Radikal Gazetesi muhabiri İsmail Saymaz, CNN Türk ekranlarında Enver Aysever’in sorularını yanıtlamış ve Alevi nüfusun yoğun olduğu Okmeydanı gibi mahallelerde polis şiddetinin artmasını değerlendirirken şu ifadeleri kullanmıştı: “bu mahallelerin polis şiddetine uğrama ihtimali sıradan vatandaşlardan daha fazla. Anladığımız kadarıyla, buranın özellikle Alevi kimliği ve politik kimliği, polislerin burada her türlü hoyratlığı yapmasına yol açıyor.”
Okmeydanı gibi Alevi nüfusunun yoğun olduğu bir başka yer olan Gazi Mahallesi’nde var kalmaya çalışan biriyim. Son bir ay içinde yaşadıklarımın, İsmail Saymaz’ın sözünü ettiği “hoyratlıktan” çok daha fazlası olduğunu, hoyrat kelimesinin yaşadıklarımızı anlatırken nasıl hafif kaldığını anlatmak gibi bir derdim var. Sözgelişi, içim içimi yiyor sayın okur.
Gazi Mahallesi’nin politik kimliği, muhalif duruşu yıllardan beri dillere pelesenk olmuştur. Mahallenin yapısı hakkında, içeriden biri olarak söyleyecek çok şeyim olsa da burada bir özetin yerli yerinde olacağını düşünüyorum.
Hayatını kurtarma arzusu ile çeteleşenlerin ümitsizliği, ezikliği, ahlaksızlığı bir tarafı oluştururken; tam karşısında ise sokaklarda yürüyen, yeri geldiğinde kafelerde çay içen, dergi dağıtan, afişe çıkan, yazılama yapan devrimcilerin umudu, tanınma ve kabul görme arzusu taraf oluşturmaktadır.
Bu gençlerin aileleri çoğunlukla sandığa umut bağlamış olsa da, sokağa azımsanmayacak ölçüde destek verdikleri doğrudur. Molotof için bira şişesinden tutun da her türlü “aracı” göstericilere tereddütsüz sağlamaktadırlar. İşsizlik ve s..r edilmişlik, mahalle insanının en yoğun yaşadığı duygulardan birkaçı. Maddi durumu çok iyi olanların, yakınındaki Avrupa Konutları’na kaçtığı alenen görülmektedir. Çok sayıda türkü evinin yanında bir o kadar da “kıraathane” mevcuttur. Emeklilerin ve memurların vurdumduymazlığı, ek iş yapmaları ve köylerine geri dönme arzuları da ön plandadır.
Hırsızlık ise başlı başına bir dert. Fuhuş ve uyuşturucu potansiyeli de ciddi bir diğer mesele. Çıkan çatışmaların sayısı, çok sayıdaki yaralanmalar ve ölümler bu potansiyeli gözler önüne sermektedir. Yine de çok gezenin daha çok şey bileceğine inanmış biri olarak bu kadar yorumun yeterli olacağını düşünüyorum. Şimdi gönül hoşnutsuzluğu ile konumuza giriş yapabiliriz.
SOMA’da katledilen yüzlerce işçi için Gazi Mahallesi halkı yine sokaklardaydı. Günlerce sürecek olan bu gösterileri yakından takip etme fırsatım oldu. Polisin ara sokaklarda nasıl cam çerçeve indirdiğini şaşkınlığa mahal vermeden seyrederken, park halindeki kaç aracın biber gazı kapsülü ile kullanılamaz hale getirdiğini inanın sayamadım. Fotoğraf çekmeye çalışan birine, bir diğerinin “umarım telefonun hafızasında yeterli yer vardır” dediğini duyduğumda acı acı da olsa gülümseyebilmiştim. Hazır gülümsemekten bahsetmişken belirteyim; polisin, gülümseyen, mizaha başvuran göstericiye olan siniri, gülümsemenin de devrimci bir eylem oluşu ile alaka olsa gerek. Gaz kapsülü ile başından vurulanlar çok iyi bilsin ki, o kapsüllerin hedefi o gülen gözlerdir. O karakaşlardır.
