Sosyalistlerin HDP’de çok işi var! – Gökcan Aydoğan


Öncelikle, böyle “provokatif” bir yazı teşekkürü hak etmektedir. (*) Esasen bu yazı sayesinde ölü sinir uçlarına sinyaller gitmiş, çoktan başlaması, derinleşmesi gereken tartışma emeklemeye başlamıştır. Yazar, esasen yazıda da eleştireceğim ruh halinin yapmayacağı/ yapmadığı, HDP’de “işi olan sosyalistlerin” ise yapamadığı işi yapmıştır; meseleyi derinleştirip, yolda beraber yürüyüp, işin rotasını sosyalizmden yana kırmaya büyük bir katkı.

Yazı, HDP’nin önümüzdeki dönemde yaşayabilmesi için önemli bir parametre olan; yazarın ruh halindeki devrimcilerin de HDP’ye katılıp mücadelede dönüştürücü rol üstlenmeye başlaması için bir adım olduğundan, “satır satır” takip edip cevap vermenin yazının hak ettiği ağırlıkta bir karşılık bulmasını sağlayacağını düşündüm. Umarım “hoca bana taktı” psikolojisi yaratmaz. Uzatmadan başlayayım:

İlk olarak soyut olarak bahsettiğim “ruh hali”ni tanımlamakta fayda var. Bu ruh hali;

1. Kürt Özgürlük Hareketine açıktan düşmanlık besleyen ya da Kürt sorunu gibi ateşten bir gömleği üstüne geçirmemek için kendisine suni bahaneler yaratanlardan farklı olarak devrimci bir öze sahiptir.

2. Kürt Özgürlük Hareketi (KÖH) ile ortak mücadele hatları yaratmaya çalışan ya da var olan alanlarda ortak mücadeleler yürüten devrimcilerden farkı sosyalizm mücadelesini mücadelenin diyalektik özünden uzakta mekanik bir şekilde kavramasıdır. Bu ruh haline göre “sosyal” ve “sınıfsal” mücadeleler “ayrı” (Diyalektiğin yasası gereği ayrı olmadıklarını ben de savunmamaktayım. Fakat ben bu mücadelelerdeki birbirini besleyen, birinin diğerini önünü açtığı bir ilişki olduğunu söylüyorum) yerlere düşerler.

HDP: Sosyalizmsiz Sol

Sosyal hareketler ile sınıf hareketini birbirinden “ayrı” görüp de ikisi arasında bir tercih yapmak gerektiğinde devrimcilerin sosyal hareketleri değersiz hatta sınıf hareketinin yolunda engel göreceğinin en güzel kanıtı talihsiz şekilde devrimcilerin ağzından çıkan özgürlük, demokrasi kavramlarının Erdoğan’ın ağzından çıkanlar ile eşitlenmesi halidir. Meseleyi böyle sığ bir eşitlemeye götüren aklın Türkiye’nin önündeki yıllardaki büyük mücadelelere gebe alanlarını anlayamayacağını, anlamadığı için içinde bulunamayacağını, mücadelede çubuğu sosyalizme bükemeyeceğini şimdiden ilan edebiliriz. Mücadeleler mantar gibi yerden bitebilir, devrimcilerin olmadığı alanlarda kendiliğinden mücadeleler başlayabilir. Fakat devrimcilerin gitmediği yerde sosyalizm bitmez, sosyalistin dâhil olmadığı, dönüştürmeye/örgütlemeye çalışmadığı mücadele alanında sosyalizm yok diye hayıflanması anlamsızdır.

