üretecektir.
Bu böyledir: çünkü, karakterleri gereği onlar hep iki yolun kesiştiği bir yerde duracaklardır: “din taassubu ve halkçılık”

Ama bu gelişmeler salt bir iç süreç değildir, gelecekte de bir türkiye bazlı “iç evrim” olarak yaşanmayacaktır.
Devrimci müslümanlığın ülkemizde, tam da bu “an”da, tam bu tarihsel dönemde kendisini sahneye çıkarması, salt, iç süreçler ve niyetler, ya da iç tarihin ilerlemesi, altan iç dalganın olgunlaşması, İhsan Eliaçık Hocanın hideyete ermesi ile değil, elbette bunlarla birlikte, ama belli bir ağırlıkta dünyanın küçülmesi, ideolojik devinimin evrenselleşmesi sonucudur.

Dünyayı bir “nuh tufanı” sarmaktadır. Dünya giderek sular altında kalmaktadır.
Bu gidişata “ilk tepki” veren dünyanın metropollerinde ve aynı anda, neredeyse “eş zamanlı” olarak kendi ülkelerinde huzursuzlanan, müslüman emekçilerdir / yolsullardır / ötekileşmiş olanlardır.
Bu müslüman emekçiler, elbetteki, diğer dinlerden olan kardeşlerinden, işin fıtratı gereği, daha çok yada daha az devrimci / isyancı değildirler.

Ama “tarihsel tesadüfün” sıkıştırması sonucu, batı metropollerinde ve aynı “an”da içinden geldikleri, avrupaya göç veren ülkelerinde en çok devinen, huzursuzlanan onlardır.
Yoksa, allahtan gelen bir “fazladan” devrimci potasiyelleri tabii ki mevcut değildir.

Ama ne yazık ki bu “dipten kaynamanın” tarafı olanların bir kısmı, hatta büyük bir kısmı, devrimci bir çözüm cevabına inanmak yerine, gerici retorike ikna edildikleri ve hepimizin başbelası olan uluslararası saldırgan güçlerin hokus pokusu ile, onların ideolojik / kurgusal oltasına yakalandıkları için suriyede kafa kesmektedirler.

Ve bizler, Samuel Phillips Huntington’dan, yani “Kültürler savaşı” kitabının yayınlanmasından 20 yıl sonra bile (The Clash of Civilizations / Kampf der Kulturen, 1996) hala “işe” tam uyanamadık.
Biz hala ideolojik yeşil çayırlarda dört yapraklı yonca arayıp, bol miktarda ebegümeci toplayabiliyoruz.

Bu konuda bizlerin aymazlığı tescillidir.
Bizler 22. eylül 1980 ve 20. ağustos 1988 arasında süren İran/Irak savaşında da camdan dışarıya bakıp, yağmuru seyretmiştik.
Şimdide, günümüzde de, Suriyede ve Irakta kafa kesenleri ajansların haberlerinden dakika dakika izleyip, hiçbirşey anlamıyoruz.

Bu iş sol’un topyekün (yeni ve artık kapsamlı) bir ilgisine muhtaçtır.
En önemlisi, bu konu, benim gibi: “olmaz bu kadar” yazısı yazanların değil, “bilimsel araştırma disiplinlerinden” gelenlerin ilgisine de muhtaçtır.
Durduğumuz yerde demir atark bu olguları açıklamaya devam artık edemeyiz.
Duruşlarımızı /analizlerimizi değiştirmeli ve pozisyonlarımızı güçlendiremeyiz.
Penceremizi açmamız gerek.

Yoruma kapalı