Zamanın ruhu (V): Komünizm – Arif Çelebi

Bugünkü dünyayı gözlemlediğimizde, Marx’ın sermayenin ölümü ve komünizmin doğuşuna delalet olarak gösterdiği emareleri kolaylıkla fark edebiliriz. Tarihin rüzgârı kapitalizmi dağıtıyor, henüz biçimini arıyor olsa da zamanın ruhu komünizme akıyor. Elbette bilinmeli ki “hem komünist bilincin kitlesel ölçekte oluşturulması için hem de davanın kendisinin başarısı için insanların kitlesel biçimde değişime uğraması zorunludur.

“Hani nerede?” diye sorulabilir. Haklı bir soru. Ama zaten komünizm bir toplum biçimi olarak cisimleşmiş olsaydı, bu tartışmayı yapmaya da gerek kalmazdı. Yine de komünizmden çok uzak olduğumuz söylenemez. Hatta zaman zaman ona dokunabiliyor, onu soluyabiliyor, onu yaşayabiliyoruz. Haziran ayaklanması sırasında oluşan Taksim komünü, tam da böyle değil miydi? Park forumlarında, işgal evlerinde kurulan ilişkiler, bu tipten değil miydi? Rojava’da böyle bir arayış yok mu? Elbette hiçbiri kendi başına komünizmi temsil etmez, ama kapitalist ilişkilerden kopuşma arzusunun güçlenmekte olduğunu gösterir. Bu arzunun yerel değil, dünyasal olduğunu kolaylıkla söyleyebiliriz. Burjuva toplumsal ilişkilerin reddi ve yeni tip toplumsal ilişkilerin inşası yönünde bir arayış var. Lokal düzeyde ve kimi geçici biçimde ortaya çıkan tüm komünal ya da yarı komünal biçimler bu arayışın ifadesidir. Bu örneklere bakarak, zamanın ruhunun nereye doğru akmakta olduğunu tespit edebiliriz. Bu lokal deneyimler, insanlığın kurtuluşunu sağlayamazlar ama yön tayininde işlevli oldukları ve olacakları açıktır.

Denebilir ki bu tip arayışlar hep vardı, bunun nesi yeni ki?

Doğru, bu arayışlar yeni değil ama kapitalizm çok eski, gelişmesinin sınırlarına dayanmış durumda. Kapitalizm kendini yenileme yeteneğinden yoksun artık. Bu nedenle burjuva toplumun reddiyesi ve yeni toplumsal ilişki arayışları giderek güçlenmektedir. Nesnel koşullar bunu zorunlu kılmaktadır. Bu nesnel koşullar idrak edildikçe bugünkü lokal arayışlar dünyasal ölçekte bilinçli bir eğilime dönüşecektir. Bunu, bugünün dünyasının toplumsal maddi gerçeğinden çıkarıyoruz.

Bu toplumsal maddi gerçekten yola çıkarak ulaştığımız sonuçları birlikte toparlamaya çalışalım:

1) Para, ekonomik ilişki aracıdır, üretim araçları ve emek gücü de, üretici güçler. Üretim araçları ve emek gücü paranın kumandası altında artı değer üretmek amacıyla bir araya getirilir. Kullanılan malzemeye eklenen yeni değişim değeri bütünüyle emek gücü tarafından üretilir. Bu yeni değerin bir kısmı işçiye ücret olarak ödenir, geri kalanı kapitalistin mülkiyetine geçer. Kapitalist üretimin amacı, insanın maddi ve moral gereksinimlerini karşılamak değil, artı değer (kâr) elde etmektir. Daha çok artı değer üretmenin iki yolu var: Birincisi, iş gücünü uzatmak ve işçiyi daha yoğun çalışmaya zorlamak (mutlak artı değer); ikincisi, emeğin toplumsal üretim gücünü artırarak sabit bir iş günü içinde işçinin ücretine tekabül eden kısmı düşürmek (nispi artı değer). Kapitalizme özgül niteliğini veren bu ikincisidir. Burada amaç, emeğin toplumsal üretim gücünü büyütmek değil, artı değeri çoğaltmaktır. Makinelerin, onu üreten ve kullanan emekçilerin üretken niteliklerinin yükseltilmesi, kapitalist için artı değeri çoğaltmaya hizmet ettiği müddetçe anlamlıdır. Eğer üretim güçlerinin yükseltilmesi artı değeri çoğaltmayacaksa, kapitalist, emeğin toplumsal üretim gücünü yükseltmeye kesinlikle yeltenmez. Böyle bir durumda sermaye olarak para, üretim güçlerini kamçılayan değil, onları gemleyen, dahası onları yıkıma uğratan bir rol oynar. Böyle bir durumda ekonomik ilişki, yani sermaye olarak para yalnızca üretim güçlerinin gelişmesine ket vurmakla kalmaz, aynı zamanda mevcut üretim güçlerinin hareketini de kısıtlar. Şimdi kapitalistlerin elinde muazzam miktarda yoğunlaşmış fazla para sermaye vardır ama bu para ne makineleri ne emek gücünü harekete geçirebilmektedir. Bu fazla sermaye, giderek daha büyük miktarda spekülatif mali araçlar ve tüketim kredileriyle değerlendirilmeye çalışılır. Diğer yandan, bilimi teknolojiye uygulama, sürekli teknolojik devrim yoluyla artı değere çoğaltmanın yerini emeğin ve doğanın vahşice ve hoyratça yağmalanması alır. Bunu, sermaye olarak paranın çürümesi ve toplumu çürütmesi olarak tanımladık.