Uzatmadan belirtmek gerekirse, bu yazının başlattığı tartışmalara gelen cevap yazılardan Mehmet Çelebi’nin bıraktığı yerden de devam ederek; devrimcilerin en basit sosyal demokrat talepleri bile dillendirmek için( ücret artışı, örgütlenme/propaganda özgürlüğü/ sendikal haklar, vs.) sonsuz cefa çektiği, coğrafyamıza has kapitalizm öncesi toplumdan bize yadigâr, her daim demokrasi düşmanı, bolca keyfi, bürokratik ve askeri geleneği başat karakteri olan devletin( Bu topraklarda devrim yapacaksak, onu tanımak gerek. Coğrafyamızın özgünlüğü meselelerinde, çizilecek devrim “yol”unun ayaklarının yere basması için Kıvılcımlı’yı da burada tekrar anmış olalım. Ayrıca, Gezi direnişinin esas momenti de bu devlet geleneğine karşı oluş halidir.) sayılan özelliklerinin kırılamadığı, işçi sınıfıyla devrimciler arasında neredeyse hiçbir organik bağın kurulamadığı ve devrimcilerin söyleminin sınıfa ulaşmadığı/ ulaştığında ise karşılık bulamadığı bir dönemde HDP’nin “Sosyalizmsiz Sol”unun başarılı her mücadelesi üstümüzdeki ölü toprağını kürek kürek kaldırarak bu coğrafyanın devrim mücadelesinde en önemli görevi üstlenecektir. Lenin’in parti tarafından “karşı-devrimci” ilan edildiği fakat Rus devriminin özgül koşullarını okuyan Lenin tarafından devrimci kırılma anında Bolşevikleri “basit bir marjinallikle” sınıftan uzağa düşmesini engelleyen Nisan Tezleri hamlesi göremeyeceğimiz bir yerde durmuyor. HDP bir Lenin’e sahip olmayabilir ama yapmaya çalıştığının izdüşümü tarihsel olarak Lenin’le örtüşüyor.

Parti, programıdır

Doğrudur, parti programıdır. Mesele mücadelenin mekanik algısından doğru programı anlayamamaktadır. Diyalektiği bir kenara bıraktınız mı hayatın gör dediğini göremez olur, HDP’yi “ikiyüzlü” ilan edersiniz. Satır satır gitmekte fayda var:

“Ne BDP’nin ne HDP’nin, ne parlamentoda ne de sokakta, emekten yana önemli bir performansı yoktur.” diye başlayıp devam eden cümleye denebilecek bir tek şey var: El insaf! Devrimcilerin var olduğu/var ettiği hangi işçi direnişine HDP ve vekilleri destek vermedi? Hangi işçi düşmanı yasa meclisten geçerken vekiller görmezden geldi, üstüne kürsüden kavga etmedi? Hangi direniş çadırı ziyaret edilmedi, hangi işçi mitingine katılım gösterilmedi, gerekirse birlikte sokaklarda beraber direnilmedi? HDP dışındaki devrimciler fabrikalardan çıkmıyor, ülke grevlerle kaynıyor, devrimciler binlerce işçiyle mitingler düzenliyor da HDP’liler sıcak yataklarından mı çıkmıyorlar? Soru sormak dışında üstüne konuşmaya hicap duyuyorum, sorulara cevabı olan varsa o vakit boynumu bükeceğimden de emin olabilirsiniz.

Diğer bir konu, şu “Marks’ı aşan” Öcalan’ın devrimcilere referans olmasının mesele edilmesidir. Bir teorisyen Marks’ı aştığını iddia edebilir, bir devrimci de bu teorisyeni kendine referans alabilir. Bu durum teorisyenin Marks’ı aşabilmiş ya da aşamamış olmasıyla hiç alakalı olmadığı gibi, Marks’ı teorik olarak dışlamayıp tersine üstüne bir şey koyduğunu düşündüğü için, devrimcinin de bu teorisyeni referans almasına engel bir durum da yoktur. Ayrıca, Marks’ın “kapitalizmin sosyal yönü”ne kör kalan ve “ortak aklın/müştereklerin temellük edilmeleri”ni öngöremeyen Marks’ı eksik olarak tanımlayan Zizek ve nicesi, düşmanca Marksizmi dezenformasyona uğratan Postmarksistler isimlerinin başına bir “kötü” tanımlama ( “her fırsatta Marks’ı aştığını iddia eden” sıfat tamlaması gibi) almazken Öcalan’a bunun reva görülmesinin kökleri devletin ideolojisiyle sarmaş dolaştır. Eklemek gerekirse, KÖH ile ortak mücadele hatları yaratmaya çalışan devrimcilerin “sadece” Öcalan’ı referans aldıklarını iddia etmenin gerçek hayatta bir karşılığı yoktur ve “Marks’ı aşma” meselesinde HDP içerisindeki devrimcilerinde fikri bellidir

