Nefret söylemi… Yeni bir kavram. Eskiden insanlar “söylemlerinin” nefrete – suça teşvike yol açacağını bilmezlerdi. Empati yapılmaz ve yaşanan katliamlar doğal karşılanırdı. Örneğin meydanlara kurulan idam sehpalarında “suçlu”ların idamı veya eli kesilecek “hırsız”ların infazı “ailecek” seyretmeye gidilir, çocukların geleceği bu manzaranın yol açtığı travmayla karartılırdı. Modernizm “akıl çağı”nı başlatıp, “özgürlük-eşitlik-kardeşlik-laiklik” şiarıyla aristokrasiye- feodaliteye karşı burjuvaziyi iktidara taşıdı. Görece bir “ilerleme – ilericilik”ten söz edebiliriz. Örneğin burjuva devriminden önce şeriatın kestiği kollar-bacaklar acırken, modernite kol-bacak- cinsel organ kesmek yerine hapishaneleri icat etti. (Tabi 21. Yüzyılda hâlâ kol-kafa kesmeler yaşanıyor. En son İŞID örneğinde olduğu gibi. Hatta şeriatla yönetilen ülkelerde, recm-kırbaçlama gibi ortaçağ uygulamalarının devam ettiğini biliyoruz.)
Elbette ilerlemenin-aydınlanmanın-bilinçlenmenin sınırı yok. Bu gün de “burjuvazi”nin bir diğer ifadeyle sermaye sınıfının gericileştiğini söylüyoruz. Bu gericileşme insan ve doğa talanına yol açıyor. 1. ve 2. Dünya savaşında katledilen on milyonlarca insanın katili, dünyayı yeniden paylaşım için savaşa karar veren bu sınıftır. Modernizmin “aklı”dır. İşte insanları kendi erklerinin ve saltanatlarının sürmesi için birbirlerine kırdıran sermaye sınıfı, klasik bir tanımla “böl-parçala-yönet” yöntemiyle hep ayakta kaldı. Din ve milliyetçilik bu sınıfın elinde hep önemli bir malzeme-argüman oldu.
Bu anlamda savaşların geri planında yatan sınıf çıkarlarına, ekonomik ilişkilere işaret eden Marksistler hep haklı çıktı.
Postmodern felsefede “hoş görü” ve “nefret söylemi”
Ancak günümüzde sermaye sınıfı “sol”u da postmodern felsefeyle, örneğin içi boş “insan hakları ideolojisi- çok kültürcülük, hoş görü ve sivil toplumculuk” söylemleriyle etkisi altına aldı. Bu felsefe, “solun söylemiyle sağa saldıran, sağın söylemiyle sola saldıran”, dönem dönem kimi söylemleriyle çakıştığımız ama özünde “kapitalizm düzeltilebilir – başka bir alternatif yok”da ifadesini bulan eklektik bir düşünce biçimidir. Anlaşılacağı üzere: “Herkes siyaseti fikirsiz bir ilmihalin ikiyüzlülüğüyle karıştırmakla meşgul. Ahlâki terörizm kılığına bürünmüş entelektüel karşı-devrim, Batı kapitalizminin rezaletlerini yeni evrensel model olarak aktarıyor. (Batının) Sözde “insan hakları” yeni özgür düşünce biçimleri yaratmaya yönelik girişimleri her alanda yok etmeye hizmet ediyor.”[i]
Bütün bu sıraladıklarım ayrı ayrı açılacak konularıdır. Çok dağıtmadan günümüzdeki “nefret söylemlerine” değinmek istiyorum.
Çok bilinen nefret söylemleri “Ermeni dölü, Yunan tohumu” gibi sözlerdir. Ve elbette eşcinsellere ve kadınlara yönelik hakaret sözcükleri hatta nefret söylemi sayılacak “ata” sözleri sayılmayacak kadar çoktur: “Kızını dövmeyen dizini döver, eksik etek” gibi. Bunlardan bazıları örneğin “Kuyruklu Alevi- Kürt” gibi söylemler süreç içinde unutuldu. Ama “Türk-Sünni ve heteroseksüel erkek” olmayanlara yönelik hakaretler devam etti.