2) Sermayenin bu çürüme halinin acısını en çok emek çeker. Sermayenin bu çürüme haline vardığı aşamada emekçi sınıfların ezici çoğunluğu proleterleşmiş olur. Emeğin toplumsal üretim güçlerinin o güne kadarki gelişmesinin sonucu toplumun maddi ve kültürel refah düzeyi yükselmiş, diğer yandan şimdi giderek nüfusun daha büyük bir emekçi kesimi bu avantajlardan yararlanamaz olmuştur. Daha yüksek nitelikli emek gücünü temsil etmelerine karşın emekçi çocuklara ebeveynlerinden daha düşük ücretli çalışma dayatılmaktadır. Zihin işçileri beden işçileri konumuna itilmektedir. Kronik işsizlik düzeyi bilhassa gençler arasında gitgide yükselmektedir. Çalışan nüfusun çoğunluğunun ücretle geçimini sağladığı bir toplumda, bu koşullar altında yetişen gençlerin basit etkileşimlerle dahi patlamaya hazır birer bomba haline gelmesi kaçınılmazdır. Bu toplumsal koşullar, emekçi sınıflar arasında toplumsal bir devrimin zorunluluğu fikrinin oluşmasına kaynaklık eder. Bu fikir, en nihayetinde komünist devrim bilinci olarak şekillenmek zorundadır. Çünkü insanlığı bataklığa çeken bu toplumsal koşullardan kurtulmanın başka bir yolu yoktur. Sermayeyi ortadan kaldırmayı içermeyen hiçbir çözüm, probleme çare olamaz. Sermayenin ortadan kaldırılması, aynı zamanda emek gücünün meta niteliğine son verilmesi anlamına gelir. Bugün bunu gerçekleştirmeyi olanaklı kılan koşulların oluştuğunu söyleyebiliriz.

3) Tam da burada, Lenin’i dayanak gösteren bir itiraz yükseltilebilir.

Lenin, “Sosyalizmle kapitalizm arasında proletarya diktatörlüğünün uzun, çok zorlu bir geçiş döneminin yattığını ve bu dönemin biçiminin birçok bakımdan küçük ya da büyük özel mülkiyetin mi, küçük ya da büyük işletmenin mi egemen olduğuna bağlı olacağı açık gerçeğini görmeyen tek sosyalist yoktur” der. Lenin, o günün toplumsal maddi gerçeğini hesaba katarak, kapitalizmle sosyalizm arasında görece zorunlu bir geçiş dönemini, proletarya diktatörlüğünü öngörüyordu. Lenin’e göre proletarya diktatörlüğünün süresi ve alacağı biçim, kapitalist ilişkilerin gelişmişlik düzeyine bağlı olarak değişecekti. Sermayenin yoğunlaşma ve merkezileşme düzeyinin görece yüksek olduğu, küçük işletmelerin yerini büyüklere bıraktığı, proletaryanın niteliğinin görece yükseldiği ülkelerde bu geçiş, küçük işletmelerin yaygın olduğu ülkelere kıyasla daha hızlı ve daha az sancılı olacaktır. Aynı yerde Lenin, Estonya ve Rusya’yı karşılaştırarak fikrine açıklık getirir: “Estonya’da okuma yazma bilmeyenin olmadığı, büyük tarımsal çiftliklerin bulunduğu bu küçük ülkede sosyalizme geçişin, Rusya gibi ağırlıklı küçük burjuva bir ülkede sosyalizme geçişe benzemeyeceği anlaşılır bir şeydir.”(1) Keza, başka bir yerde, “Kapitalizmden sosyalizme ya da komünizmin alt aşamasına geçiş yolunda ilk adımımızı atmaktayız” der. (2) Ama o günkü Rusya için bu “geçiş yolu” zorluklarla dolu uzun bir yoldur, çünkü “Küçük işletme dünyada hala ne yazık ki çok fazla var”dı (3) ve Rusya’da küçük işletmecilik egemendi. Lenin, o günkü koşullarda “Sosyal devrim(in) bütün ülkelerin proleterlerinin birleşik eylemi olama(yacağı)”nı belirtir. “Çünkü, ülkelerin çoğunluğu ve dünya nüfusunun çoğunluğu, şimdiye kadar henüz kapitalist gelişme aşamasında bile değildir ya da bu aşamaya yeni ulaşıyor”du. (4)