Emekten Çok Kimlik Hareketi

Yine üstüne konuşmaya “utanılacak” bir diğer konu… Kayıtlar ortada (http://www.tbmm.gov.tr/develop/owa/yazili_soru_sd.sorgu_baslangic) ve herkese açıktır. “Çözüm süreci” ile en “liberal ve işbirlikçi” ilan edildiğimiz dönemde (kabaca 2011/2012 den bugüne alabilirsiniz) binlerce soru önergesinden %80’i emek/ ekoloji/ kadın/ polis terörü üstüne, bunların içinde de kabaca %60 oranında sendikal haklar/işten atılma/ işçi düşmanı yasalar/ yoksulluk/ yandaş sendika üyeliği/çiftçinin sorunları gibi konular üzerinedir. Yazıdaki kendi teorisini hayata zorla uygulamak için ortada olanı görmeyip hayatı zoraki teoriye uydurmak gibi “masum” bir Marksizm’den sapma değilse, açıkça devletin yaptığı gibi bir dezenformasyon politikasıdır.

Bu başlıktaki son söze de bir kelam etmek gerekirse, Kürdistan’ın sömürge oluşu teorik olarak Kürt sorununu sadece Kürdistan’daki baş çelişki yapmayacağı gibi bu kadar devrime gebe bir coğrafyada örgütlü, kent yoksullarının ezici çoğunluğunu oluşturan, şehirlerin ağır/pis işlerini üç paraya yapanların çoğunu Kürtlerin oluşturduğu, devlet bütçesinin hala savaş bütçesi olduğu, kirli savaş yöntemlerinin ve tecrübesinin günü geldiğinde hiç tereddüt etmeden devlet tarafından Türkiye devrimci mücadelesini boğmak için kullanacağı düşünülürse; hem teorik hem de hayatın “zoru” olarak Kürt sorunu Türkiye’nin de başat meselesidir.

HDP: Bir Alternatif Girişim Daha

Bu başlık altında devrimci tarihten bilgilendirmeler dışında bir iddia bulunmadığı için burada başlayan tartışma üzerine yorumları diğer başlıklara saklıyorum.

BDP’nin Seksiyon Örgütü

İlk olarak, kafasında “Devrimci Cephe” gibi bir mücadele hattı olan bir devrimcinin diğer devrimcilerin iradesini bu kadar yok sayması, onları KÖH’ün rüzgarında savrulan yapraklar olarak ilan etmesi tutarsızlıktır, kendi adına vahimdir. Çünkü göz göre göre bu “iradesizlerle” yola çıkmayı savunmaktadır.

Bu ülkenin tepeden tırnağa( Eğitimden yargıya, askeriyeden sağlığa) Kürt halkıyla mücadeleye uygun şekillendirildiği bir Türkiye’de kavganın muhattapları bellidir. Devrimcilerin yaptığı/yapması gereken kavganın taraflarından hangisinin yanında olacağını belirlemektir. Bu güce hayranlık veya yaprak gibi savrulmak değil, basit ve net (ne yazık ki bu ülkede oldukça bulanıklaştırılan, bu nedenle de “kuyrukçuluk”, “güce tapınmak” , “iradesizlik” gibi elli kulp takılan) bir tercihtir.

Birlik Nasıl Yapılmaz?