Gazi Mahallesi’ndeki toplumsal olaylara şahitlik edenler, haber kanallarından iyi kötü 10-15 saniyelik görüntülere denk gelenler görecektir ki, bu mahallede göstericilerin üzerine çevik polis gelmez. “Akrep” ve “TOMA” adı verilen birçok zırhlı araçla mahalle halkına müdahale edilir. Bu polis araçları, barikatlara müdahale ederken; insanlara, oturdukları evlere, evlerinin önündeki araçlara en ölümcül darbeyi nasıl vurabiliriz hesabını yapmaktadır. Bu havada gibi görünen iddiayı değerlendirirken mahalle halkıyla söyleşi yapmanızı öneririm.
Gelgelelim, bu zırhlı araçlardan “Akrep”in son zamanlarda davranışlarında gözle görülür bir değişiklik var. Mahalle halkına daha önce “sağduyulu” çağrılar yapan, Molotof kokteyli bir ağaca geldiğinde “Gazi halkı görüyor musun” diyerek sitem eden bu araç, Erdoğan’ın Alevilerden gelecek “oy” umudunun da tükenmesiyle birlikte nankörleşmiştir.
“Gelsenize lan p.. kuruları, niye kaçıyorsunuz şerefsizler”, “sıkıyorsa gelsene buraya i..e”, “hepinizin kimliğini tespit ettik kucağımızda ağlayacaksınız” şeklindeki anonslar “Akrep”in dilinden düşmemeye başlamıştır. Yılmaz Güney’in Duvar filmindeki kötü gardiyanlara benzetiyoruz artık bu akrepleri. Biraz daha ileriye gidip, “göster ç..ünü bakim kız mısın erkek mi” diyecekler diye endişeliyiz. Neyse ki şimdiye kadar böyle bir merak içine düşmediler, düştülerse bile açıkça ifade etmediler.
Bir adım daha ileriye gidelim şimdi. Gezi anmasında TEM’den Taksim’e yürüyecek kitleye müdahale ettikleri gün (31 Mayıs 2014) Akrep’ten yükselen İstiklal Marşı ve devamından gelen Mehter Marşı da bize oldukça yabancı geldi. Acaba bizi ne olarak görüyorlar diye düşündük! Aslına bakılırsa pek de vatansever olduğumuz söylenemez. Vatan hainliğini ise en iyisini biz biliyorduk. Bizzat Nazım Hikmet’ten öğrenmiştik.
O gece, Gündoğdu Marşı ve Gazi Marşı ile Akrep’ten çıkan cılız ses bastırıldığında, sert bir müdahaleye maruz kaldık mahalleli olarak. Oysa sıradaki parça Enternasyonel’di. Ancak yoğun saldırıdan kaynaklı marşı söylemeye fırsatımız dahi olmadı. O esnada başından ve bacağından yaralanan iki “gencecik” insanımızı gazın içinden çekip kurtarmamıza bile izin vermeyecek şekilde saldırmaya devam ettiler. Velhasılıkelam Akrep’in; “ceddin deden, neslin baban, Türk milleti hep kahraman” haykırışı geceyi inletti(!)
Bu olup biteni nasıl yorumlayacağız şimdi?
Kutuplaşma ile kan ile beslenen iktidarı ve onun bir grup kefenli insan tarafından kutsanmış lideri artık bize savaş açmış olabilir miydi? Allah Allah nidalarıyla üzerimize gelenler kimi dinsizlikle suçluyordu? Alevileri dinsizlikle suçlamalarına alışığız ama içimizde Şafiî mezhebine mensup Kürtlerin de sayısı oldukça fazlaydı. Sanırım tüm bu suçlamaların nedeni Erdoğan’ın erki karşısında diz çökmemek. Bu mahallelerde kula kulluk edilmemesi. “Kimse heveslenmesin, bu baş yalnızca Secde’de eğilir” desek anlar mı acep AK gençlik bizi? Empati kurabilirler mi? Umut dimdik ayakta(!)
Ok fırladı çıktı yaydan, ya Hakk!
Pir Sultan Abdal’a hakaret eden, Alevilerin tüm uyarılarına rağmen üçüncü köprü ismini “Yavuz Sultan Selim” koymakta ısrar eden bu “Makara”cı sahte peygamber çıkıp şu ifadeleri kullanmıştı grup toplantısında: “Halktan silah isteyen bir zihniyet ‘nin, milletin özellikle Alevi vatandaşların iyiliğini düşünüyor olabilir mi?” Biz de bizzat bu şahsa şu soruyu yöneltiyoruz: “Halka silahla saldıran bir zihniyet; Ethemlerin, Berkinlerin, Uğurların hesabını başka türlü nasıl verecektir?” Doğuda dökülen kan için, toplu mezarlar için dil susar, el yazamaz bile.
