Devam eden yıkıcı bir savaşın nasıl bitirileceğine ilişkin ciddi barış projeleri sunulmak yerine, geleceğe ilişkin Suriye tasavvuru senaryoları, birbiri ardından sıralanarak, Suriye içinde ve dışında kamuoyuyla paylaşılıp duruyor. Süren savaşın nedenleri, tarafların sınıfsal duruşu, gücü ve amaçları netleştirilmeksizin, nasıl bir Suriye iktidarının mümkün olabileceğine gerçekçi bir cevap vermek oldukça zor ve yanıltıcı olur. Şüphesiz ki, istemler, tahayyüller, beklentilerin var olmasıyla, gerçeklik farklı şeylerdir. Bugün açısından, emperyalist, siyonist güçlerin genelde Ortadoğu, özelde Suriye’ye ilişkin planları bilinmekle beraber, geçen kısa zaman zarfında taktiksel strateji değişikliklerine giderek yarattıkları kaos ortamından medet umdukları görülüyor.
Üç farklı düzlemde, farklı amaçlara hizmet edecek çözüm projelerinin, hangisinin gerçekten Suriye halkının çıkarlarına hizmet etmediği bilinirken, hizmet edenin netlik kazandığı söylenemez.
İlki; “IŞİD’e karşı” savaş gerekçesiyle, ABD güdümünde oluşturulan Sünni devletler koalisyonu, önce IŞİD’i vurma, ardından B. Esat’ı yıkma gibi bir hedef belirledi. Bu güçlerin şu ana kadar eğitip besledikleri tüm silahlı İslami çetelerin başarısızlığını kabullendikleri ama onlardan vaz geçmeden yeniden, eğit-donat projesiyle her türlü desteği sunacakları biliniyor. Bunun içinse, başta Türkiye, Arabistan ve diğer işbirlikçi yönetimlere ihtiyaç duyulduğu ifade edilerek, onlara Başşar’sız bir Suriye’nin kurulacağı teminatı verilmiştir. Politik, diplomatik başarısızlığı yanında, gözden düşmeyi kabullenmeyen Erdoğan yönetimi, Esat’ın düşüşünü ikinci plana iten bu taktiğe karşı, ulusal güvenlik gerekçesiyle tampon bölgelerde ısrar ederek yeni tavizler koparmayı denemişse de ABD’nin; koalisyona katılma, üslerini kullandırma, tamponu erteleme, eğit-donat taleplerinin tümünü kabul etmiştir.
İkincisi; Esat yönetimi, 4. yılına giren amansız, yıkıcı savaş karşısında, dış komplo, yabancı işgali ve İslami, şeriatçı teröre karşı, vatan savunması şiarıyla gösterdiği mukavemetle, iç muhalefeti zayıflatırken, dış muhalefeti bölmüş ve halkın önemli kesimini yeniden arkasına almayı başarmıştır. Her türlü ağır kayıplara ve telafisi on yılları alacak olan yıkımlara rağmen, dayatılan şartlara karşı askeri seçenekte direnmenin dışında bir yol olmadığını her fırsat ve ortamda dile getirerek çekilmeği reddetmiştir. Silahlı İslami güçleri iktidara ortak etmenin riski karşısında, devrimci, demokratik muhalif güçlerle ittifakın hedeflenmediği böyle bir çözümün ne denli gerçekçi olduğu tartışmalıdır.
Üçüncü çözüm yolu olarak sunulan anlayış; geçmişten gelen ve yenileri eklenen onlarca siyasi parti ve hareketlerin ortaklaştığı siyasal çözüm perspektifidir. Tek bir yapı altında olmasa bile, üçüncü cephe olarak nitelenen bu güçler; emperyalist işgale, silahlı İslami çetelere ve şeriat devletine karşı dururlarken, Baas rejiminin miadını doldurduğu, bundan böyle Suriye’yi tek partili sistemle yönetmek yerine, çoğulcu, bir geçiş hükümeti, ardından yapılacak nezih ve demokratik seçimle siyasal çözümün sağlanabileceğinde ısrarlı görünüyorlar.
Suriye’de, bunalımı çözmek iddiasında bulunan, birbirini çelen üç farklı yaklaşımın etrafında kümelenen iç ve dış güçlerin olduğunu var sayarak, Suriye sınırlarını aşan, bölgesel ve uluslararası güçlerin dahil olduğu bu savaşın durdurulması ve Suriye’yi geleceğe taşıyan bir çözümün ne denli zor olduğu kabul edilmelidir. Dolayısıyla, bölgenin bütününü içine alan ve halkların ağır bedel ödediği bu kaos ve savaş ortamının durulması, niyetlerden, kehanetlerden ve düz mantık iddialarından çok, direnen emekçi halkların örgütlü gücü, iradesi, egemen güçlerin askeri-teknik üstünlüğü ve küresel tarihi sürecin ne yönde seyrettiğiyle alakalıdır.
Sınıfsal, siyasi, örgütsel ve bilimsel verilere dayanmayan çözümlemelerle bir halkın, ülkenin geleceği hakkında olsa olsa kehanetlerde bulunulabilinir. Günümüz koşullarında, Ortadoğu’nun bütününü içine alan kapitalist-emperyalist sistemden kaynaklı bunalımdan çıkış projelerinin birbiriyle kesişmeden, buluşmadan, tamamıyla bağımsız bir seyir izlemesi, ne Filistin’de ne Kürdistan’da ne de Suriye’de mümkün görünmemektedir.
