Tarihin hayaletleri: Eid al Ğadir ve direniş – Şule Can-Süleyman Sayar

Ortadoğu’nun her köşesinde kan, korku ve dehşet konuşulurken, yangın sarmışken karşıda görünen sınırın birkaç metre ötesini, Arap-Aleviler dualara sarıldı 11 Ekim Cumartesi günü, huzur için, barış için… Ve böylece bıraktık bir Ğadir bayramını daha geride. Alevilerin en büyük bayramı olan Ğadir bayramımız yine bir araya gelişlerle, kurbanlarla, pişirilen Hirisi, yoksullara yardım ve ibadetlerle kutlandı. Bu anlamlı gün, diğer dini bayramlarımızda olduğu gibi, toplumu bir arada tutan, herkesin birbirine elini uzattığı, misafir olduğu, yemeğini paylaştığı bir gün. Esnaflar işyerlerini açmaz, evlerde iş yapılmaz, gençler okula gitmez bir aradalığın verdiği huzurdur Eid al Ğadir. Resmi olarak hiç tanınmayan en kutsal gün. Sosyal dayanışmanın doruğa çıktığı gündür. Ülkemizde başta Antakya olmak üzere Adana, Mersin gibi Arap-Alevilerin yaşadığı il ve ilçelerde yüzyıllardan beri kutlanan bu bayram son zamanlarda bütün Aleviler tarafından sahiplenilmeye, kutlanmaya başlamıştır.141015_gadir-hum2

Ğadir bayramı Ğadir-Hum olayından doğmuştur. Dinsel bir ayrışma olsa da aslında dinin politikleşmesinin belki de en önemli örneklerinden biridir Ğadir Hum olayı. Tarihsel düzlemde bakıldığında ‘halk’lara unutturulan bir alternatif söylemin kendisi, yaşatıldıkça direnmeye çalışan halkların temsilidir aslında Eid al Ğadir. Niye mi anlatıyoruz bütün bunları bunca şiddetin ortasında? Çünkü savaşın gölgesinde Arap Aleviler, yalnızca Suriye’de değil tüm diyasporada umudu yitirmemek için hep birlikte direniyor. Bazıları kafa kesenlere karşı silahla savaşırken, cesurca direnirken, bazıları da İskenderun’da ( Hatay) kazanlarca ‘Hirisi’ kaynatarak direniyor.. Eid al Ğadir ne mi? Anlatalım.

İslam tarihinde “Ğadir-Hum” olayı Peygamberden sonra Hz. Ali’nin halife olacağının ilan edildiği ve bununla birlikte dinin Kemale erdiğinin (tamamlandığının) tebliği olarak kabul edilir. Hz. Peygamber, Hac ve Umre ziyaretini yapmak üzere Hicret’in 10. yılında tüm sahabeleri ile birlikte Mekke’ye hacca gider. Hac dönüşünde Ğadir-Hum denilen mahalle gelindiğinde mealen Kuran’ın şu ayetler nazil olur: “Ey Resul! Rabb’inden sana indirileni tebliğ et. Eğer bunu yapmazsan O’nun elçiliğini yapmamış olursun. Allah, seni insanlardan koruyacaktır. Doğrusu Allah, kâfirler topluluğuna rehberlik etmez!”

Bu ayetlerin gelişinden sonra Hz. Peygamber, hiç vakit kaybetmeden beraberinde bulunan binlerce sahabeyi ağaçlık bir yerde toplar ve deve semerlerinden yaptırdığı bir minberin üzerine çıkarak, ellerini havaya kaldırıp:

“Ey iman sahipleri! Bugün sizin için dininizi kemale erdirdim, üzerinizdeki nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak İslam’ı seçtim. Allah’a itaat edin, Resul’e ve sizin içinizden olan iş ve yönetim sahiplerine de itaat edin’’ ayetini okur. Bu ayetin okunmasından sonra orada hazır bulunan bazı sahabeler; “Biz hangi iş ve yönetim sahibine, yani kime itaat edeceğiz?” diye sorarlar.

O vakit Hz. Peygamber, yanı başında duran Hz. Ali’nin elini tutup havaya kaldırır ve şunları söyler: “Ali’nin kanı kanımdandır, canı canımdandır, teni tenimdendir, ruhu ruhumdandır, Ali ile biz bir nurun ikiye bölünmüş parçalarıyız” der ve şöyle devam eder: “Ben kimin Mevla’sı isem, Ali de onun Mevla’sıdır.” Böylece Ali’yi İslam aleminin yegane adresi olarak gösterir.

