Bu ihtimal hiç de uzak değil. Kobané için yapılan eylemler esnasında, bilhassa Diyarbakır ve çevresinde Hüda-Par ve Kürt hareketine yakın kesimler arasında ölümle sonuçlanan şiddet olayları, ‘uyuyan dev’ ve 90’ların can alan meselesi Hizbullah-PKK çatışmasını tekrar körükleyebilir nitelikte.
Şayet, öngürülüp şimdiden önü alınamazsa değişen Türkiye ve Ortadoğu konjonktüründe yeni provakasyon ve ciddi çatışma ortamına sebebiyet verecek mahiyette bir durumdur bu.
Diyarbakır’daki karşılıklı kayıplardan sonra olaylarının yaşandığı yerler tam bir barut fıçısı durumunda. Bu barut fıçısının üzerinde bütün bölge halkının oturduğunu kimsenin unutmaması lazım. Bölgenin bıçak sırtından geçtiği böyle bir dönemde taraflar arasında behemehal diyalog sağlayacak bir organizasyon sağlanmalı. Aksi taktirde, iki taraf içinde de bolca bulunan ve durumdan vazife çıkartmaya müsait kesimlere gün doğacaktır. Bunun da bölgenin tam manasıyla felaketi olabileceğini bilmek lazım. Kürt hareketi enerjisini halkın kazanımları ve mücadelesine vermesi gereken bir dönemde Hüda-Par gibi Kürt hareketine oranla nüfuz alanı son derece dar olan ve kriminalize olmuş bir yapıyla (Kobane gibi hayati bir mesele varken hem de) uğraş içinde olmanın bir getirisinin olmayacağının farkındadır.
Diyarbakır’daki eylemlerde Hüda-Par çevresinden hayatını kaybedenler için taziye kurulmaması, durumun ne kadar vahim olduğunun göstergesi. (Taziyelerin kabul edilmemesi ‘intikam’ anlamına gelmektedir. Ki ‘intikam alınır sonra taziyeler kabul edilir’ anlamı taşır bu)
Siyasetin, diyaloğun ve arabuluculuğun dünya düzenine şekil verdiği bir dünyada olası bir Hüda-par/Hizbullah- PKK savaşının Kürt kazanımları açısından en ufak bir getirisi olmayacağı gün gibi ortadadır. Tam tersine, bölgede ‘ideoloji ve din kavgası’ algısı yaratmak için her fırsatı kullanacak kesimler var. Kobanê eylemlerinde Diyarbakır’da olup-bitenler bir yönüyle budur.
Mevcut durum son derece kritik çünkü;
Çözüm sürecinin akıbeti konusunda kimsenin elinde bir garanti yok ve iki tarafında Kürt olduğu bir kavganın, devletçe provake edilmesi muhtemeldir. Tıpkı 90’larda olduğu gibi. Devlet, Kürtler; Hizbullahçı-PKK’li diye birbirine kıyarken; Kürt halkının özgürlüğüne dair uğraşlarını kolaylıkla sekteye uğratabileceğinin gayet farkındadır.
Madem Kürtler eski Kürtler değil, madem artık işleyen bir siyaset mekanizmaları var, o zaman olası bir Hizbullah(Hüda-Par)-PKK kavgasının önüne geçilmesi için her şey yapılmalı. Kardeşlik edebiyatı için değil, önümüzdeki zamanlarda olası onlarca provakasyonun zeminini ortadan kaldırmak için bile bu kavganın önüne geçilmeli. Devletin olası provakasyonları ve algı yönetiminin de bu şekilde önüne geçilebilir ancak.
Hüda-Par’ın siyasi çizgisinde olduğu Hizbullah’ın konuyla ilgili ‘tehdit’ dolu beyanları gazetelere yansıdı. Son tahlilde, bölgede olası bir PKK-Hizbullah savaşını bırakın, savaş ihtimali bile tarihinde başarıya bu kadar yaklaşmış Kürt halkına çok büyük darbe olacaktır. Çünkü bölge 90’ların konseptinde bir savaşı kaldıramayacak kadar kırılgan ve hassas bir dönemin tam ortasında.
Son yaşananlar olası PKK-Hizbullah savaşının bölgede ve Kürt halkının farklı kesimleri arasında ne gibi bir ‘vahşet’e dönüşebileceğinin sadece bir fragmanıydı.
Muhtemeldir ki, Kürt coğrafyasındaki her eylemde AKP hükümeti Hüda-Par ve Hizbullah üzerinden vekâlet savaşı yürütmekten geri durmayacak. Tıpkı Türkiye’nin batı yakasında Ülkücü ve Ulusalcı kesim üzerinden yaptığı gibi gibi.
Yakın geçmişte, hükümetin sözcülerinden Bülent Arınç’ın sarf ettiği ‘dünyayı başlarına yıkarız!’ söylemi Kürt coğrafyasında olası serhildanlara karşı devletin vekalet vereceği paramiliter güçlerin lazım oldukça devreye sokabileceğinin kanıtıdır.