Geçen aydan beri hızlı bir gündem var ama gelişmeler daha çok Kobane’deki gelişmelerin gelgitleri üzerinden oluştu.
Bombalamalar, direnen YPG güçlerine nefes aldırmıştı. Ancak sonra bazen hızlı, bazen azalarak sanki dengeyi tutturmaya çalışıyormuşçasına devam etti süreç.
Her bomba, her destek YPG-PKK ile pazarlıkla veriliyordu sanki.
YPG sözcüleri “ABD ile tam koordineliyiz” diyorlardı ama sanki koalisyon uçakları başka bir yerle koordineliymişçesine bir durup bir kalkıyorlardı.
Aslında koalisyon uçaklarının gözü de, kısmen devletin gözü de Duhok’ta kurulan masadaydı… Barzani de Salih Müslim de masadaydı, hatta MİT müsteşarı Hakan Fidan’ın oraya kamp kurup müdahale edebildiği kadar etmeye çalıştığı da söylendi… Duymak istedikleri şey Salih Müslim’in Rojava kantonlarının ilkelerinden ne kadar taviz verdiğiydi.
Halkların, etnisitelerin ve mezheplerin eşit olduğu devletin en aza indirgendiği bir doğrudan yönetim biçiminin sürmesine tahammül edemezlerdi. Hatta ABD devletinin kendi vatandaşına reva gördüğü “demokratik” yönetim biçimine de tahammül edemezler, ileride halkları birbirine kırdıracak kozları bulundurmak isterlerdi. Ama günler geçti, bombardımanlar iyice seyreltilip IŞİD’in birçok meviziyi geri alması sağlandı ama Kobane savaşçıları pes etmedi, saldırgan katil sürüsüne ciddi zarar verdi. Avrupa kamuoyu artık bir şey yapılmasını istiyordu. Silah desteği verecek peşmergeler yine uzun pazarlıklar sonucunda Türkiye’den geçti.
Neydi ki bu Rojava’da bu kadar önemli olan? Tayyip Erdoğan’ın da “neden stratejik bu kadar anlamıyorum” dediği…
Kobane’yi Kobane, Rojava’yı Rojava yapan ‘Toplumsal Sözleşme’
Anayasa yerine geçecek meclisler metninin ilk paragrafı şöyle diyordu:
“(…) Bizler demokratik özerk bölgelerin halkları; Kürtler, Araplar, Süryaniler (Asuri, Keldani ve Arami), Türkmenler ve Çeçenler olarak bu sözleşmeyi kabul ediyoruz. Demokratik Özerk Bölge Yönetimleri; ulus-devleti, askeri ve dini devlet anlayışını, aynı zamanda merkezi yönetimi ve iktidarı kabul etmez. (…)”
Bu çok basit gibi görünen sözlerdeydi her şey. Elbet Rojava’da çoğunluk Kürtlerdeydi ve bu girişimin başını onlar çekiyorlardı. Ama kendilerini özel bir yere koymadan… (Demir Küçükaydın’dan alıntı)
Yani, Rojava Batı Kürdistan değildi. Suriye’den ve Türkiye’den ayrı bir yer de değildi. Başarısı oranında komşu bölgelere sıçrayacak bir Ortadoğu modeli idi. AKP’nin sadece İhvancılara dayanarak, diğer siyasi ve kültürel unsurları kimi yerde kanla kimi yerde baskıyla tasfiye ederek kurmayı düşlediği model Suriye’de, Libya’da kıyıma yol açmış, Mısır’da da tökezlemişti. Her yönüyle benzer bir modeli IŞİD elinde yürütülüyordu, ancak tarihin benzerini pek yazmadığı bir zalimlikle… Bu yüzdendi AKP’nin hayırhah tutumu, yandaş medyanın IŞİD hayranlığı ama emperyalistler bundan da zarar göreceklerinden korkmaya başlamışlardı.
