AKP iktidarı ve onun Cumhurbaşkanı lideri Tayyip Erdoğan uluslararası ilişkilerde ve bölgesel dengelerde izole olmasına paralel olarak içeride de güç kaybedip yalnızlaşıyor. AKP’yi 2002’de iktidara taşıyan tüm koşullar tersine dönmüş durumda
AKP ve Tayyip Erdoğan’ın iktidarının bölgesel dengelerde yalnızlaştığı ve daha çok tepki çektiği herkes tarafından paylaşılan bir gerçek. AKP’nin Suriye ve özel olarak Kobane politikası ABD gazeteleri ve stratejistleri başta olmak üzere uluslararası kamuoyundan büyük tepkiler alıyor. “Hayaller dünya lideri gerçekler hasta adam” isimli yazımda AKP ve Tayyip Erdoğan’ın dış politikadaki yalnızlığı üzerinde durmuştum. AKP iktidarı dış politikada yalnızlaştıkça bu iç politikada da yalnızlaşıyor. Geçtiğimiz yıl Türkiye’nin bölgesel ilişkilerde izole olmasını o zamanın Dışişleri Bakanı şimdiki Başbakan Ahmet Davutoğlu, ‘değerli yalnızlık’ olarak tanımlamıştı. Şimdi bu değerli yalnızlığın ülke içerisinde de AKP’yi çevreleyen bir durum olduğu daha görünür olmaya başladı. AKP’yi 2002’de iktidar alternatifi yapan iç ve dış koşullar bugün büyük oranda tersine dönmüş durumda. Bu da AKP ve Tayyip Erdoğan’ın iktidarı kaybetmesinin nesnel koşullarını oluşturuyor.
AKP’yi 2002’de iktidara taşıyan geniş bir sınıfsal, politik koalisyon olmasıydı. AKP, İçerisinde pek çok cemaat ve tarikatın ittifakını taşımanın yanında sermaye sınıfının çeşitli fraksiyonlarının siyasi temsilcisi olma misyonunu yani sermaye sınıflarının iktidarı olma özelliğini taşıyordu. İslamcılığın ve piyasa ideolojisinin bu harmanlanmış ittifakı aynı zamanda sanal bir ezilenlerin partisi, ‘sessizlerin sesi’ görüntüsü ile birlikte mağduriyet söylemlerini kullanarak ezilen kesimlerin geniş oy desteğini aldı. Burada geçmiş zaman kipi kullanmam bu durumun devam etmediği anlamına gelmez. AKP’yi hala iktidarda tutan bu koalisyon özelliğini sürdürmesidir. Ancak bu koalisyonda büyük çatlamaların ve ayrılıkların belirdiğini ve ülkedeki her krizin bu durumu derinleştirdiği de ortada.
AKP iktidarı başa geldiği günden itibaren mağdur görüntüsü altında ezenlerin iktidarını sürdürmeyi başardı. Ancak son birkaç yılda bu görüntüsünü büyük oranda kaybetti. Gezi İsyanı, AKP’nin iktidarı süresince biriken halk öfkesinin bir patlaması şeklinde gelişti. AKP’nin ileri demokrasi söyleminin aslında vahşi bir faşizmden ibaret olduğunu tüm dünyaya gösterdi. Kuşkusuz Gezi İsyanı, AKP’nin o güne dek iyi yaptığı çelişkileri yönetme işinin artık o kadar kolay olmadığını gösteriyordu. Gezi direnişçilerine karşı sınırsız polis şiddeti AKP iktidarını dünya kamuoyunda ve ülke içinde yalnızlaştırdı. Sermayenin özellikle tekelci kanadı tarafından AKP’yi sorgulanmaya itti. Gezi İsyanı, direnişçilerin de dile getirdiği gibi bir başlangıçtı. AKP ve onun temsil ettiği ittifakın sonunu getirecek bir başlangıç. Gezi’nin ardından AKP’nin iktidar çekirdeğini oluşturan ittifak ortağı Gülen Cemaati ile dershaneler konusunda başlayan sermaye bölüşümü ve siyasi güç çatışması, 17 ve 25 Aralık ‘yolsuzluk’ operasyonlarıyla birlikte bir ayrışmaya ve savaşa dönüştü. AKP, iktidar ortaklarından belki de en büyüğünü kaybetmişti.
