IŞİD’in, önemli oranda zayıflayan ama varlığını sürdüren bir güç olarak Ortadoğu denklemi içinde tutulması, ABD’nin çıkarlarıyla bütünüyle uyumludur
IŞİD’in Kobane’ye yönelik gerçekleştirdiği saldırı, uluslararası ve bölgesel güçlerin gündemini meşgul eden en önemli konulardan biridir. Birleşmiş Milletler’in yıllık toplantısının merkezinde IŞİD’e karşı atılması gereken adımlar ve saldırının uluslararası alanda meşrulaştırılması tartışıldı. Küresel sermaye, Ortadoğu’da uygulamaya koyduğu çok yönü politik stratejiler, IŞİD üzerinde resmileştirmeye çalışıyor. ABD ve Fransa tarafından başlatılan hava operasyonlarının önümüzdeki süreçte artarak genişleyeceğine dair önemli veriler ortaya çıktı.
IŞİD, Ortadoğu’da stratejik ittifakların yeniden tanımlanmasında önemli bir işlev gördü. ABD-İran, İngiltere-İran diplomatik ilişkileri hızla kurulmaya başlamakla kalmadı, İran aşamalı olarak Ortadoğu’nun merkez ülkelerinden biri haline getiriliyor. Çatışma merkezi haline getirilen Irak ve Suriye’deki politik dengelerin yeniden kurulmasında İran’ın aktif rol oynayacağı artık kabul ediliyor. Ortadoğu’nun 21.yüzyıl çeyreğinin yine ittifak güçleri olarak S. Arabistan, Mısır ve İran’ın ön plana çıkartılmasının gerekçelerinden biri de IŞİD ve El Kaide gibi radikal İslamcı örgütlerin yarattığı etkidir.
Musul gibi stratejik bir il, IŞİD tarafından ele geçirilmedi, tersine özellikle ABD tarafından belirlenen politikaların yaşama geçirilmesi için teslim edildi. IŞİD’in bölgeyi bütünüyle askeri ve politik bir kaosa dönüştürmek için yapmış olduğu kanlı vahşetine göz yuman uluslararası güçlerin, bugün aynı gerekçelerle IŞİD’e karşı hava operasyonlarına başlamış olmaları, esasen bölgenin yeniden dizayn edilmesinin ilk adımıdır. Bu sadece bölgedeki stratejik ittifak güçlerinin yeniden belirlenmesi değil aynı zamanda S.Arabistan, Katar, Kuveyt ve Türkiye gibi devletlerin reorganize edilmesinin ilk adımıdır.
IŞİD’in bölgedeki politik dengelerin değiştirilmesi için oynadığı rol henüz tamamlanmış değil. ABD kurmaylarının ‘IŞİD ile mücadele yıllar alabilir’ biçimindeki değerlendirmenin bir başka ifadesi IŞİD’in önemli oranda darbeleneceğini ama bütünüyle tasfiye edilmeyeceğini gösteriyor. IŞİD’in, önemli oranda zayıflayan ama varlığını sürdüren bir güç olarak Ortadoğu denklemi içinde tutulması, ABD’nin çıkarlarıyla bütünüyle uyumludur. Böylelikle, Körfez devletlerinde yapısal bir kısım değişikliklerin zorunlu hale getirilmesi için IŞİD’in varlığı bir tehdit olarak kullanacaktır. Körfez devletlerin siyasal yapısında bir kısım değişiklikler yaptırılarak İran gibi içte ‘liberal İslam’ politikasının yaşama geçirilmesi hedefleniyor. Bu bakımdan İran’ın aşamalı bir şekilde ön plana çıkartılması ile, İran’daki şeriatçı yapının bir benzerinin Körfez devletlerine model olarak sunulması amaçlanıyor. Aynı şekilde IŞİD saldırılarının Körfez bölgesine doğru yayılması olasılığının artması, birleşik tek merkezli bir liberal İslam devletinin kurulmasını çok daha fazla güncelleştirilecektir.
IŞİD’in Rojava Özerk Yönetimi’nin kantonlarından biri olan Kobane’yi hedef tahtasına oturtması, bir bakıma Kürdistan coğrafyasına yönelik tasfiye stratejisinin ölümcül son saldırısıdır. Birçok saldırının ortak bileşkesi ise Ortadoğu’da yeniden şekillenen ilişkilerde Kürtlerin artan stratejik gücünü kırmak ve denklemin dışında tutmaktır. Irak ordusundan ele geçirdiği ağır silahlarla Rojava’ya yönelmesi ve bugün bütün askeri gücüyle Kobane’ye saldırması, Kürdistan bölgesinin politik olarak bütünüyle tasfiye edilmesidir. Bu bakımdan Kobane’nin savunulması esasen bütün Kürdistan coğrafyasının savunulmasına eş değerdedir
IŞİD ile çatışmalı olan bölge ülkeleri dahi, Ortadoğu’da Kürtlerin politik bir güç olarak, masanın bir tarafından bulunmasını istemiyorlar. IŞİD’in Musul’a girmesinden sonra, saldırılarının merkezine Kobene’yi koymuş olması, IŞİD üzerinden izlenen çok yönlü tasfiye politikasının en önemli halkasıdır. Bu bakımdan IŞİD, özellikle bölge ülkeleri tarafından çok yönlü destekleniyor ve yönlendiriliyor. Rojava’da oluşan ‘Özerk’ bölgenin zora dayanan bir askeri güçle dağıtılması, esasen 21.Yüzyıl’ın yükselen gücü olarak Kürtlerin Ortadoğu denkleminin dışına itilmesidir. Bu durum bir tesadüf olmayıp çok yönlü belirlenen politikanın bir parçasıdır.