ABD’nin ve İsrail’in modeli eski adıyla BOP ise artık kaosu mümkün olan en uzun süre sürdürecek provokasyonlarla halkları etnik ve mezhepsel açıdan bölüp sürekli destabilizas yondan medet umar duruma düşmüştü. Bu modelde ne ılımlı İslam (ki öyle bir şeyin olma yacağı ayrıca kanıtlandı Türkiye’de) ne Mısır’da ne de bölge halkları için zırnık demokrasi olma malıydı. Sadece zengin petrol yatakları silahın gölgesinde emperyalizme peşkeş çekilmeliydi. ABD’nin federal ve demokratik anayasası Rojava halkına reva değildi. Onlar en iyisi Barzani gibi milliyetçi Kürtler olsunlar; kuzeyde Türklere, güneyde Araplara düşman olup aradan Akdeniz’e açılmak için bunlarla savaşıp dursunlardı…
İşte bu yüzden Rojava’dan korkuluyordu. O zaman Kobane’yi düşürüverirlerdi ama geride koskoca 3 milyonluk Kamışlı bölgesi vardı ve bu da koskoca Kuzey Irak’ta Barzani iktidarını tehlikeye sokardı. Ayrıca IŞİD’e bu zaferi hediye etmek de istemezlerdi. En iyisi bu, Peşmerge’nin, hatta kuzey Batı Suriye’de sıkışıp kalmış ÖSO’nun zaferi gibi görünsündü.
MİT eliyle Barzani’ye Büyük Kürdistan Kurdurmak
Kobane’de YPG’yi duraklatıp araya ÖSO ve Peşmergeyi sokmak, Türkiye’nin silah ve lojistik destek sağlamaması, direkt yukardaki planı Türkiye Devleti eliyle uygulamaya sokmak anlamına geliyor. IŞİD ile PKK’yı hatta Esad’ı aynı kefeye koyup hepsine karşı savaşacağım dersen otomatik olarak pozisyonun -emperyalist plan olan- Büyük Barzani Kürdistanı’nın kuruculuğu olur. Tayyip Erdoğan “Kobane’nin ne stratejik önemi var? Anlamadım” diyor ama MİT’i Duhok’a yollayıp Türkiye devleti eliyle Barzani’ye büyük Kürdistan kurma işine hevesle saldırıyor. Demek ki gayet iyi biliyor.
Ya Türkiye’nin çıkarları?
Bu plan ABD için, Kuzey Irak’ın Kürt halkı için değil ama onun işbirlikçisi Barzani’nin koltuğu için çok akıllıca olabilir. Ama Türkiye’nin “Türk” halkı için ve Türkiye’nin “Kürt” halkının çıkarları için uygun mu? Akrabaları ile hendekli, mayınlı sınırlarla bölünerek, her an ülkenin bölünme korkusu, iç savaş ve sürülme korkusu ile yaşamak bu halkların milliyetçi körlük nedeniyle bile olsa razı olabilecekleri bir şey mi?
Bu plan AKP iktidarı için bile razı olmak zorunda kaldıkları bir şey. Çünkü bütün yatırımlarını İhvan Ortadoğu’suna, olmayınca onun benzeri IŞİD’e yaptılar. Halkların kardeşçe kendileri temsil ederek eşit bir şekilde yaşamasının modelini İmralı pazarlıklarında gözlerine sokulmasına rağmen razı olamadılar. Esad’ın daha demokratik ve belki federasyonel de olsa Suriye’de iktidarda kalma olasılığı AKP iktidarının sonu olacağı için razı olamadılar. Bu yüzden barış sürecinde adım atmak yerine punduna getirip oy alırız hesabı ile IŞİD’e yatırım yapıp olası bir Laik-Müslüman savaşında milis olarak kullanmayı planladılar. Oysa Türk halkı için de bu IŞİD belasını ve artık Türkiye’nin kendini dışında tutamayacağı Ortadoğu kaosunu bertaraf etmenin tek yolu; Kürt Ulusal hareketi ile Ortadoğu konusunda ittifak yapmak, Kobane savaşçılarına Türklerin yardım etmesi. Öcalan’ın 2013 Nevroz konuşması aslında bu tip ittifakı öngörüyordu ama AKP bu trene köylü kurnazlığı ile binmedi, doğuda ve batıda barışı kuran tek parti görünüp oyları kapacağım sandı. Ama, bu trene binecek olanlar, Türkiye’nin yeni iktidarını kuracaklar.
