AKP-Cemaat çatışması sıradan bir iktidarlaşma rekabetinin çok ötesinde, sistemin politik dengelerinin yeniden yapılandırılması olarak karşımıza çıktı. Bugünkü politik gelişmeler, fiilen bir iktidar krizine yol açtı denebilir. Sistemi oluşturan temel kurumlar arasındaki iç çatışma, aynı zamanda devletin yeniden yapılandırılmasına dair önemli veriler sunuyor.
Burada dikkat edilmesi gereken temel nokta, AKP-Cemaat çatışmasında ortaya çıkan krizin, devlet yapısında stratejik bir çatışmaya yol açmamış olmasıdır. Devletin bir kriz sürecine sürüklenmesi aynı zamanda mevcut politik sistemin çöküşüne dair bizlere önemli veriler sunar. Yani devlet krizi ile sistem kurumlarının çöküşü arasında doğrudan organik bir bağ bulunuyor. İktidar krizi ise çok farklı olup, sistem içi güçlerin devlet yapısına egemen olma arayışı ve rekabeti olarak tanımlanabilir. İktidar çatışması, devlet krizine yol açabilir, ancak bunun olabilmesi için, bir, bu süreci derinleştiren, bölgesel ve uluslararası güçlerin doğrudan rol alması, ikincisi ise sisteme karşı güçlü bir toplumsal muhalefetin var olması gerekir. Gezi süreci gibi toplumsal halk hareketleri sistem krizine yol açabilir. Türkiye’nin toplumsal yapısı geniş halk hareketlerine uygundur. Örneğin 14 yaşındaki delikanlımız Berkin Elvan’ın yaşamını yitirmesi dahi güçlü toplumsal hareketlerin bir gerekçesidir.
Bugünkü çatışma ve rekabette politik ittifaklar yeniden oluşurken aynı zamanda devletin temel kurumsal yapılarının reorganizasyonu kaçınılmaz olarak gündeme gelmiş bulunuyor. 17 Aralık 2013 ‘Rüşvet ve Yolsuzluk Operasyonu’ Türkiye’nin bütün politik ittifak ilişkilerini ve dengelerini değiştirdi. Başta Başbuğ olmak üzere Balyoz ve Ergenekon davalarından ömür boyu ceza almış generallerin serbest bırakılması, yeni politik ittifakların oluşmasından kaynaklanıyor. AKP’nin özellikle generalleri serbest bırakmak için çıkarttığı yasalar, AKP-Ordu-Süleymancılar-İskenderpaşa-Işıkçılar gibi cemaat ittifakını oluştururken, geleneksel Kemalist çizgide bir ayrışmaya yol açtı. Cezaevinden çıkan generallerin yaptığı açıklamalar, dolaylı olarak Cemaat’e karşı AKP’ye pozitif bakmaları, oluşan ittifakın bir yansımasıdır.
AKP, Cemaat’in hamlelerine karşı kendisini savunmak, bugünkü politik gücünü belli bir oranda korumak için orduya zorunlu olarak ihtiyaç duymaktadır. Özellikle generallerin Gülen Cemaati’ne karşı yaklaşımlarını dikkate alarak, MGK’da ‘Cemaati öncelikli tehlike’ olarak değerlendirmesi bir bakım Milli Güvenlik Siyaset Belgesi’nin 2000’li yıllarındaki konseptine dönmesi, Cemaati etkisizleştirmede orduyu arkasına alma isteğidir.
Sıkça vurguladığımız gibi Gülen Cemaati’nin de ittifaklarında belirli bir değişiklik yaşandı. Zaman gazetesi yazarları CHP ve MHP’yi desteklediklerini açıklamaya başladılar. Ayrıca Financial Times dergisine bir demeç veren Gülen’in ‘herhangi bir partiyi destekleme çağrısı yapmayacağını’ vurgulamasına rağmen, Erdoğan’a yönelik yaptığı eleştiriler dikkate alındığında AKP dışındaki partileri desteklemeye karar verdiği anlaşılıyor.
