Samir Amin’den faşizmin geri dönüşüne ilişkin bir değerlendirme

Çağdaş kapitalizmde faşizmin geri dönüşü – Samir Amin

(The return of Fascism in Contemporary Capitalism), S. Amin, Monthly Review, Vo. 66 / 4 (Sept 2014)

Özetleyerek çeviren : Mustafa Durmuş

Faşizm seçimlere dayalı parlamenter demokrasinin belirsizliklerini reddeden otoriter bir polis devleti ile aynı şey değildir. Faşizm, özel bir takım durumlar nedeniyle kapitalist toplumun yönetilme biçimine ciddi meydan okuma söz konusu olduğunda, buna karşı sistemin özellikli bir yanıtıdır.

Tarihte faşist hareketler daha ziyade 1930’lar-1945 döneminde görüldü. Bunların en belirgin olanları İtalya’da Mussolini, Almanya’da Hitler, İspanya’da Franco, Portekiz’de Salazar, Romanya’da Antonescu, Fransa’da Petain, Macaristan’da Horty ve Hırvatistan’da Pavelic’tir.

Hem gelişmiş hem de azgelişmiş ülkelerde görülen bu güçlü faşist hareketlerin bazıları savaştan zaferle, bazıları ise savaştan yenilgi ile çıkmışlardı. Bu nedenle de hepsini bir torbaya koymak doğru değildir.

Bu çeşitliliklerine rağmen tüm faşist rejimlerin ve buna uygun faşist toplumların iki ana ortak noktası mevcuttur:

(i) Çağdaş tekelci kapitalizm deki dahil olmak üzere kapitalist mülkiyet ilişkilerini temelde sorgulamadan, kapitalizme karşı çıkmadan hükümet olma ve toplumu yönetme iddiası.

Bu nedenle de faşizm kapitalizmin meşruiyetini politik olarak sorgulamayan ancak onu farklı bir şekilde yönetme iddiasında olan bir rejimin adıdır. Diğer yandan bu yanıt, kapitalizmin yönetilmesi konusunda sıkıntıya düştüğünde başvurulan herhangi bir seçenek değil, derin bir kriz ve şiddet ortamında egemen sermaye açısından en iyi çözümlerden biridir, hatta bazen geride kalan tek seçenektir.
(ii) Faşizm altında yönetim, kategorik olarak mevcut ‘demokrasi’nin de reddedilmesini gerektirir.

Faşizm daima demokrasinin temellendirildiği fikirleri reddeder ve yerine yenilerini koyar. Bunlar örneğin çoğulcu fikirlerin, seçimlerle çoğunluk iktidarı fikrinin, azınlık haklarının reddedilmesidir. Bunların yerine kolektif disiplin ve önderin ve onun emrinde hareket edenlerin otoritesi gibi kavramları koyar. Bu yer değiştirme her zaman gerici fikirlere ve düşüncelere başvurularak yapılır. Bu amaçla ‘devletin dini’, ‘tek bir etnisiteye ya da ırka dayalı ulus’ ideolojik söylemlerinin ve propagandalarının da temelini oluşturur.

Modern Avrupa tarihinde görülen ve geniş bir yelpazeye yayılan ama bu iki ortak özelliği barındıran faşist rejim örnekleri dört grupta toplanabilir:

(i) İleri gelişmiş kapitalist güçlerin, dünyada ya da en azından bir bölgede hegemonik güç haline gelmesini hedefleyen faşist rejimler: Bunların tipik örneği Nazizm’dir. 1870’lerde temel bir sınaî güç haline gelen İngiltere ve Fransa ve ABD’ye karşı rakip olarak da ortaya çıkan Almanya’da durum budur. 1918 yenilgisinden sonra Hitler’in Avruıpa’nın egemeni olma ve 1.Dünya Savaşı’ndan yenik çıkmanın ezikliğinden kurtulma sevdası ve fikri Nazizm’in sermaye ve geniş toplum kesimlerince yükselişini desteklemiştir. Yine 1895 yılından sonra Doğu Asya’da benzer bir hegemonik güç olma sevdasında olan Japon faşizmi de bu kategoriye girer.