AKP iktidarı krizlere ve çatışmalara sürüklendikçe kaderini lideri Tayyip Erdoğan’ın kaderiyle birleştirdi. Tayyip Erdoğan bütün iktidarı kendisine bağlarken krizlere karşı daha saldırgan oldu. Tayyip Erdoğan’ın Suriye Politikası ile birlikte dışarıda yalnızlaşması ve içerideki krizlerde uyguladığı faşizm onu iktidara taşıyan koşulların yok olduğunu gösteriyor. Şayet AKP iktidara geldiğince istikrarsız bir ekonomi ve buna paralel olarak istikrarsız bir siyasi atmosfer, çözülmesi gereken bir Kürt sorunu ve sisteme entegre edilmesi gereken ezilenlerin tepkileri vardı. Bunun yanında ABD’nin ve diğer emperyalistlerin Ortadoğu’yu yeniden düzenleme planlarında taşeronluk ve model ülke olma misyonu da AKP’nin dış sorumluluklarındandı. Bugün geldiğimiz noktada AKP’nin çözüm vaad ettiği bu başlıkların hepsinin krize girdiğini ve AKP iktidarının kriz çözme yeteneğinden gittikçe uzaklaştığını görüyoruz.
AKP’nin sihri sonra ererken
AKP’nin 12 yıl boyunca dilinden düşürmediği ‘ekonomik istikrar’ neoliberal programların Türkiye’de kurumsallaştırılmasını ifade ediyordu. 12 yıl boyunca kamusal alanı tasfiye eden, işçi sınıfını taşeronlaştırma ve güvencesizleştirme pençesinde ezen AKP kendi zenginlerini yarattı, zengin olanların servetine servet kattı. Ülkedeki geniş kesimlerin mülksüzleştirilmesi sürecini yürüttü. AKP’nin bu neoliberal başarı öyküsü ülkeyi daha da bağımlı hale getirdi. Ülke ekonomisinin dış kaynağa ve sermayeye bağımlılığı hayati bir noktaya ulaştı. 12 yıl boyunca yapılandırılan ekonomik model bugün krize girmiş bulunuyor. Büyüme oranlarının gittikçe düşmesi, faiz ve enflasyon oranlarındaki kontrolsüzlük ülke ekonomisinin çöküşe doğru yol aldığını gösteren verilerden bir kaçı. Ortadoğu’daki mevcut kriz FED’i para politikasını daraltmaya iterken bu durum Türkiye gibi ekonomileri daha da kırılganlaştırıyor. Yani özetle AKP’nin sihri bitmek üzere. Üst üste gelen zamlar ve hayat pahalılığı faturanın halka ödetilmeye çalışıldığını gösteriyor ve bu durum büyük tepkileri tetiklemeye müsait. AKP’nin ekonomik sihrini kaybetmesi onun sermaye fraksiyonları arasındaki ittifak durumunu da kırılganlaştırıyor. Özellikle tekelci burjuvazinin sözcüleri gittikçe daha çok memnuniyetsizliklerini dile getiriyorlar. Merkez Bankası’nın özerkliğine darbe vuracak bir siyasi hamle bu çatışmayı bir savaşa dönüitürebilir.