Özellikle Türkiye bu sürecin en önemli merkezi üssü olarak işlev gördü. AKP’nin geliştirdiği Sünni eksenli bölgesel politikaların Suriye’deki ve Irak’taki yansımalarının tahmin edilenden çok ağır olduğunu bugün ortaya çıkan politik kaostan görüyoruz. PYD’nin Batı Kürdistan bölgesinde ilan ettiği “demokratik özerkliği” boğmak ve Kürdistan merkezli politik bir oluşumu engellemek için aktif olarak desteklenen IŞİD’in İslam adına gerçekleştirdiği katliamlar kesintisizce devam ediyor. Bu bakımdan IŞİD’in, Rojava’da Kobane’ye yeniden çok kapsamlı bir saldırıya yönelmiş olması, Kürtlerin oluşan politik gücünü ve stratejik oluşumunu tasfiye etmeye yönelik çok yönlü planların en önemli halkalarından birini oluşturuyor.
Türkiye’nin Suriye ve Irak politikasının en önemli halkası, Kürdistan coğrafyasının istikrarsızlaştırılması üzerine kurulmuş bulunuyor. AKP’nin IŞİD gibi her türlü katliamı yapan bir örgüte destek vermesinin esas nedeni; Türk devletinin varlık nedenini ortadan kaldıracak olan Rojava’daki Kürdistan Özerk Bölgesi’nin oluşumunu engellemektir. Ancak Türkiye’nin izlemiş olduğu bu politik bütünüyle çöktü. IŞİD’in Kobane saldırısı aynı zamanda Türk devletinin en son saldırısı ve çırpınışı olarak tanımlamak yanlış olmayacaktır. Bu saldırıdan ortaya çıkacak politik tablo aynı zamanda Türkiye’nin izlemiş olduğu tasfiye politikasının çöküşü olacaktır.
Türkiye yol ayrımında ve ABD’ye teslim olması kaçınılmazdır
Türkiye’nin çok açık bir yol ayrımında olduğu ve kaçınılmaz olarak ABD ve AB eksenli izlenen politikanın dümen sunuya girmek zorunda kalacağı ortadadır. Erdoğan’ın uluslararası alanda vizyonu sıfırlanmış bir cumhurbaşkanı olarak ayakta kalma şansının olmadığı koltuğuna oturduktan sonra çok daha net olarak gördü.
NATO toplantısı onun için ilk deneyim olarak ne tür bir tehlike ile karşı karşıya kalacağını gösterdi. Türkiye’nin kullandığı en önemli argüman rehineler meselesiydi. ABD’nin çok açık desteği ve IŞİD’e verilen önemli tavizlerle bu sorun aşıldı ve rehineler serbest bırakıldı. ABD Dışişleri Bakanı Keryy’in, “Türkiye’nin elinde hiçbir bahane kalmadı” demesi esasen Erdoğan’a ayar verilmesi olarak algılandı. Birleşmiş Milletler’in yıllık toplantısında Erdoğan’ın muğlak cümlelerine karşılık Kerry’nin “Türkiye savaşta ön safta yer alacaktır” şeklindeki açıklaması, Erdoğan’a ve hükümete çok açık bir dayatmadır. Kararı verenin ABD olduğu çok açık ve nettir.
Birincisi Türkiye, Ortadoğu’da izole olmuş bir devlet olarak ABD’nin IŞİD politikalarına kendisini artık uyarlamak zorunda kalacaktır. İkincisi, Erdoğan, bugüne kadar izlediği politikaları devam ettirirse koltuğunda rahat oturamayacağını, Irak savaşından sonra generallerin başına ne gelmişse, kendisinin de aynı durumla karşılaşacağını görmeye başladı. Bu bakımdan Türkiye, IŞİD konusunda ABD ve İngiltere’nin politikalarına hızla uyum sağlayacaktır. Türkiye’nin bölgesel ilişkilerde etkisiz kalması ve hatta tasfiye edilmesinin, onun devlet olarak varlığını ciddi oranda tehlikeye düşüreceği artık görülmeye başlandı. Bu bakımdan iç politikada güçlü görünen Erdoğan’ın uluslararası ilişkilerde tersine etkisiz bir durumda olduğu NATO ve Birlemiş Milletler toplantısında netleşti. Bundan sonra, karşımızda küresel güçlerin ekonomik, politik ve askeri çıkarlarına tam uyumlu bir Cumhurbaşkanı göreceğiz.
Ayrı bir yazı konusu olmakla birlikte, ortaya çıkan bu yeni durum, Türkiye’nin bölgesel ve iç politikasında çok daha farklı politik krizlere yol açacaktır. Örneğin, Türkiye Rojava gerçeği karşısında ne gibi bir stratejik değişikliğine gidecektir? Esad rejimiyle ilişkilerini nasıl belirleyecektir? Körfez ve Mısır politikasında nasıl bir değişiklik yapacaktır? Türkiye içinde örgütlü olan IŞİD ile ilişkiyi nasıl dengeleyecektir ve IŞİD saldırılarına karşı nasıl bir önlem alacaktır? Bunlara benzer gündeme gelen ve gelecek olan çok kapsamlı sorular Türkiye’nin oluşturacağı bölgesel politikalar bakımından önemlidir. Erdoğan ve Davutoğlu’nun izlemiş olduğu ve artık bütünüyle iflas etmiş bölgesel dış politikanın yeniden şekillendirilmesi Türkiye’yi çok daha ciddi bir yol ayrımına getirecektir. ABD’ye hızla uyumlu olmak zorunda kalacak olan Türkiye, artık güçlüler arasında değil güçsüzler arasında yer alacaktır.
(Sendika.Org – 26 Eylül 2014 – Dr. Mustafa Peköz)