Üst Akıl: Senin aklın yok mu?
Erdoğan bir cerrah titizliği ile Kobane’yi sıkıştırma taktiğini, bazen bombardımanı hızlandırıp bazen yavaşlatmayı, hatta Kobane’yi kendi sıkıştırdı ama halkın bu tepki gösterip sokaklara çıkmasını bir üst aklın provokasyonu olarak tanımlıyor. O üst aklın onu da istemediği şeyleri yapmaya zorlamasını (IŞİD’e karşı durmak, peşmergeye izin vermek) hazmedemiyor.
Ortadoğu hayallerine ulaşmak istiyorsan, kendini diğer Ortadoğu halklarından üstün yere koymayacaksın, eşitliği kabul edeceksin. Onlarla demokratik bir birliktelik kuracak, mezhepçilik yapmayacaksın. Her topluluğun kendini örgütlemesini, kendini savunmasını kabul edeceksin. ABD’nin sürdürebilir kaos programını bu şekilde boşa çıkarabilirsin ama Kürt hareketi ile ittifak yapmak zorundasın. Laik Arap hareketi ile de ittifak zorunlu. Bu program AKP için hayal bile edilemez. Böyle bir programı kim savunabilir Türkiye’de? Ulusalcılar mı? Onlar hala ulus devletin emperyalizme karşı sınırları koruyacağını hayal ediyorlar. Oysa 1950’lerden beri yeni sömürgecilik ile yönetilen bir ülkeyiz. Bir de Kürt düşmanlığı gözlerini IŞİD’e razı olacak derecede kör etmiş. Bu düzeyde şovenizm ulusalcılık değil işbirlikçilik oluyor artık. Oysa Kürt hareketi ile ittifakı denemekten başka çıkışları yok. Yeni CHP mi? Kürt hareketinin defaatle irtibat kurma girişimlerine karşın,“sizinle ittifak yaparsak bölünürüz” korkusuyla meydanı AKP’ye bırakmakla meşguller. Sosyalistler mi? HDP bileşeni sosyalistler, diğer sosyalistlere bir araya gelmeyi zül sayarken, kendilerine görev çıkarmazken; Birleşik Haziran Hareketi bileşenleri stratejik siyaset üretmekten ısrarla kaçıyor. Tam 1974’ten beri yapıldığı gibi. Türkiye’de devrim sorumlulu ğuna bir de Ortadoğu sorumluluğu bindi oysa.
Kobane süreci PKK’nın ayrı devletten yana olmadığını gösterdi
Türkiye’nin hem Türk hem de Kürt kökenli vatandaşlarının çoğunda, uzun yıllar süren savaşın dezenformasyon bombalamaları nedeni ile genelleşmiş bir yanılgıları var.“Devletle silahla çatışan örgüt ayrı devleti savunur” diye. Türkiye sosyalistlerinin bile bu konuda kafaları karışık. Özerklik talebini ayrı devlet sananlar da çoğunlukta.
Kobane sürecinde ve Salih Müslim’in faaliyetleri iyi izlenirse bu hareket (PKK-KCK-PYD), kendine Suriye’de ayrı topraklar Esad tarafından hediye edilmiş olsa bile ayrı devleti savunmuyor. Geleceğini diğer halklar ile beraber planlıyor. Türkiye’de de bu böyle. Ama devletin tüm politikası önce Kürtlüğü inkar, sonra örgütün meşruiyetini inkar üzerine kurulduğu için ayrı devlete zorlayan siyasi iktidarlar oldu hep. “Demokratik konfederalizm”, “demokratik ulusçuluk” etnik kökene dayanan bir devlet yapısını reddediyor, eşitlik ilkesine dayanıyor. Bu yüzdendir ki Ortadoğu karmaşası için bir model. Bizim bu dergide 2006’dan başlayarak çokça lafını ettiğimiz “HOP” (Halkların Ortadoğu Projesi) adını alıp somutlaşabilecek bir model.
En son Kandil’den “Biz kurucu özneyiz. Beraber kuralım”çağrısı, “Yeni Demokratik TC devletini beraber kuralım” çağrısı idi. Bu da ayrılıkçılık değil herhalde.
