Enformasyon çağındayız! Bu ilan ya da çağrı kiminin ağzında oldukça olumlu yankılanırken, kiminin gelecek korkularını ifade ediyor. Enformasyon; bilgi veya haber anlamına gelen, Latince kökenli dillerden Türkçe’ye orijinallerine benzer biçimde (İng: Information) uyarlanarak girmiş bir sözcük. Ama bugünlerde gündelik hayattan akademik makalelere kadar birçok mecrada kullanımı, sadece bilgi veya haberi ifade etmenin ötesine geçmiş durumda. Mesela, “enformasyon çağı” ifadesinde küresel internet ağlarının sağladığı, tarihte görülmüş en hızlı iletişim biçimince iletilen bilgi ya da haberleri ifade etmekte ve vurgu bilgiden çok internet ya da iletişim hızına doğru çekilmektedir. Yani Mike Wayne’in de dikkat çektiği üzere bilgi “bit’lere, devrelerce elektronik sinyallere, bilgisayar dilinin 1 ve 0’larına dönüştürülmüş” dijital verilerle özdeşliğe doğru koşar adım anlam mutasyonlarına maruzdur. Günümüzün tartışması bu minval üzeredir; bu dijital hız hayrımıza mıdır şerrimize mi?
Elbette böylesi bir soruya her ideolojik tutum, her politik taraf kendi meşrebince cevap verecektir. Serbest piyasanın kutsallığına inananlar “bırakınız tweetlesinler, bırakınız paylaşsınlar” diyecektir örneğin. Zira gelişen iletişim teknolojilerinin her eve, her ele erişebilme yeteneği insanları özgürleştirecektir ve haliyle bireysel özgür seçim hakkı ve fırsatlarıyla donanan insan, pazarın sağlığını güvence altına alacak, paranın soğuk almasını engelleyecektir!
Enformasyon özgürleştirir!
Kulakta hoş bir tını bırakıyor. Gelgelelim gerçek şu ki iletişim sosyolojisi, hukuk, siyaset bilimi (ve siyasal iletişim) ve kültürel çalışmalar alanında özgürlük ve dijital iletişime başat yaklaşımların çoğunluğu kaygı yüklü. Herkes “Ama ne yapalım çiğ süt emen insandan bu kadar güzellik çıkıyor işte” diyerek yarı gönülsüz bir rızaya ortak olsa da serbest piyasada hiçbir şeyin çamura bulanmadan parlamasının mümkün olmadığı da aşikar.
Yakın zamanda Youtube’a açılan “sahte tık” davası pek ilgi görmedi ya da pek teşhir edilmedi ama esasında bu dava ürkütücü bir piyasa gerçeğinin yansımasıydı. İnternet paylaşım sitelerinde beğen ya da yorum yap butonlarına yönelen her tık, piyasada finansal bir karşılık buluyormuş meğer! Peki, internet başındaki sadece kendi işiyle meşgul sınırsız tık sahibi milyonlarca kullanıcı, kazandırdığı milyon liralardan haberdar mı? Hani serbest piyasanın şeffaflığı? Bu döngüde özgürleşen bireyler mi yoksa bizatihi paranın kendisi mi?
Özerk bir iletişim mümkün mü?
Evlerinizden, telefonlarınızdan interneti kovun, şeytanın yeni sureti internettir! Vaktiyle televizyon için koparılan veryansına pek benziyor değil mi? O zamanki savunmaları bir hatırlarsak: Evet, TV bir şeytan aleti değildi ve bilgi/haberin daha hızlı iletilmesi müreffeh bir toplumun da garantisi olacaktı. Çarkıfelek’lerden Var mısın Yok musun’lara, Saklambaç’lardan İzdivaç’lara, yüzlerce “yoksul ama mutlu” aile dizilerinden boyu dizileri aşan reklamlara varan birikimiyle TV, yarattığı kendine bağımlı kültür nedeniyle çok tartışıldı, çok eleştirildi. Bu bağlamda şeytan elbette alette değil, alet edende aranmalıdır; bakınız serbest piyasa ve devlet kapitalizmi!
Sayılabilecek tüm olumsuzluklarının yanı-sıra internet dünyanın çeşitli ülkelerinde (Arap Baharı, Wall Street, Yunanistan ve Gezi/Haziran İsyanı gibi) çıkan isyanlarda alternatif iletişim kaynakları sunması ile hanesine olumlu notlar katmayı başardı. Sözü edilen eylemlerin örgütlenmesinde gerçekten de eşi görülmemiş bir katkısı oldu internetin. Lakin bu olumlu not, internete yönelik tüm eleştirilerin karşısına sert bir duvar ördü. 21. yy direnişlerinin yüce aracı interneti eleştirmek ya çağdışılık, gericilikle ya da aymazlıkla itham edilir oldu!
Peki, baştaki soruya geri dönersek, bu dijital hızın faydası kimedir? W. Benjamin’in “hep değişen ama hiç değişmeyen” ifadesiyle tanımladığı modern yaşam biçiminde Eski ile Yeni’nin mesafesini sıfırlayan, bilgi edinmenin ve toplumsal belleğin doğasına aykırı bu hız olgusunun zirvesi internet değil midir? Öyle bir hız ki; “Yeni”den, güvenilir bilgiden ve eğer bilgisayarlarınkini kastetmiyorsak bellekten bahsetmeyi imkansız hale getirmekte. Şair olmak için şiirlerin bir dergide/kitapta yayımlamasını beklemenin gereksiz olduğu, facebook gibi programların, beğen butonuyla tüm şiir denemelerini Turgut Uyar’ınkilere denklediği çağdan söz ediyoruz.
Elbette, bu eleştirilerin sonucu “Bırakalım bu işleri, yıkalım tüm aletleri mektup çağına dönelim” çağrısı olmamalıdır. Sadece modern çağın hızını normal ve doğal; bu hıza direnmeyi de geride kalmak şeklinde yorumlayanın yine Modernizm olduğunu her daim akılda tutmak elzemdir. Zira bu yoruma ortak olan sol ağızlardaki artış ziyadesiyle endişe verici!
WAYNE, Mike, Marksizm ve Medya Araştırmaları, Yordam Yay. 2009, s. 57
KEANE, John, Medya ve Demokrasi, Ayrıntı Yay. 2011, s. 65