“Aradan eli kanlı örgütler çekildiğinde, aradan istismarcılar, tahrikçiler çekildiğinde inanın her mesele çözülecek, çözüm yoluna gidilecektir” diyen bu sahte peygamber tartışmasız haklıdır; o sebeple kendisini ve beraberindekileri de alıp çok uzaklara gitmelerini istiyoruz. Dünyanın herhangi bir noktasına değil ama, çünkü bizler, dünyadaki halkların böyle bir veba ile karşı karşıya kalmalarını istemeyiz. İlk önce adil bir şekilde yargılanmaları gerekecektir. Gemiciklerine ve lüks model araçlarına beyaz kefen giydirip yola çıkan bu iflah olmazların, din istismarcılarının halkın adaleti karşısında boyun eğdiği günleri görmeyi nasip edecektir bize bileklerimiz. Ve halkın yarasını sarmayan , bizde yaraları namlular sarar dedirtmiştir şu an sürgünde yaşayan bir halk ozanına. Ne kadar haklıdır orası okurun takdiri.
Son olarak;
Kimsenin Alevilere “aptal bir çocuk”muş gibi davranmaya da hakkı yoktur. Eğer birilerinin sokağa döküldüğü ve oyuna getirildiği, para karşılığında çatışmalara yollandığı düşünülüyorsa bu açıktır ki Emniyet teşkilatlarının mensuplarıdır.
Pir Sultan Abdal’a hakaret et, aynı cümle içinde Burak Can için şehit, Berkin için terörist de sonra da birlik ve beraberlikten bahset! Utanmıyor musunuz? “Harvard’da Gül’e sorulan şok soru” kadar şok olmasa gerek.
Artık Aleviler şunun farkındadır ki, Madımak’ta devletin askerini beklemek yerine, otelden, kalabalığın anlayacağı şekilde birkaç el edilseydi o gün o katliam yaşanmazdı. Okmeydanı’nda Burak Can’ın bulunduğu faşist kitleye müdahale edilerek olası bir katliamın engellendiğini düşünmüyor mu Okmeydanı halkı? Düşünüyor elbette. Bu inancı benimle birlikte birçok insanın benimsemesi elbette ciddi bir sorundur.
Bu öfke ortamının sorumlusu kimdir peki? DHKP-C mi? MLKP mi? TKP/ML mi? YDG-H mı? Polisin döktüğü kan yanında bu hareketler yeni doğmuş bir bebek kadar masumdur. Kaldı ki bu başımıza gelen belaların sebebi ve Türkiye’deki şiddetin de kaynağıdır yasal mermisi ile yaklaşmakta olan komiserler! Bu mahalleler, evlatlarının haykırışlarına ses verip dökülüyorsa meydanlara, bu adı geçen özgürlük hareketleri korku kalelerinin yıkılmasında halkın en büyük yardımcıları olacaktır. “Bunların alayı terörist” ısrarında devam edecekseniz iyisi mi ben bir harf daha alayım.
“Bunların yüzlerinde maske var. Redhack de terörist sayılır, maskelerini çıkarsınlar” ifadelerini sıklıkla dillendirenler ilk önce kask numarasını silen polislere bir göz atsın! Yoğunluktan silinmiş ifadesi mizah dergilerine malzeme değeri taşımaktadır sadece. Bizzat bantladıkları görülmüştür. Bu durum da rüzgârın işgüzarlığı herhalde. Güneş balçıkla sıvanabilirmiş meğer.
Özetle; dünyanın bütün başbakanları ortalama bir zekâya sahipken bizim payımıza düşenlerin zekâsındaki problem, Osmanlı’da delilerin bile padişahlığına imkân veren düzenle ilişkili olabilir. Geçmişten bugüne embesil, moron, katil ve hırsız ayrımı gözetmeksizin lider/kurtarıcı seçimi yapan bu düzene lanet okumak da, bizim gibilere düşüyor haliyle. Ve bu sömürü düzeni son bulduğunda, şüphesizdir ki kimsesizler mezarlığına gömülecektir.
Bu yazıyı bir masal belleyip, öyle okuyanlara, sabredenlere mutlu son boynumun borcuydu.
Not: Yazıda kullanılan üslup ülkenin en yetkili kulağına seslenme amacı taşımaktadır. Eleştirecek olan okur bu ayrıntıyı göz önünde tutarsa ne mutlu bize.
Radikal Gazetesi