Türkiye devrimci tarihini birazcık-ama birazcık- bilen biri Türkiye devrimci mücadelesinin birlik, ortak mücadele, cephe deneyimlerinin epik birer başarısızlık örnekleri olduklarını bilir. Bu ne yazıda yazarın “Devrimci Cephe” alternatifini önermesini, ne diğer sosyalistlerin başka cepheler kurma arayışlarını, ne de devrimcilerin KÖH ile bir araya gelme çabalarına engel değildir. Sosyalist tarihimizin kendisi de epik başarısızlık mücadeleleriyle dolu, karşı devrimciler ve liberaller dışında mücadeleyi terk etmemizi “öğütleyen” yok. Devrimciler kadere yenilmez, tarihten ders çıkararak onu değiştirmeye çalışırlar.

Bugüne kadar PKK ile girilen birlik dönemleri kirli savaşın damgasını vurduğu, OHAL’lerin “genel hal” olduğu, meselenin ivmesini gerillanın mücadelesinin ve iradesinin belirlediği dönemlerdi. Tarihsel olarak PKK değil sorunun yakıcılığı devrimcileri bu deneyimlerde “sömürgeleştirmiştir”. Sokakta bile çatışırken birlikte hareket etmenin, aynı rezonansı tutturmanın hayati öneme sahip olduğu düşünürsek, fikir ayrılıkları durumlarında(yazıda ne yazık ki “düşmanca” bu olay “hegemonya altına alamamak” diye adlandırılmıştır) birlik zeminlerini terk edip süren savaşa odaklanması gayet normaldir. Bu PKK’nin “ulusal hareket” olmasından kaynaklı bir özellik değil, savaş durumunun özgünlüğünde beklenen bir reflekstir. Asıl soru, o kadar örgütlü gücüne, devletlerle sürdürdüğü gerilla mücadelesine, Kürdistan’da veyahut herhangi bir ülkede ortaklık kurabileceği onlarca gerici odak varken ve “PKK sistemi kabullense de şu sorunu bir çözsek!” diye avcunu ovuşturan Türkiye ve Kürdistan burjuvazisi dururken, PKK’nin devlet silindirinden geçmiş ve bırakın filizlenmeyi daha tohum halindeki devrimcilere birlik zeminleri aramasının nedeni nelerdir? Bu soruyu yanıtlamadan, meseleyi savrulan yapraklar ve devrimciler retoriğine getirmek duruma kör bakmaktır.

Çoğumuz Sosyalistiz Ama Partimiz Değil

Sıra geldi özeleştiriye… Fakat aynı zamanda yazının ruh haliyle en büyük hesaplaşmanın da tam sırasıdır. Yazının bu bölümündeki tüm soru ve eleştirilere sonuna kadar katılıyorum. Fakat o zaman neden HDP’deyim? Uzun uzadıya teorik cümleler döktürmeye lüzum yok, bir örnekle meseleye yaklaşımımı, eleştirdiğim ruh halinden ayrı düştüğüm yanı belirteyim.

Özgürlük Rüzgarı filmindeki, sendikalı işçi önderi Dan devrimciler için özelinde ulusal mücadeleler genelinde “sosyalist” olmayan “sosyal” mücadelelere nasıl yaklaşması gerektiği konusunda el kitabı gibidir. Dan, oturduğu yerden İrlanda’nın özgürlük mücadelesinin hakkını verdiği halde, “sosyalist” olmadığı için birlikte mücadele etmekten imtina etmemiş, onlarla birlikte bedel ödemiş, “içerden” sosyalizm mücadelesini sürdürmüştür. Bu sayede, ulusal mücadelenin sosyalist bir devrime gebe oluşu gibi sorunu dar çerçevede algılayıp burjuvaziyle anlaşma eğilimine karşı ( gözü kör olasıca diyalektik!) bu sapmaya sahip gençlerle yüz yüze avazı çıktığınca kavga etme “şansını yakalamış”, tarihi önceden kabullenmemiş, değiştirmeye çabalamıştır. Yazıdaki ruh halinin ise bu filmdeki yeri, Londra’dan burjuvazi ile anlaşma eğilimindeki gençlere karşı yazılar yazan sosyalist bir yazar olacaktır.