AKP iktidara geldiğinde parçalanmış olan ve krizleri çözmekten uzak olan siyasi atmosfer bugün de krize sürüklenmiş durumda ve gittikçe daha çok parçalanıyor. Tayyip Erdoğan’ın başkanlık hırsı muhalefet partilerini ve diğer siyasi güçleri ondan daha çok uzaklaştırıyor. Ülkenin gittikçe daha çok kutuplaşması ise çözülmesi çok daha zor krizlere işaret ediyor. Tayyip Erdoğan’ın verdiği davetlere ve toplantılara muhalefet partilerinin katılmaması bu yalnızlaşmanın bir göstergesi. Tayyip Erdoğan ve AKP’nin yalnızlaşması çok daha yoğun bir baskı ve sertleşme ile karşılanıyor. Bu da krizleri çözümsüzlüğe itiyor. Kobane eylemleri sonrası gündeme getirilen yeni güvenlik yasası tam da buna işaret ediyor. Polise öldürme yetkisi dahil geniş yetkiler tanıyan güvenlik yasası bütün muhalefet partilerinin ve geniş kesimlerin tepkisini çekti. AKP’nin en sadık kalemlerinden Fehmi Koru dahi bu yasa taslağını eleştirdi. Sokağın 2013 Haziran’ından bu yana taşıdığı isyan potansiyelini açık faşizmle bastırmaya çalışan AKP artık isyan potansiyelini sisteme entegre etme başarısını gösteremiyor. Gezi’nin ruhunun dolaştığı Validebağ’da koruyu yıkıp yerine Cami yapma isteğinin geniş bir sokak muhalefeti ile karşılaşması Tayyip Erdoğan’ı sokağı bastırma konusunda daha çok faşizme itiyor.
AKP’nin Kürtlerle dansı
Kürt halkı bugünün Ortadoğu’sunda sınırları aşan bir uluslaşma süreci yaşıyor. Kürtlerin 2012’de Suriye’nin kuzeyinde kendi bölgelerini Rojava adıyla özgürleştirdikleri günden bu yana bu bölge AKP’nin gözünü diktiği nokta oldu. Esad’a karşı düşmanca bir savaş politikası yürüten AKP, Kürtlere karşı daha vahşi bir politika yürüttü. Kürtlerin bu bölgede bir statü kazanmasının kendi iktidarının sonu olabileceğini bilen AKP ve Tayyip Erdoğan bu bölgeye cihatçı katillerin saldırısını sonuna kadar destekledi. Rojava’daki Kürtlere karşı sınırsız bir saldırı politikası izlerken kendi ülkesindeki Kürtlerle müzakere masasına oturmak zorunda kalan AKP, bugün bu masanın da dağılması tehlikesi ile karşı karşıya. Artık biliniyor ki müzakere süreci AKP’nin elinde kalan tek numara ve eğer bu numara da son bulursa iktidarını kaybetmesi an meselesi olacaktır. Bunu gösteren son şey Kobane’ye yönelik IŞİD saldırılarının 6-7 Ekim tarihlerinde büyük ‘serhildan’larla karşılanması oldu. Milyonların sokağa döküldüğü ve pek çok yerde devlet otoritesini işlevsiz hale getiren eylemler Kürtlerin sınırları aşan direnişini gösterdi. Kobane Direnişi’yle Türkiye Kürtlerinin kaderlerini bu denli birleştirmeleri AKP’yi bozguna uğrattı. Kobane Direnişi, IŞİD karşısında tüm dünyanın sempatisini ve ilgisini çekerken Tayyip Erdoğan uluslararası kamuoyunun hedefine oturdu. ABD, PYD’ye Barzani’nin yardımlarını hava yoluyla ulaştırdıktan sonra PYD ile görüştüklerini açıkladı. Buna ilk anda tepkiyle yaklaşan AKP iktidarı ve Tayyip Erdoğan, ABD’nin sert tutumu sonrası geri adım atmak zorunda kaldı. Peşmergelerin Türkiye üzerinden Kobane’ye geçirilmesini kabul etmek zozurnda kaldı. Peşmergelerin Kobane’ye geçişini başarı hikayesine çevirmeye çalışan AKP, Kürtlerin Duhok zirvesi sonucu anlaşmaya varması ve Türkiye Kürdistan’ındaki halk desteği ile bir kez daha başarısız oldu. Kobane küçük bir şehirken tüm dünyanın ilgisini çeken bir şehire dönüşmüş durumda. Bu durum da AKP’nin adımlarını daha görünür kılıyor. Irak ve Suriye’de IŞİD’i bombalayan ABD’nin sınırlarında askerleri ile IŞİD militanlarının sohbet ettiği Türkiye’ye yönelik sert tutumunu devam ettirmesi büyük olasılık. Kürtler ise hem kendi yurtlarını korumak için hem de tüm insanlık için IŞİD’e karşı savaştıklarını dünya kamuoyuna duyurmuş bulunuyor. PYD Eşbaşkanı Asya Abdullah’ın New York Times’ta yayınlanan yazısı bunu gösteriyor. Mevcut durumda AKP’nin müzakere sürecini bitirmesi onun açısından ölümcül sonuçlara yol açacaktır. Bunun bilincinde olan AKP ve Tayyip Erdoğan müzakere sürecine sahip çıkma açıklamaları yapmak zorunda kalıyor. Ancak AKP’nin Kürtlerle dansı artık geri dönülemez biçimde AKP için sona işaret ediyor. Kobane düşse de ki bu olmayacaktır düşmese de kaybeden AKP ve Tayyip Erdoğan’dır.
