Politik tutsaklar sendikası için bu köşede yazdıktan sonra bana gelen mektupları gazeteden aldım. Hiç dokunmadan parkanın iç cebine koydum. Tabi ki hala parka, klasik bir devrimciyim ben. Ya hiç giymem ya da parka giyerim. Arada bir kolumla kontrol ediyordum oradalar mı diye. Aslına bakarsanız ne bulsam onu giyiyorum. Parka güzel. İnsanı temiz gösteriyor. Honduras’ta cunta seçim yaptığında halk boykot etmişti. Bir gün sonra oy kullanmadığı için mürekkebe boyanmamış parmaklarını herkes birbirine gösteriyordu. Biz temiziz diyordu. Parka böyle bir şey. İnsanı ayakkabı kutusuz gösteriyor. Sonra farkına vardım. Ben de kaç yıldır görüntüleri, kasetlerimi ayakkabı kutusunda saklıyorum. Walla! kutuyu bile başkasından almışım ha!
Mektuplarınız parkanın iç cebinde yolculuğa çıktı. Uçakta filan okumadım. Bazen çok sevdiğiniz kitapları okumaya kıyamazsınız ya öyle. Fazla mı romantize ettim. Sokağa bulaşmamış köşe süsü yazarlar gibi mi oldu? Bir duygusal, bir duygusal. Koca bir sendika örgütlüyoruz. Bir kitaba ya da özellikle bir filme başlamadan yaşadığım heyecanı duyuyorum. Güzel bir şey bu. Dünyayı değiştirme heyecanı.
Mektuplarla Barcelona’da deniz kıyısına gittim. Salak kepçeler denize kum dolduruyordu. Balıkçısızlaştırılmış bir kıyı. Turistler gelsin diye, romanları, balıkçıları, yoksulları atıp yerine düzgün kaldırımlar döşemişler. Planlanmış en iyi kent örneği. Planın manası, insanı çıkartıp içine turist koymak. Her yerde böyle. Diğer yönden bakarsanız iyi. Öyle bakayım. Dalga sörfü yapıyorlar. Neden zengin sporu sayılıyor ki bu? Sadece sörfe ve dalgaya ihtiyacın var. Sörfü ödünç alırsın vermezse çalarsın ve bir de dalga. Dalgayı ödünç alamazsın onu beklemen gerekiyor. Yan yana dizilmiş, dalga bekliyorlar. Hatırlarını kırmıyor dalga, sık sık geliyor. Şöyle bir yükseltip tepesinde kıyıya atıyor. Acemiler hemen düşüp tekrar yerine dönmek için uğraşıyor. En güzeli düşme kısmı. İyi biliyorum çok düştüm. Neden mi bunları yazıyorum, okurken kendime söz vermiştim. Parka üstüne yemin ettim. Bozamam. Yazdım işte. Bir de güneş vardı insanın sırtını yakan. Torbada bira satan Afrikalılar, masaj yapan Asyalılar, dövme çizen Amerikan yerlileri filan da vardılar.
İşte böyle bir yerde okundu mektuplar. İkisi bir zarfta gelmiş 6 mektup. Gebze’den, Sincan’dan, Diyarbakır’dan, Hacılardan, Kırıklar’dan, Kandıra’dan ve Muğla’dan. Bütün bu arkadaşlar kurucu üye ve bundan sonra kısa zamanda yazacak olanlar da. Yasal kısmı arkasından gelir. Kürtçe, İngilizce, Türkçe çeviri yapabiliyoruz sadece şu anda. Beni de sayarsak iki üç dil daha ekleriz üstüne. 20’ye yakın hazır diyebileceğimiz kitap var demiş arkadaşlar ve önerileri arasında yayınevi kurulması da var. ‘Kürtçe kitaplar, satılmıyor diye bize yakın yayınevleri bile basmıyor’ diyorlar. Lazca, Hemşince… neden olmasın? Buna bağlı olarak mutlaka bir dağıtım kooperatifi de kurmamız gerek. Kitap fiyatının üzerinden en fazla payı alan dağıtım şirketleri. Yüzde 40 kadar alıyorlar galiba. Her kentte eski politik mahkum yok mu? Bizim sendikamızın muhtemel üyesi. Onlarla birlikte başlarız o zaman, kitapları dağıtmaya. Hatır için yapmayacaklar bunu ve belki yaşamlarını bile sürdürecekler bir süre sonra. Burada soluklanıp bir şey söylemek istiyorum. Kooperatif ‘kar’ eder tabiki tırnak içinde. Yani bu kooperatif bir duyarlılık değil tam anlamıyla yaşamını sürdürebilme ve üretim örgütlenmesidir. Yazıyı gönderme zamanım doluyor. Bir yandan Endülüs’te bir komün belediyesinin filmini yapmaya çalışıyorum da. Bu arada bir radyo kursak ya diyor arkadaşlar. Politik Tutsaklar Radyosu. İnternetten yapabiliriz, içerden dinlenemez ama yine de yapmak lazım.
Daha bir sürü şey var, yazılan ve yapabileceğimiz. Çeviri kooperatifi henüz başlangıç. Politik tutsaklar sendikası bütün bunların bir şemsiye örgütlenmesi… Pratiğin yeşili yol göstersin bize…
Ve daha evler, köyler ve yeni bir dünya var inşa edeceğimiz…
Bu yazı Özgür Gündem Gazetesi’nin 6 Mart 2014 tarihli sayısında yayınlanmıştır.