Halk İktidarının Değil Onu Geciktirmenin Aracı

Yazar özetlemiş, biz de özetleyelim, HDP;

*Sosyalist değildir, böyle bir iddiası yoktur. Fakat bu topraklardaki en devrimci olasılıktır, başarısı halinde başarısının meyvesi sosyalizmden başka bir şey olamaz.

*Kürt hareketi “ihracatçı” değildir. Emperyalistler gibi piyonlarıyla başka ülkelere siyasi müdahalelerde bulunmaz. Devrimcilerle yan yana gelebilir, bunu becerirse ne ala; Kürdistan’ın mücadelesinin Türkiye versiyonunun hayali bile güzel.

*Bir birlik girişimi olarak şimdilik başarısızdır. Hayat durmaz, katı olan buharlaşır ve devrimciler tarihe teslim olmazlar. HDP başarısızlığa mahkûm değildir, onu ölü doğmuş bir bebek görmek için kör olmak değil beş duyu organını yitirmiş olmak gereklidir. Çünkü görmüyorsan, çığlığını duyabilirsin, duymuyorsan nefes alışını hissedebilirsin.

*Sosyalistlerin yapılarda yer almak için onların sosyalist olup olmadığına bakıp karar vermek gibi bir lüksleri yoktur. Böyle bir ölçüte sahip olmak hafif tabirle mücadeleden kaçmak, esasıyla karşı devrimci tavırdır. Çünkü sistemin alternatifi olacak kıvılcımları sosyalistlerin nefesleri yettiğince aleve çevirmeye çalışmayıp onun yerine kıvılcım “kızıl” mı “kırmızı” mı diye bakması kıvılcımı “ateş söndürücülerin” eline bırakmaktır. HDP, bu kıvılcımlara üflemeyi bırakın, alev olmuş devleti yakan KÖH ile diğer tüm kıvılcımları yan yana getirme çabasıdır. Bu analoji yazarın “hegemonya altına almak” ve “sömürmek” diye tanımladığı meseleyi de açıklar. KÖH’ün “alevi” o kadar büyüktür ki dışarıdan baktığında o alevin senin kıvılcımını yuttuğunu sanırsın ama içerden baktığında o alevin senin de alev olabilmenin teminatı olduğunu rahatlıkça görebilirsin.

Ayaklanmanın Devrimci Cephesi

Geldik yazının “utangaç” finaline… Yazı daha da uzamasın diye mesele  derinleştirilmeden sadece bahsedilmiş fakat boyu belli havuzun ne kadar derinleşeceği ortadadır. HDP’ye oldukça iddialı, hem Gezi Direnişi’nin derslerinden hem sosyalizmden doğru eleştiriler getiren bir yazının Türkiye Devrimci Tarihinin binlerce kez telafuz ettiği “halkların bütün kesimlerinin ve onun bütün anti-emperyalist, anti-faşist örgütlerinin içinde yer aldığı ve gündelik pratik mücadele içinde inşa edilmiş bir devrimci cephe” gibi bir öneriyle bitmesi esasen tesadüf değildir. Meseleye dair özel bir ayrıştırıcı alternatif yaratamayışın sebepleri tarihseldir. Çünkü, bu coğrafyadaki tarihsel ve yeni tüm dinamikleri doğrusuyla yanlışıyla HDP içerisinde barındırmaktadır. Soyut bir şekilde “dışarıdan”  HDP kötülemesine gittiğinizde elinize yukarıdaki “Devrimci Cephe”den başka bir şey kalmaz. Teorik derinliğinden şüphe etmeyeceğim yazarın, Lenin’in “primitivizm” adını taktığı, “mujiğin çakmaklı tüfekle savaşa gitmesi” durumuna düşmesi teorik sığlığından değil yukarıda bahsettiğim tarihsel olarak “otomatik tüfeklerin” HDP’de oluşundandır.