Tüm bu ittifaklar stratejik midir? Farklı politik eğilimlere sahip bu güçler arasındaki ittifak geçicidir ve dönemsel politik ilişkilerin zorunlu bir sonucudur. Dengelere dayanan ittifaklar her zaman değişebilir. Dün hiçbir şekilde yan yana olamayacak olanların bugün birlikte hareket etmeleri, mevcut politik güç ilişkileri içerisinde bugün birbirinin karşısında olanların da yarın birlikte hareket etmeleri mümkündür.
Değişik ittifaklar içerisinde yer alan bütün güçlerin ortak temel noktaları ise, devletin stratejik çıkarlarını korumalarıdır. Özellikle politik partiler birbirleriyle girdikleri iktidar rekabetinde devletin temel yapısını zaafa uğratmamaya özen gösteriyorlar. Bu bakımdan devletin reorganize edilmesine yönelik planlar hemen herkesin üzerinde anlaştığı temel ilkelerdir. Bugün AKP tarafından atılmak istenen bazı adımların esası devletin değişen bölgesel ve uluslararası dengelere göre yeniden biçimlendirilmesidir. Bu meselenin merkezinde HSYK, internet yasası vs bulunmuyor. Bu tür değişiklikler konjonktürel olup, bir-iki yasa ile eski haline getirilebilir.
Devletin üç temel kurumsal yapısı stratejiktir: Birincisi daha önce reorganize edilen ordu ve polis gibi silahlı güçler. İkincisi devletin bölgesel ilişkilerde istenilen başarıyı gösterememesi nedeniyle özellikle MİT’in yapısında stratejik bir değişikliğe gidilmesi hedefleniyor. 2000’li yıllarda MİT’e biçilen rol ile bugün biçilen stratejik rol birbirinden farklıdır. Geçmişte iç istihbarat ağı oluşturmakla sınırlı örgütsel yapısının, bugün devletin bütün stratejik kurumlarını kontrol ederek uluslararası ilişkilerde görev üstlenmesi planlanıyor. Üçüncüsü küresel sermaye ilişkilerini yönlendiren piyasalar kurulunun ve borsanın etki gücünün arttırılmasıdır. Ekonominin küresel sermaye tarafından kontrolü, Türkiye’nin uluslararası ve bölgesel ilişkileri bakımından önemli sorunlar yaratmaktadır. Egemen sınıflar, küresel ilişkileri içerisinde, Türkiye’deki sermaye akışını kendi iç planlamasına göre kontrol etme istediği devletin önemli işlevlerinden biri olarak görmektedirler.
Bu üç kurumsal yapının reorganize edilmesi, sistem içerisinde yer alan bütün güçlerin kabul ettiği ve edeceği bir durumdur. Bu bakımdan AKP’ye en çok muhalif görünen CHP’nin ‘MİT, devletimizin gözbebeğidir’ değerlendirmesi, seçim sonrasına bırakılan MİT yasasına ilişkin değişikliklere onay vereceklerini gösteriyor.
Devletin stratejik politikalarında iki nokta esastır: içte Kürt politikası ekseninde devletin bölünmez bütünlüğü, dışta ise bölgesel bir güç olma isteğidir. Devletin varlık nedeni olan bu politika, sistem içindeki bütün güçlerin üzerinde uzlaştığı ve ittifak oluşturduğu en önemli halkalardan biridir. Devletin bütün politik partileri ve kurumsal yapıları, ‘tek millet, tek devlet, tek dil, tek bayrak’ ilkesi üzerinde stratejik bir ittifak oluşturmuş durumdadırlar. Örneğin darbeciler olarak tutuklanan generallerle, tutuklatmada aktif rol oynayan Gülen cemaatinin Kürt politikası aynıdır. Sistem içerisinde birbirleriyle savaş halinde görünen bu iki klik, Kürt meselesinde aynı politik çizgide buluşabiliyorlar. Ya da sistemin üç partisi olarak işlev gören AKP’nin, CHP’nin ve MHP’nin Türkiye’nin bölgesel güç olma politikaları esasen aynıdır. Aralarındaki fark biçimsel olup devletin güç olma stratejisinde aynı noktadadırlar.
