Başlıktaki yarım kalmış cümle Türkiye’de en sık karşılaşılan “hoşgörü” kisvesine büründürülmüş ırkçı-ayrımcı söylemin çok tipik bir örneğini sunmaktadır. Kendisinden bu cümleyi duyduğumuz ortalama bir muktedir Türk yurttaş, Kürt komşusu ya da arkadaşı “hak ettiğinde” o Kürdün evini taşlar, linç eder hatta öldürür. Muktedir Türk’ün neden bunları yaptığının cevabı ise bitmemiş cümlenin sonundaki “ama” bağlacında gizlidir.
Ne anlama gelir bu ama? Özetle şu; benim Kürt komşum ya da arkadaşım öncelikle PKK’li değil, PKK’ye sempatiyle de yaklaşmıyor. Ülkeyi bölmek gibi bir amacı da yok. Ayrıca “köken olarak Kürt” ama sonuçta Türk ve Türkçe konuşuyor (biraz aksanlı konuşuyor olsa da). Ha kendi aile eşrafı içinde, anne babasıyla, nene dedesiyle, Kürtçe konuşuyorsa bu bizi ilgilendirmez. Yani muktedir bir Türk için Kürdün Kürtlükle ilgili bir talebi yoksa, kendi dili ve kültürünü kamusal alanda yaşamıyorsa, komşu da olabilir arkadaş da. Ancak Kürt, kamusal alanda Kürtçe konuşursa ya da Kürdi (politik ve kimliğe dayalı anlamında kullanıyorum) bir pratik sergilerse dışlanır, linç edilir ve koşullar uygunsa öldürülür. Şüphesiz bahsettiğim bu “hoşgörülü” ırkçı ayrımcılık sadece Kürtlere dönük bir pratik değildir, başlıktaki Kürt kelimesinin yerine Ermeni, Alevi, Rum… vd koyabilirsiniz rahatlıkla. Başlıktaki bu değişim yazının muhtevasını etkilemez.
Yukarıda kısaca bahsettiğim muktedir bir Türk’ün Kürde biçtiği “kabul “ alanının dışına çıkıp kamusal alanda Kürtçe konuştuğu için bir Kürt genci (Mahir Çetin) Antalya’nın Kaş ilçesinde ırkçı ve kendini muktedir gören bir güruh tarafından öldürüldü. Bu olaydan birkaç gün sonra bazı kentlerde (Ankara, Kütahya gibi) Kürtlere dönük ölümle sonuçlanmayan ırkçı saldırılar gerçekleşti.
Peki, nedir bu ırkçı ayrımcılık, kavram sadece etnisite fakları üzerinden mi kendini inşa eder yoksa başka alanlarla da ilişkili midir? Çok kısaca, günümüzde ırkçılık kelimenin ilk anlamındaki karşılığının (beyaz ırkın siyah ırktan üstün olması kabulüne dayanan ırk ayrımı ) ötesinde bir kapsama sahiptir. Modern ya da yeni ırkçılık sadece, kaba anlamıyla, ırk temelli bir ayrımcılığı işaret etmiyor bize, bunun ötesinde tüm dışlanma ve ötekileştirme biçimlerini kapsıyor. Bu anlamda günümüzde ırkçılık, politik, kültürel, cinsel, etnik, sınıfsal..vb birçok alanı kapsayan daha geniş bir alana yayılmış durumdadır. Irkçı ayrımcı söylem ve pratiğin yayıldığı bu geniş kapsamın tepesinde hiç şüphe yok ki devlet ve onun organik bileşenleri bulunmaktadır. Türk ulus devleti üzerinden düşünecek olursak, devlet kendini ırkçı ayrımcı bir söylem ve pratik üzerine bina etmiştir. Bu söylem, muktedir olanın Türk (Baskın Oran’ın tabiri ile LAHASÜMÜT (Laik, Hanefi, Sünni, Müslüman, Türk) AKP iktidarına kadar böyleydi en azından, şimdi baştaki Laik fazla) olduğunu, geriye kalanların ise tabi ve tali unsur olduğunu öngörür. Pratik ise öngörüyü önemli ölçüde hayata geçirmiştir, geçirmektedir cumhuriyet tarihi boyunca.