PKK ile MHP’nın arasını Irak ve Suriye Türkmenleri bulabilecek mi?
Biliyoruz ki Ağustos ayında Peşmerge IŞİD’in bir saldırı karşısında paniğe kapılıp Mahmur’u
dahi bırakıp kaçmıştı. IŞİD Keldanileri katlettikten sonra PKK son anda yetişti, alandaki bir avuç gerilla IŞİD’i birkaç saat dağlık alandan ateş açarak oyaladı. Sonra gelen destek kuvvetler de IŞİD’i püskürtüp daha da ilerleyerek Telafer ve Tuzhurmatu’ndaki Şii Türkmenleri katliamdan kurtardı. Irak Türkmenleri başından beri MİT’in ilgi alanı olmuş. Hatta MHP, Ülkü ocakları özel olarak görevlendirilmiş gibi görünürdü. Irak Türkmen Cephesi bu organik bağın örgütü idi, oysa Türkmenlerin çoğunu başka partiler temsil ederdi. Ama Türkiye devletinin politikası, Kürtleri bir yandan inkar ederken, Irak’ta Türkmenleri milliyetçileştirmek idi. IŞİD’e karşı askeri yardımı hatta PKK’nın Türkmenler silahlandırması atılan nefret tohumlarının yarattığı buzları eritmişe benzer. Zor günde kimin yetiştiğini gördüler. Türkmenler bu vesile ile halkların kardeşliğine inanmışlarsa, Türkiye’ye heyetler gönderip savlarını onlara anlatmalılar. Onlara bir sürü vaatte bulunan milliyetçilere…
Nejat’ın mesajı: HOP
Benim dedesinden başlayarak tüm ailesini yakından tanıdığım, 17-23 yaşları arasında da şahsen tanışıp beraber çalıştığım Suphi Nejat Ağırnaslı’nın Kobane’de IŞİD terörüne karşı savaşırken şehit düştüğünü, kod adı olarak da “Paramaz Kızılbaş” adıyla anıldığını öğrendik. En elverişli bir yaşam sürebilecekken, en elverişsiz ve kritik anlarda Kobane direnişi ile dayanışmaya katılmakta tereddüt etmemiş ve bir Türk sosyalisti olarak Suriye Kürtlerinin çoğunlukta olduğu bir savaşa bir Türk olarak, Ermeni ve Alevi ismi alarak katılmış.
Nejat’ın mesajı tüm kullandığı isimlerin bir arada çok anlamlı bir mesaj içerdiğini fark etmemek mümkün değil.
1915’te Beyazıt meydanında o dönem İttihat Terakki iktidarında asılan ermeni sosyalist Matdeos Sarkisyan’ın kullandığı müstear ismi yani Paramaz‘ı ve Alevilere gönderme yaparak Kızılbaş ismini kullanmıştı. Kendi resmi adı da onu Türkiye Komünist Hareketi’nin tarihsel köklerine 3 koldan bağlıyordu.
Suphi Nejat adı Bakü kongresinden Anadolu’ya dönüş yaparken Karadeniz’de boğdurulan 15 komünistten ismi öne çıkan Mustafa Suphi ve Ethem Nejat’tan gelme idi.
Ağırnaslı soyadı, 1960’ların efsane ismi dedesi ilk sosyalist TİP senatörü avukat Niyazi Ağırnaslı’dan geliyordu. O hem Mustafa Suphi’lerden sonraki komünist kuşak Mihri Belli’leri, Reşat Fuat’ların yakın arkadaşı olarak onları temsil ediyor, hem deDev-Gençlilerin abisi ve avukatı, Deniz Gezmiş ve arkadaşları ile özdeşleşmiş bir isimdi. Annesi Nuran Ağırnaslı da THKO davası tutuklularındandı.
Nejat’ın Kobane de kendini feda etmesi adeta Ortadoğu halklarına geleceğinizi beraber eşitlik ve özgürlük temelinde birleşerek Rojava’daki gibi bir meclisler sosyalizminde kurabilirsiniz mesajı veriyordu adeta.
Bu yazı Yeni Harman dergisinden alınmıştır.