Devletin stratejik kurumlarının, gelişen bölgesel ve uluslararası ilişkilere veya iç politik dengelere göre reorganize edilmesi esastır ve bu durum stratejik ittifakın ana halkasını oluşturmaktadır. AKP’nin iktidarlaşmak için devlet kurumlarından yararlanmak istemesi ise konjonktüreldir. Bunu iktidar olmak isteyen her politik güç yapar.
Özetlersek,
– Bugünkü politik kriz, sistemin yeniden yapılandırılmasında bir araç olarak kullanılıyor. Devletin stratejik politikaları ekseninde oluşan ittifak esastır ve sistem içi bütün güçleri bağlıyor. Bu politikanın merkezinde Kürt sorunu bulunuyor.
– Ergenekon ve Balyoz davalarında yargılanan (özellikle) generallerin bırakılmaya başlaması, AKP’nin Gülen Cemaati’nin CHP ve MHP ittifakına karşı bir hamledir ve ordunun gücünü arkasına almasıdır. Aynı şekilde, bu operasyonları devletin değil, devlet içine sızmış Cemaat’in yaptığı belirtilerek, hem devleti aklama, hem de Gülen’i ordunun hedefi haline getirme taktiği izlenmektedir.
– Ordunun gücünü arkasına alan AKP’nin, Kürtlerle bir müzakereye oturmayacağı çok açık ve nettir. Kürt sorununun demokratik çözümüne ilişkin hiçbir politik adım atılmazken, devletin yeniden edilmesi için gerekli yasal hazırlıklar yapılıyor. Yeniden yapılandırılarak daha aktif hale getirilen MİT ve ordunun merkezinde ise öncelikli sorun olarak Kürt Özgürlük Hareketi yer alacaktır.
– Bu süreçte dikkat çeken bir başka nokta da şu: Milliyet tarafından kamuoyuna duyurulan görüşme tutanaklarında, Öcalan, görüştüğü BDP Milletvekillerine ‘sadece ben değil, bütün KCK tutukluları serbest kalacak’ demişti. Ancak tersi oldu. KCK tutukluları halen içeride ama Kürtlere düşman darbeci generaller serbest.
– Ergenekon davası tahliyelerinin en zayıf halkası, darbeye teşebbüs suçundan aklandıkları için değil, yargılanma sürelerinin uzun olması nedeniyle bırakılmış olmalarıdır. Bir bakıma AKP’ye karşı ciddi ve aktif politik bir tutum içerisinde olmayacaklardır.
– Bugünkü politik ortam nedeniyle oluşan ittifaklar önümüzdeki cumhurbaşkanlığı seçimlerine doğru bütünlüklü olarak değişecek ve yeni ittifaklar gündeme gelecektir. Örneğin: bir başka yazının konusu olmakla birlikte İlker Başbuğ’un Cumhurbaşkanlığına aday olması, ittifakları bütünlüklü olarak değiştirecektir. MHP-CHP-Kemalist ulusalcı blok ittifakı oluşabilir. Buna karşılık Gül için Erdoğan’a rağmen AKP- Gülen Cemaati dahil bütün cemaatler, liberaller ittifakı oluşabilir. Bu bakımdan bugün en uçta birbirine düşmanlık edenler, yarının ittifak güçleri olabilir.
– Sonucu belirleyecek olan Kürtler olacaktır. Kürtlerin nasıl politik bir tutum alacağı da dönemsel dengeler belirleyecektir. Bu nedenle AKP, Kürt sorununu, cumhurbaşkanlığı seçimlerine kadar askıya alacak ve oyalama sürecini devam ettirecektir.
Bu yazı sendika.org sitesinden alıntılanmıştır.