(ii) İkinci derece kapitalist güçlerin faşizmi: Mussolini bunun en iyi örneğidir. Mussolini ve faşist hareket 1920’lerdeki kriz ve yükselen komünist harekete karşı İtalyan Sağ’ının (aristokrasi+ yeni burjuvazi +orta sınıf) bir yanıtı idi. Salazar ve Franco’da aynı kategoride yer alır.

(iii) Yenilmiş güçlerin faşizmi.: Fransa’da Vichy Hükümeti ve Belçika’da Degrelle ve ‘Flemish’ sözde hükümetleri bu grupta yer alırlar.

(iv) Doğu Avrupa’nın bağımlı toplumlarındaki faşizm: Bu toplumlar geri ve dışa bağımlı kapitalist toplumlardır. İki dünya savaşı arasındaki dönemde bu tür ülkelerin gerici egemen sınıfları Nazi Almanya’sını desteklemişlerdir. Bunlar arasında Polonya, Baltık Ülkeleri, Romanya, Macaristan, Yugoslavya, Yunanistan ve Batı Ukrayna Hükümetleri sayılabilir.

İkinci Dünya Savaşı yenilgisinden sonra faşist hareketler tamamen ortadan kalkmadılar, sadece yer altına geri çekildiler, gerçekte yok olmaksızın görünür olmaktan çıktılar. 1990’lardan itibaren tüm bu faşist hareketler bilinçli bir biçimde rehabilite edildiler ve hazırda bekletildiler. Özü itibariyle hemen hepsi faşist karakterlere sahip bulunsalar da onlar kendilerini “ulusalcı” olarak tanıttılar ve büyük medya da bu konuda onların ulusalcılar olarak ( faşist değil) kamuoyuna tanıtımına hizmet etti. Örneğin Le Monde, Le Pen’i faşist değil bir ulusalcı olarak tanıtmayı uygun gördü.

Çağdaş faşist hareketlerin bir diğer özelliği bu hareketlerin taleplerini ne zaman yapacakları ya da nasıl durduracaklarını bilememeleridir. Lider kültü ve katı itaatle beslenen fanatizm onların yer yer kontrolden çıkmasına da neden olur. Hizmet ettikleri sosyal sınıfların bazen çıkarlarına ters düşebilecek eylemlilikler içerisine girmeleri kaçınılmaz olur ve bu durum da böyle bir katı itaat ve bağlılık-fanatizm kültüründen gelmelerinden kaynaklanır. Hitler ruhsal olarak sağlıksız biriydi ama kendisine destek veren büyük sermaye gruplarının kendisinin yaptığı delilikleri sonuna kadar desteklemesini de sağlayabilecek bir gücü bu kesimlere uygulamış ve sonuç da alabilmişti. Mussolini ve Salazar gibi diğerleri mental olarak hasta olmasalar da kriminaliteye yönelme konusunda hiç çekinmemişlerdir.

Editörün notu:
Tüm gerici polis rejimlerini faşizm olarak adlandırmaktan kaçınıyor ve daha dar anlamda 1920 ve 1930’ların İtalya ve Almanya’daki örnekleriyle ilişkilendiriyoruz.
Bu iki rejimin temel özellikleri şöyle özetlenebilir: (i) İdeolojisi bütünüyle aşırı Sağ’da yer alır. (ii) Burjuva demokrasisi içinde yükselir. (iii) Yönetime gelme yöntemi seçim ve şiddet karışımı bir yöntemdir. (iv) En büyük destekçileri mevcut ekonomik politik kurulumda kendilerini dışlanmış olarak hissedenlerdir. (v) Amacı sadece devlet gücünü ele geçirmek değil, aynı zamanda Sol’dan mevcut sosyal düzene gelebilecek tüm tehditleri de ortadan kaldırmaktır.

Böylece bu iki örnekten hareketle faşizmin burjuva demokrasisi içinde yeşeren özgün bir karşı devrimci biçim olduğu ileri sürülebilir. Güç ve servetin, mevcut kurulumun dışındaki hırslı, muhteris unsurlara geçmesinin önünü açar ve aynı zamanda da radikal değişim isteyenlere karşı statükonun garanti edilmesini sağlar.
Sonuç olarak burjuva demokrasisinin ve özgürlüklerinin ortadan kaldırılması ve yerine polis devletinin kurulmasıyla sonuçlanır.

link:
http://monthlyreview.org/2014/09/01/the-return-of-fascism-in-contemporary-capitalism/

Yoruma kapalı