Bugün kapitalist gelişme aşamasında olmayan ülke kaldı mı? Ya da küçük işletme dünyada hala çok fazla var diyebilir miyiz? Günümüz dünyasının kapitalizmi ile Lenin’in yaşadığı dönemdeki kapitalizmin aynı olmadığı açık. Herhalde Lenin’in sözünü ettiği okur yazar Estonya proletaryası, bugünün proletaryasının yanında bir hayli cahil kalırdı. Bu gerçekler, proletarya diktatörlüğünü geçersiz kılmaya yetmez ama komünizmin alt basamağı sosyalizme geçişin yüzyıl öncekine kıyasla çok daha hızlı olabileceğini kanıtlar. Lenin “Ülkelerin çoğunluğu ve dünya nüfusunun çoğunluğunun kapitalist gelişme aşaması”nda olmasını, “Bütün ülkelerin proleterlerinin birleşik eylemi” sosyal devrimin koşulu olarak koymuştu. Bugün, dünya ülkelerinin bütününün kapitalist gelişme aşamasında olduğu açık. Yine de bu, proletaryanın birleşik eyleminin tek bir hamle olacağı anlamına gelmez.

4) Gelmez, çünkü kapitalist dünya, burjuva devletlere bölünmüştür. “Sermaye ancak karşı değerle mübadele içinde var olabileceğine göre” der Marx, “sermayenin zorunlu olarak kendi içinde parçalanıp çatışan bir şey olduğu (için) mübadeleye gireceği karşı ve yabancı sermayeler olmaksızın var olan bir evrensel sermaye boş laf”tır.(5) Burjuva devlet gerçeği bu ekonomik ilişkinin politik ifadesi olduğuna göre “evrensel devlet” de boş laf olur. Emperyalist küreselleşme düzeyi ne kadar derinleşirse derinleşsin, bütünleşik dünya pazarının oluşumu hangi düzeye ulaşmış olursa olsun, dünyanın burjuva devletlere bölünmüşlüğü ve dünya pazarı üzerinde tekelci nüfuz kavgasının keskinleşmesi kaçınılmazdır. Tekellerin dünya pazarı üzerinde yürüttüğü nüfuz kavgasında burjuva devlet (isterse bu bireysel birlikler biçiminde olsun) baş aktörlerdendir. Dünya tekellerinin belirleyici ve hakim güç haline gelmeleri devletsel bölünmüşlüğü ortadan kaldırmaz ama bu her bir devletin burjuva sınıf için dahi “ulusal” niteliğini çözümüne uğratır. Dünya ölçeğinde devasa mali bir güç haline gelen bu tekeller, hem merkezlerinin olduğu ülkelerdeki hem de pençesine aldıkları ülkelerdeki devleti kendi tekelci özel çıkarlarına uygun kılmaya ve biçimlendirmeye çalışırlar. Kapitalizmin varoluşsal krize saplandığı bugünkü koşullarda devleti emekçilere ve rakiplerine karşı kendi özel çıkarları için kullanma olanağını elde etmek, tekeller için çok daha önemli hale gelir. Burjuva devlet, olağanüstü düzeyde çürür, çürüdükçe daha da vahşileşir.