Daha da önemlisi ırkçı ayrımcı söylem ve pratik kendini medya, siyaset, yargı, eğitim… gibi alanlarda her gün yeniden ve yeninden üretmektedir. Yazılı ver görsel medya metinleri haber ve içeriklerinde ırkçı ve ayrımcı söylemi normalleştirmekte, teşvik etmekte ya da vukuu bulan ırkçı ayrımcı pratiklere bahaneler üretmektedir. Örneğin, Suriye iç savaşından kaçan ve Türkiye’nin değişik vilayetlerine sığınmacı olarak yerleşen Suriye yurttaşlarına yönelik gerçekleştirilen ırkçı saldırıların medya metinlerinde “Suriyeli kavgası, Suriyeliler kavga çıkardı” gibi başlıklarla ve “”geldiklerinden beri işsizlik ve kira fiyatları arttı” gibi içeriklerle sunulması ırkçı ayrımcılığı nedenselleştirmekte ve yapılan ırkçı ayrımcı pratiklere bahaneler üretmektedir. Muktedir siyaset ırkçı ayrımcılığı siyasal bir araç olarak kullanmaktan herhangi bir beis görmemektedir maalesef. Örneğin R.T.Erdoğan Cumhurbaşkanlığı seçimleri öncesinde katıldığı bir TV programında “…çok af edersiniz daha çirkin bir biçimde Ermeni diyenler oldu bana…” ifadelerini kullanmıştı. Yargı, ırkçı ayrımcı söylem ve pratikler karşısında aldığı kararlarla adeta ırkçı ayrımcılığı teşvik etmektedir. Örneğin Antalya’nın Kaş ilçesinde linç edilerek öldürülen Mahir Çetin davasında sanıklardan sadece biri tutuklandı ya da Erdoğan’ın açıkça nefret suçu teşkil eden cümlesi için henüz bir yaptırım uygulayamadı. Eğitim de ise muktedir bir Türk olmak üzerine kurgulanmış, geriye kalan her etnik grup, inanç, cinsiyet ya da aidiyet ise savaşılması ve mümkünse yok edilmesi gereken olarak tanımlanmıştır. Özetle ırkçı ayrımcılık halkların ananelerinde var olan bir olgu değildir, bizatihi devlet ve devletin hizmetindeki kurumsal yapılar tarafından üretilip dolaşıma sokulur.
Sınırları kabaca bu hatlarla çizilmiş devletin muktedir Türk yurttaşı için ise bir Kürt, Alevi, Ermeni ya da Rum ancak ve ancak sonuna “ama” bağlacı eklenerek komşu ya da arkadaş olarak kabul edilebilir. “Ama” bağlacından sonra gelen şartlara uymayan bir Kürt veya diğerleri için muktedir Türkün komşuluğu ya da arkadaşlığı Mahir Çetin’e yapılan kadardır.
Muktedir olan Türkün ve devletin Türk olmayanı kabul etme koşullarının belirlendiği “ama” bağlacından sonraki kıstasa uymayan Kürtler yıllardır, sokakta, dağda, cezaevlerinde… katlediliyor, o kıstasa uymayan Rumlar 6-7 Eylül’de komşuluktan ve arkadaşlıktan çıkartıldı, Ermeniler zaten “temizlenmişti” kalanlar da kelle koltukta yaşıyor, Aleviler komşuları tarafından kesildi…
Irkçı ayrımcılık salt etnisite ayrımcılığı üzerinden tanımlanamaz, başta devlet ve onun organik kurumları olmak üzere toplumsal ve bireysel tüm pratikler içinde ırkçı ayrımcılık izlerine rastlamak mümkündür. Demem o ki etnik kökenlerinden ya da deri renklerinden kaynaklı olarak bir toplumsal grubun toplama kamplarında ya da gettolarda tutulmuyor olması ortada ırkçı ayrımcılığın olmadığına işaret etmiyor.
Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde bir Kürt yurttaşın Kürtçe konuştuğu için Türkçe konuşan bir güruh muktedir Türk tarafından dövülerek öldürülüyor olması bu ülkede ciddi bir ırkçı ayrımcılık sorunun varlığının en gözle görünür kanıtıdır.
Tuncay Şur