Emperyal güçlerin de kadiri mutlak şekilde tüm plan ve projelerini hayata geçiremeyecekleri, Afganistan, Irak, Filistin, Lübnan ve şimdi Suriye’de ortaya çıkmışken, Suriye’de yeniden bir işgalin denenmesinin zorluklarından çok, uzun vadede ABD ve İsrail’e hizmet etmeyeceği kaygısı, AKP hükümetinin tüm ısrarına rağmen giderilemediği, işi zamana yayarak, çıkabilecek yeni fırsatlar konsepti üzerinden bir çözümün benimsendiği görülüyor. Esat’ın beklenen sürede düşürülememesi, yanı sıra, Rojava’da ve Kobani’de ortaya çıkan yeni durum, koalisyon güçlerini, Arap milliyetçilerini memnun etmezken, AKP iktidarını büsbütün rahatsız etmiş ve yeniden tampon bölge seçeneğine sarılmasına yol açsa da, IŞİD’le flört tehditlerini bir şantaj olarak kullansa da, ABD’nin temel stratejisinde bir değişikliğin söz konusu olmayacağı belli olmuştur.
Rojava’da, Suriye bütünlüğü içinde özerk devrimci bir yönetimin şekillenmesi, bölge halkları açısından değil de, gerici yönetimler açısından bir tehdit ve istenmeyen bir örnek oluştururken, AKP iktidarını ciddi şekilde tedirgin etmiştir. Hele, Esat’ın buna tepkisiz kalması, Türkiye’yi çileden çıkarmıştır. Güney Kürdistan örneğinden farklı bir Kürt statüsünün doğuşuna tahammülü olmayan Erdoğan yönetiminin, PYD yerine, IŞİD’e komşu olmayı tercih edecek kadar düşmanca yaklaşımı, Türkiye’de Kürt özgürlük hareketiyle sürdürdüğü çatışmasızlık sürecindeki samimiyetsizliğini deşifre etmekle kalmamış, ülke içinde, Kobani’yle dayanışma eylemlerini resmi ve sivil güçlerle bastırarak, HDP’yi dolayısıyla Kürt özgürlük hareketini, olmayan barışı sekteye uğratmakla suçlamıştır. Suriye iç çatışmalarıyla doğrudan ilgili olan AKP politikalarının ne denli tehlikeli sonuçlara yol açtığı, Meclis’ten çıkarttığı tezkerenin amaçları eklenince daha kolay anlaşılır olmuştur. “IŞİD bir tehdit değil bir fırsattır” yaklaşımı, AKP aklının nereye ve ne için çalıştığını anlatmak için yeterli bir veridir.
Emperyalist güçlerin, bölgeye ilişkin yeni olmayan planları; bölge ülkelerinin karşı karşıya kaldıkları değişim basıncı ve birbirleriyle ekonomik, siyasi ve mezhebi çıkar çatışmalarını bastırarak kendi önceliklerini formüle eden ABD’nin oluşturduğu Sünni devletler koalisyonu, üç buçuk yıldır yaşanan başarısızlıkları aşmayı ve koordinasyonu sağlamayarak planlı ve uzun erimli bir ortak stratejiyle bölgenin dolayısıyla Suriye’nin dizaynını hedeflediği açıktır.
Rusya’nın, arka bahçesi Ukrayna’da meşgul edildiği, İran’ın, Yemen, Bahreyn, Lübnan, Irak ve Suriye’deki gelişmelere kayıtsız kalmadığı, ancak ABD’yle nükleer müzakerelerde sağladığı ilerlemeyi önemsediği düşünüldüğünde, Suriye merkezli siyasetinin ve desteğinin bir sınırı olacağı sır değildir. Kaldı ki Suriye’nin de savaşın devamı, ülkenin parçalı hali, ekonomik altyapının tahribi ve sürekli dışa muhtaç olma halinden haz duymadığı açıktır; koşullar oluşması halinde, Beşşar Esat’ın uzlaşmaya oturmayacağı iddia edilemez. Koalisyon güçlerinin Suriye toprakları üzerinde IŞİD’e yönelik operasyonlarının taşıdığı riske rağmen, Baas rejimince, zımni ön kabulle karşılanmış olması, uzlaşmaya dönük bir mesaj olduğu pekala söylenebilir.
IŞİD’in, onu yaratan ABD ve destekleyen bölge ülkelerinin çıkarlarına tehdit ve tehlike olmaktan çıkarılmasının ardından, Cenevre’nin, yeni bir birleşimle devreye girmesi büyük bir olasılıktır. Sonuç itibariyle, ABD’nin Suriye devletini yıkabilecek bir müdahaleyi, başta İsrail’in güvenliğini tehdit edecek mahiyeti nedeniyle tercih etmesi olası görülmüyor. Bunun yerine, İran ve Rusya’yı devreye sokarak yeniden siyasal bir çıkışın aranacağının işaretleri çoğalmaktadır. Bu ise, tek parti iktidarı yerine çoğulculuğun iktidara taşınması olacaktır.
Suriye’de üçüncü cepheyi oluşturan devrimci, demokrat ve komünist güçlerle, Kürt yurtseverleri, siyasal demokratik ve çoğulcu bir seçeneği şimdiden geliştirip, ciddi bir taraf, Suriye’nin geleceğinin tarafı olmayı becermelidirler. Değilse, Suriye’nin bütününü kaybetme riskiyle karşılaşılacaktır.