Rojava Suriye ve Irak’ta yaşananlar
Son aylarda Rojava devrimi ve Suriye’deki iç savaş gündemimizin baş konusuydu. Irak’ta ve Irak Kürdistan’ındaki gelişmeler ve İŞID adlı örgütün katliamları hepsinin önüne geçti. Ben de bu konuda bir dizi makale yazdım.[ii] Katıldığım TV programlarında (İMC TV ve TV 10 ) Şengal direnişini selamladım. Kobane sınırına bir grupla gidip desteğimi sundum. Bu yazıyı kaleme aldığım sırada İsrail’in ve IŞID’ın saldırıları, Ezidilerle Filistinlilerin dramı devam ediyordu. Acıların yarıştırılması da doğru değil tabi. Ezidi toplumunu ve Filistinlileri öne çıkarmamızın nedeni bölgede zulme uğrayan en büyük nüfus olduklarındandır. Gazze’de 2 milyona yakın insan abluka ve bombardıman altındadır, Şengal’de de yarım milyon insan yaya olarak katliamdan ve tecavüzden kaçmaktadır. Ancak Ezidiler yanı sıra bölgede yaşayan Şii Türkmenler, Şavaklar, Arap Hıristiyanlarla Aleviler ve İŞID saflarına katılmayı reddeden Sünni Araplar da aynı zulmün mağduru olmuşlardır. İşte tam da burada -belki de farkında olmadan- “acılar yarıştırılmaya” başlanmıştır.
Türkiye’de bir kesim Gazze trajedisini öne çıkarıp IŞİD’e direnen Rojava’yı ve yarım milyon Ezidi’yi yok saymış, sadece Filistinlilerin ve Türkmenlerin dramını dillendirmiştir. Batı medyası da başlarda sadece Iraklı ve Suriyeli Hristiyanların yaşadığı dramı kamuoyuna duyurmuştur. Ama bu yanlı duyurmayı yapanlar, İŞID’ın kendi hükümetleri tarafından beslenip-büyütüldüğünü yazmamışlardır. ABD ve AB ülkelerinin yani kapitalist bloğun geç ses çıkarmaya başlamasının nedeni budur. Onlar “orta doğuda sürekli kaos”tan nemalanmaktadırlar. AKP hükümetinin “soydaşlarımız” dediği Türkmenlerin yardımına koşmamasının bir nedeni İŞID ile kurduğu “iyi ilişkiler” ve “rehineler” ise diğer nedeni bölgedeki Türkmenlerin Sünni değil, Şii olmasıdır. Gazeteci yazar William Engdahl; “IŞİD’in bir CIA / NATO projesi olduğunu, IŞİD’in 2012’de Ürdün’ün Safavi kentindeki bir CIA-Özel Kuvvetler eğitim kampında eğitilmeye başlandığını, bu kampın ABD, Türk ve Ürdünlü istihbaratçılarca yönetildiğini, kampın finansmanını Suudi Arabistan ve Katar’ın sağladığını yazıyor.”
Acıların yarıştırılması ve nefret söylemi
Sözünü ettiğim “acıların yarıştırılması” bizim cenahta ise empati yoksunluğundan yapılmaktadır. Ve bu tavır farkında olmadan nefret söylemine yol açmaktadır. Yani söz konusu nefret söylemleri ırkçı-milliyetçilerin propaganda aracı, apolitik insanların şartlı refleksi iken, bazen de kendini solda tanımlayanları da etkileyebilmektedir. Bunlar büyük olasılıkla Ezidiler gibi katliamlara uğrayan Şii Türkmenlerin, Arap Hristiyanların, Nusayrilerin, Şavakların varlığından bile haberdar değildir. Sayıca çok az da olsa bu insanların tepkileri sosyal paylaşım ağlarında dolaşmaktadır. Örneğin İŞID’a duyulan öfke bu çevrenin tepkilerini Araplara yöneltebilmektedir. Araplar genel olarak suçlanmakta ve “katliamcı – tecavüzcü – korkak” olarak tanıtılmaktadır. Oysa İŞID’ın içinde Arapların yanı sıra, Türklerin, Kürtlerin Bosnalıların, Kosovalıların v.d. milliyetlerden insanların olduğunu bilseler bu tepkiyi göstermezlerdi. Ayrıca velev ki bu çete sadece Araplardan oluşsun, bu durumda bile tüm Araplara hakaret etmek nefret söylemidir. Diğer yandan İŞID’ın kendilerinden olmayan Araplara da saldırdığını unutmamak gerekiyor.