Aleviler ve tüm Ehl-i Beyt dostları, Hz. Peygamber’in bu hutbeyi okuduğu Zilhicce ayının 18. gününü “Gadir-Hum Bayramı” olarak kutlarlar. Herkesin ‘din’ adına yapılan katliamlar dolayısıyla İslam’ı bir şiddet ögesi olarak görme eğiliminin olduğu su günlerde alternatif İslami kimlikleri ve azınlıkları konuşmak zor olsa da fazlasıyla gerekli. Kayıtsız şartsız dayatılan ‘tekil İslam’a karşı dururken, Arap Aleviler ‘dinsel’ olanın daha çok sınandığı su günlerde İslam’ın ne olduğundan çok ne şekillerde yaşandığına bizzat İslam’ın tarihiyle cevap veriyor. Yukarıda anlattığımız küçük bir kesit aslında günümüze ve devlet-azınlık ilişkilerine fazlasıyla ışık tutuyor. Ancak daha önemlisi her Arap Alevi için hafızanın başlangıcı ve egemene karşı tarihi yansıtıyor.

Hayatımızın her alanını işgal eden emperyal devlet ve gözetim mekanizmaları, kurguladığı farklı şiddet yöntemleri ile (en güncel örneği IŞİD) ‘kendinden’ olmayanı yok etmeye çalışır. Modern devlet, uyguladığı sosyal kontrol ile toplum içerisinde bir yandan istenilmeyen davranışları sergileyen bireyleri ya da ‘norm’ dışı kalan tüm grupları dönüştürmeye çalışmakta ve modernitenin değerlerini içselleştirmeye zorlamaktadır. Bektaş ve Bakacak’a göre, 1960’lar sonrasında etkili olan sosyal kontrol mekanizması etiketleme veya ötekileştirme olarak karşımıza çıkmaktadır. Ancak bu dönem aynı zamanda modernitenin temel ilkelerinin sorgulanmaya başlandığı bir dönemdir. (Bektaş ve Bakacak, 2009:33). Arap Aleviler olarak böyle bir dönüm noktasını 1990’lar itibariyle yasamaya başladı. 12 Eylül süreciyle susturulan gençlik şimdi yepyeni bir politikleşme ile sokaklara çıkıyor, Arapça öğreniyor ya da Ğadir Hum kutluyor… Hepsi ayni şey mi, demeyin. Gündelik hayat pratikleri sıradan olabilir ama “boş” değildir. Gündelik hayat, ilk bakışta, günlük rutinlerimizi, etkinliklerimizi ve genelde de hayatımızın kaçınılmaz kültürel dokusunu, günlük ritüelleri, dili, aile hayatını, domestik alanı, eğitim ve iş pratiklerimizi kapsar. (Karner, 36) Gündelik hayat sosyolojik açıdan önemlidir, politik olarak yüklüdür. Toplumsal olarak yeniden üretimin, insan yaratıcılığının ve ideolojik meydan okumaların temel mekanizmasıdır. İşte tam da buradan hareketle Ğadir Hum bir temsildir.

Karner’a göre, gündelik hayata dair iki unsuru vurgulamak gerekir. Birincisi, gündelik hayat, insanların doğumuyla beraber yüklendiği cinsiyet, hastalık gibi yaşamlarının odağında var olan olaylar ve deneyimleri içerir. İkincisi ise, gündelik hayat tekrar edilen, devam eden, tanıdık, banal ve hatta sıkıcı olana işaret eder. Dolayısıyla aslında gündelik hayat hem “normal” diye nitelendirilebilecek hem de farklı, patolojik ya da alışılmışın dışında “anormal” diye nitelendirilebilecek normatif çağrışımlara sahiptir. Arap Alevi cemaatinde de direniş; inancı ve inanç temelinde biçimlendirilen yaşam pratiklerini manipülasyon, asimilasyon ve müdahaleden korumakla gerçekleşir. Bu inanç devlet şiddetinin her daim farkında olmanın temelindedir.

IŞİD tesadüf eseri ortaya çıkmış bir şiddet organı değil, hem Madımak hem de Dersim’dir. Çoğulcu İslam’a ve de farklılığa tahammülü olmayan ırkçı zihniyet ile, halkların kıyımı üzerinden kurulan emperyal koalisyonların birleşimi ile yaşanan insanlık kıyımına karşı ‘var olmak’ için önce kendimizi sonra dostumuzu iyi bilmeliyiz.  Arap Aleviler için her ne kadar kamusal alanda verilen mücadelenin referansları ideolojik-politik olsa da asimilasyona karşı direnişin temeli dinidir; ‘biz’ e dair olanı hem fiziksel, hem kültürel hem de toplumsal olarak korumaya çalışmaktır. Ğadir Hum sadece dinsel bir ritüel değil hem egemen tarih anlatımına karsı bir duruş hem de asimilasyon ve tahakkümden kaçış stratejisi olarak politik bir eylemdir.

Diyeceğimiz şudur: Şiddetin hayaletlerinin gezdiği Levant’ta ne ‘bahur’lar sönecek ne de kazanlar.. Eid al Ğadir ile Faik Bulut’un dediği gibi Arap Aleviler de iyilik yolunun taşlarını döşemeye devam edecekler… Tarih içinde sadece hayaletler olarak kalmasınlar diye…

13 Ekim 2014

 

 

Yoruma kapalı