İşçi katliamlarının iktidarı ve ‘AK Saray’
Karaman’ın Ermenek ilçesinde bir kömür madeninde meydana gelen su baskını sonucu göçük altında kalan ve halen ulaşılamayan 18 işçi, Soma’da ve Torunlar Center’da olduğu gibi tekrar AKP iktidarının sınıf karakterini gösterdi. Dünya kamuoyu tarafından megalomanlığın göstergesi olarak tanımlanan 1000 odalı ‘AK Saray’ın Tayyip Erdoğan’a tahsis edildiği günlerde 18 işçinin AKP’li maden sahibinin yaptırmadığı yaşam odalarından dolayı bir felakete maruz kalması halkın öfkesini tetikledi. Özellikle AKP’li bakanların facia sonrası yaptıkları açıklamaları bu sefer de bu olayın bir kaza olmadığını bir katliam olduğunu gözler önüne serdi. Ermenek faciası yaşanmadan birkaç gün önce Torunlar Center’daki 10 işçinin hayatın kaybettiği olayda şirket sahibi aklanmıştı. İnsanlar artık AKP’nin ölümcül yüzünü yani sınıfsal yüzünü daha çok görüyorlar. Daha çok acı ve daha çok ölümle AKP’nin sınıfsal karakterini kavrıyorlar. İşçilerin hayatını kaybetmesinin başlıca sebebi olan ihmaller ve alınmayan önlemler bir zat AKP iktidarı tarafından sistemleştirildi. İşçilerin katillerinin hiç birisi gerçek cezalar almadılar. AKP iktidarı, işçileri ancak öldüklerinde andı. Ama kapalı kapılar ardında, büyük toplantılarda onların daha fazla sömürülmesi ve daha çok ölmesi için kararları aynı iktidar verdi.
AKP bünyesindeki ittifakın homurdanmalarının yanında oylarını aldığı geniş kesimlerin de tepkileriyle karşılaşıyor. Bunları aşabilecek çözümleri bulunmayan AKP günü kurtarma derdi ile daha fazla faşizme yöneliyor. İş cinayetleri olan yerlere en önden çevik kuvvetin gönderilmesi ve Tayyip Erdoğan’ın olay yerine binlerce koruma ile gelebilmesi bu durumu gösteriyor. Dış politikada ‘değerli yalnızlık’ diye tanımlanan izole olma durumu içeride de çok ciddi biçimde yaşanıyor. Tayyip Erdoğan’ın baskıcı liderliği altında konuşamayan AKP’li vekillerden birisinin geçtiğimiz günlerde isimsiz olarak yaptığı sert eleştiriler, krizlerin AKP’yi daha kırılgan bir hale getirdiğini gösteriyor. Tayyip Erdoğan’ın iktidarının zirvesi olarak sembolize edilebilecek ‘Ak Saray’ ironik bir biçimde iktidarının son günlerini geçirdiği yer olabilir.