Hatırlayınız herkesin sustuğu, kendi haklarını bile savunamadığı bir dönemde, Arap diye küçümsenen Filistinliler zulme karşı topyekûn halk olarak savaşmaya başlamışlardı. Birçoğumuzun idolü, Filistinlilerin tuzunu ekmeğini yemiş ve Filistin Kurtuluş Savaşı’nın rahle-i tedrisinden geçmişti. Hatırlatmakta yarar var. Filistinliler ilk intifadayı 1917’de başlatmışlardı.
Diğer yandan Arap baharı belki karşılığını bulmadı, kapitalist blok tarafından manipüle edildi ve işbirlikçi hükümetler devrimi askıya aldı ama ayaklanmalar nasıl da hepimizi heyecanlandırmıştı hatırlayalım. Ve ayrıca bizim ülkemizde de halklara örnek gösterilecek bir “yönetim” tarihi boyunca olmadı. Yani kötülük AKP ile başlamadı. AKP, kötülük imparatorluğunu hâyâsızca devam ettirdi. Birçok ülke gibi bizim de tarihimiz katliamlar tarihidir. Ama bu yaşananlara rağmen tüm Türkler kötüdür yorumunu yapamayız. Tarihinde bin Dersim olan ABD yönetimine rağmen tüm Amerikalılar kötüdür diyemeyeceğimiz gibi.
Kürtler, Çerkezler, Çeçenler ve Rumeli göçmeni Müslümanlar
“24 Nisan 1915’te, Ermeni aydınlarının çıkarıldığı ölüm yolculuğundan bir hastanede saklanarak kurtulan Zabel Yesayan’ın şu yazdıkları düşündürücüdür: “Pek çok anne, genç kızlarını Fırat’ın sularına atmıştır. Genç kadınlar yeni doğmuş çocuklarıyla birlikte aynı sulara atlamışlardır: “Pek çoğu delirdi. Aralarından bazıları tecavüzden sonra kaçmayı başardı; bunların çoğu kaçarken öldürüldü (…) Bu zavallılar herhangi bir toplanma yerine vardığında Kürtler, Çerkezler, Çeçenler ve Rumeli göçmeni Müslümanlar, bunlara göz yuman (Türk b.n.) jandarmanın himayesinde tehcir edilenlerin kampına saldırıyordu. Üzerlerinde ne bulurlarsa alıp götürüyor, elbiselerini bile soyup çıkarıyorlardı.”[iii]
Bu acı gerçeklerden yola çıkarak tüm Türklerin, Kürtlerin, Çerkezlerin, Rumeli göçmen Müslümanların “kötü –tecavüzcü -soykırımcı” olduğunu söyleyebilir miyiz. Yine Ermeni tarihçilerin yazdığına göre Ermenileri katliamdan-tecavüzden korumak isteyen Kürtlerin, Türklerin ve diğer etnik kökenden insanların varlığı da biliniyor.
1992 yılında önce Bosna, sonra Kosova’da başlayan soykırım sırasında da yüz binlerce insan topraklarından sürüldü. Binlerce Müslüman kadın tecavüze uğradı. Bunların sorumlusu milliyetçi Sırplardı. Hindistan’da Sih’li Müslüman kadınlara tecavüz edip yakanlar da Hindu milliyetçilerdi. Tarihin yazdığı en büyük soykırımı gerçekleştiren Hitler Almanya’sıydı. Yakın çağın en büyük (Ruanda) soykırımında ise Fransa’nın suç ortaklığı belgelerle ortaya serilmiştir. Ama buna rağmen tüm Almanlara, Sırplara, Hindulara, Fransızlara kötü diyemeyiz.
Barış için Filistinlilerle el ele yürüyüş yapan Yahudiler olduğu gibi, İsrail parlamentosunda “Filistinli kadınlara tecavüz edin” diyen Yahudiler de var. Bunu söyleyen Siyonist vekilin İŞID çetesiyle düşünce kardeşliği açıktır. Yani tecavüzcüler ve tecavüzü savunanlar alçaklıkta birleşmektedirler. Dolayısıyla tecavüzcülerin tümünü tek bir din-mezhepten ya da etnik kökenden görmek yanlıştır.
Sonsöz
Acıları yarıştırmayın. Acıları yarıştırırken farkında olmadan nefret söylemleriyle buluşur ve ırkçı-milliyetçi kesime malzeme verirsiniz.
Velhasıl: “Kötü millet yoktur. Kötü yönetimler- ‘erk’ler vardır.
[i] Alain Badiou, Etik, Metis yayınları, İstanbul, 2004.
[ii] Bkz. ,