Kobanê birden fazla şekilde Ortadoğu tarihinde bir milad olmaya aday. Herkesin düşmesini beklediği kent şairane bir direniş gösterdi. Bu şairane direnişin en önemli açıklaması Kürt Özgürlük Hareketi’nin demokratik modernite paradigmasının dayalı olduğu özsavunma. Ne yazık ki meclislerle karşılaştırıldığında özsavunma yeterince dikkat çekmiyor. Oysa bana kalırsa 4 parçada da öncelikli mesele özsavunma ve özsavunma aracılığıyla özneleşme ve antimilitaristleşmedir. Şimdilik bunu başka bir yazıya bırakalım.
Kobanê direnişinin şimdi peşmergeler ve ÖSO’nun da katılımıyla taçlandırılması, paradigmanın başka bir bileşenini -aslında bana göre metodolojisini de- açığa çıkarmış oldu.
Kürt Özgürlük Hareketi ve önderliği Türkiye’de yürüyen sürecin taktiksel değil stratejik olduğunu, aynı zamanda bu anlayışın sadece Türkiye ile sınırlı kalmayacağını ve 4 parçada da kabul görecek bir anlayış olduğunu belirtmişlerdi. Hatta çözüm sürecinin başından beri Türkiye’de başlatılmaya çalışılan müzakerenin sadece devletle sınırlı olmadığı, sol, Türkiyeli demokratik güçler, Aleviler ve tüm Kürt siyasi ve sivil oluşumlarla da gerçekleşeceği, yapılan konferanslarda da ortaya çıkmıştı.
Bugün Kobanê’de işte bu metodolojinin de sonuçlarını görüyoruz. Kürt Özgürlük Hareketi paradigmasının taşıyıcısı TEVDEM; ENKS, KDP, YNK yanı sıra Amerika, Avrupa ve ÖSO ile müzakereler yürüterek hem kendini dünya sahnesinde eşit bir özne olarak var ediyor hem de yerel, ulusal, bölgesel ve küresel düzlemlerde aynı hukuk anlayışını icra ediyor.
Walter Benjamin bundan neredeyse 100 yıl önce hukuk ve şiddet ilişkisinin aşılması için diplomasi ve müzakere yöntemlerini işaret etmişti. Homojen olarak uygulanan hukuğun aslında şiddet yöntemiyle kazanılmış bir galibiyetin tekrar tekrar coğrafyalara kazınması olduğunu gösteren Benjamin için bu şiddetten çıkmanın, şiddetin mitik büyüsüne kapılmamanın ve onu yeniden üretmemenin azıcık yol yordamından bir tanesiydi muhabbet/müzakere/münakaşa. Bu yordamlar sayesinde özneler/taraflar hem birbirlerini eşit olarak kabul ediyor, hem ileride sadakate evrilebilecek samimiyet hafızaları biriktiriyor, hem de her bir konuyu ayrı ele alarak ve yaratıcı ve ucu açık çözümler üretiyor, hukuğun bilindik sonuçlarına ve şiddetine meydan okuma imkanı kazanıyordu.
Kobanê’de ve Rojava’da sulh komiteleri ve male jin’ler zaten böyle bir yol yordamla iş görüyor. Toplumun farklı kesimlerini sürekli bir müzakere içinde tutmaya gayret ediyor, bunu ise bir yandan ezilenlerin haklarını koruma gayretiyle, bir yandansa toplumda zaten var olan ve tahakküm ilişkileri içinde ortaya çıkan özneleri de kaale alarak, tanıyarak yapıyor. Müzakerenin mümkün olduğu kadar geniş ve demokratik tutulması ise tahakküm ilişkileri içinde ortaya çıkan özneler dışında başkalarının da “özneleşebilmesini” sağlıyor.
Bana göre Kobanê “dış” politikasında gerçekleşen tam anlamıyla budur.
Ancak müzakere elbette mücadele ile birlikte yürür.
Daha önce müzakerenin zikir’den yani karşılıklı anımsama ve ifade etme kavramlarından geldiğinde bahsetmiştik. Mücadelenin kökü ise cedel. Mücadele “galip görünmek için çekişmek” anlamına geliyor. Yani elbette müzakereler süregelirken taraflar kendilerini “galip” ilan etmek için söz üretiyor. Müzakere sürecinde yıpranan tahakküm alanları asıl buralarda tekrar yeniden kurulmaya çalışılıyor.
Şimdi belki müzakere kadar mücadeleyi de bir yol yordam olarak yeniden düşünmek, değerlendirmek, paradigmatik bir yapıbozuma uğratmak gerek.
(Özgür Gündem – 31 Ekim 2014 – Nazan Üstündağ)