Sermayenin varlığına son vermek için onun her ülkedeki politik egemenliğini ortadan kaldırmakla işe başlamak gerekir. Kuşkusuz bu “ortadan kaldırma” bir “süreç”tir ve her ülkedeki burjuva politik iktidarın kendine özgü biçimlenişine bağlı olarak kendine özgü bir süreç olarak gelişecektir. Kapitalizmin bütün dünyaya hakim olması, ülkelerin birbiriyle ekonomik ilişkilerinin organik bir niteliğe bürünmesi, buna karşın sermayenin ve burjuva devletin artan çürümesi koşullarında bu “ortadan kaldırma” tutkusu hızla dünyanın her yanını saracaktır. Dünyanın bugünkü isyan, kaos ve anarşi ortamı bunun habercisidir.

5) “Komünizm, bizce oluşturulması gereken bir durum, gerçekliğin kendisini uydurmak zorunda olduğu bir ideal değildir. Günümüzdeki durumu ortadan kaldıran gerçek hareketi komünizm olarak adlandırıyoruz. Bu hareketin koşulları, bugün mevcut olan öncüllerden doğmaktadır.”(6)

Bu mevcut öncüllerin ne olduğuna önceki bölümlerde ve yukarıda işaret ettik. Biz, sözü yine Marx’a bırakalım: “Belli bir noktadan sonra, üretici güçlerin gelişmesi sermaye için ayak bağı haline gelmeye başlar. Bu noktaya vardığında sermaye, yeni ücretli emek, toplumsal zenginliğin ve üretici güçlerin gelişimi karşısında tıpkı lonca düzenine, köleliğe, serfliğe benzer bir konum kazanır ve bir boyunduruk gibi kırılıp atılması kaçınılmaz olur. Bir yanda sermaye öbür yanda ücretli emek arasındaki insani faaliyetin aldığı bu en son uşaklık biçimi, eskimiş deri gibi soyulup atılır… Toplumun üretken gelişimi ile var olan üretim ilişkileri arasındaki giderek artan uyumsuzluk, kendini keskin çelişkiler, bunalımlar, kramplar biçiminde ortaya koyar… Düzenli olarak tekrarlanan felaketler, her seferinde daha büyük çapta tekrarlanarak, sonuçta sermayenin devrilip gittiği bir şiddet noktasına varacaktır.”(7)

Bugünkü dünyayı gözlemlediğimizde, Marx’ın sermayenin ölümü ve komünizmin doğuşuna delalet olarak gösterdiği emareleri kolaylıkla fark edebiliriz. Tarihin rüzgârı kapitalizmi dağıtıyor, henüz biçimini arıyor olsa da zamanın ruhu komünizme akıyor. Elbette bilinmeli ki “hem komünist bilincin kitlesel ölçekte oluşturulması için hem de davanın kendisinin başarısı için insanların kitlesel biçimde değişime uğraması zorunludur. Bu değişim, ancak pratik hareket içinde bir devrim ile gerçekleşebilir.”(8)

(1)Lenin, Seçme Eserler, cilt 7, sayfa 282 İnter Yayınları

(2)Age, cilt 10, sayfa 99

(3)Age, cilt 10, sayfa 75

(4)Age, cilt 5, sayfa 333

(5)Marx, Kapital, cilt 3, sayfa 395, Sol Yayınları

(6)Marx-Engels, Alman İdeolojisi, sayfa 48, Evrensel Yayınları

(7)Marx, Grundrisse, sayfa 583-586, Birikim Yayınları

(8)Marx-Engels, Alman İdeolojisi, sayfa 72

* Atılım Gazetesi’nin 28 Şubat 2014 tarihli 106. sayısında yayımlanmıştır.

Arif Çelebi’nin “Zamanın Ruhu” ana başlığı altında yayımlanan önceki yazılara aşağıdaki linklerden ulaşabilirsiniz.

Zamanın ruhu (IV): İsyan-kaos-anarşi

https://siyasihaber.org/sectiklerimiz/zamanin-ruhu-iv-isyan-kaos-anarsi-arif-celebi

Zamanın Ruhu III- Paranın Sonu:

https://siyasihaber.org/sectiklerimiz/zamanin-ruhu-iii-paranin-sonu-arif-celebi

Zamanın Ruhu II – Elveda Proletarya:

https://siyasihaber.org/sectiklerimiz/zamanin-ruhu-ii-elveda-proletarya-arif-celebi

Zamanın Ruhu I – Burjuva Devlet:

https://siyasihaber.org/sectiklerimiz/zamanin-ruhu-i-burjuva-devlet-arif-celebi

Yoruma kapalı