İktidarı biz sıfırlayacağız! – Hikmet Sarıoğlu


Son yıllarda otoriterleşme eğilimi giderek güçlenen AKP iktidarı; boğazına kadar battığı yolsuzluk ve çürümeyi gizleme telaşıyla çıkardığı yasalarla en ufak bir demokratik/yargısal denetime bile tahammül edemez hale geldiğini gösterdi. İktidarda kalacağı günlerin sayılı olduğunu gören Recep Tayyip Erdoğan; “Gezi, çeteleri”, “faiz lobisi”, Cemaat, CHP, MHP, ABD, AB vb her cephede ölümüne çarpışıyor. Cemaat’in Bilal Erdoğan’ın paraları sıfırlama operasyonuna ait telefon kayıtlarını kamuoyuna faş etmesinden sadece iki gün önce, RTE iktidarı öyle kolaylıkla bırakmayacağını açıkça söylemişti: “Türkiye’yi kim yönetecek? Biz bu emaneti kusura bakmasınlar kimseye vermeyiz, bu iradeyi kimseyle paylaşmayız. Asla göz yummayız.”

Yolsuzluk ve çürüme alametlerini içeren ses kayıtları ortalığa dökülmeye devam ediyor. Sırada yeni kayıtların olduğunu tahmin etmek zor değil.

Erdoğan ve AKP’den kurtulmak isteyenin sadece Cemaat olmadığı, başta ABD olmak üzere, küresel sermayenin de RTE’den kurtulmak istediği artık alenen ortada. ABD siyasetinde etkisi olduğu bilinen 84 kişilik bir grup Obama’ya yazdıkları mektupta, RTE’nin ABD-Türkiye stratejik ortaklığına artık zarar verdiğini söylerken, Obama’nın RTE’den desteğini çekmesi gerektiğini açıkça ifade etmektedirler. Zaten başta TÜSİAD olmak üzere, büyük sermaye grupları da RTE’yi son tartışmaların ekonomiyi olumsuz etkileyeceği yönünde uyardı ve açıkça eleştirdi.

İktidarı korumak için her şey mübah

RTE ise bütün bu olan bitenler karşısında ne pahasına olursa olsun iktidarda tutunmaya çalışıyor. HSYK yasası, MİT Yasası, İnternet Yasası ve Ordu Yasası’yla kendisini iktidardan düşürmek isteyenlere karşı ardı ardına yeni önlemler alma gayreti içinde. Ayrıca yerel seçimler sürecini kendi lehine çevirmek için, miting konuşmalarında daha önce kendi hukuk dışı uygulamalarını bile şikayet konusu haline getirecek kadar da belkemiksizleşti. Hakimlerin, savcıların verdiği hukuksuz dinleme kararlarından şikayet etmekte; daha önce muhaliflerinin yayımlanan kasetlerini politika malzemesi yapmaktan kaçınmaz ve “hukuksuzluktur” demezken, şimdi 17 Aralık operasyonu ve kasetler için hukuksuzluktan bahsetmekte; rüşvet ve yolsuzlukla elde edilen paraları hediye, bağış olarak kabul etmekte hiçbir beis görmemektedir.

Hatta muhaliflerine “MHP’nin başındaki zat, aile, çoluk çocuk nedir bilmez, onun böyle bir derdi yok. Çocuk nedir biz biliriz” diyerek aşağılarken, aynı zamanda Bilal Erdoğan’la ilgili kayıtları da, el çabukluğu marifet, aile içi mesele haline getirecek kadar da yüzsüzleşti.

Vicdani kırılma

Bunca yaşanan hukuksuzluğa, yolsuzluğa, otoriterleşmeye karşın AKP yıpranmıyor mu? Oylarında bir düşme yaşanmıyor mu? AKP hem oy kaybediyor hem de siyasi prestiji iyice sarsılmış durumda, ama bu onu birinci parti olmaktan halen uzaklaştırmıyor. AKP kitlesinin büyük bir bölümü Erdoğan’a uluslararası bir tuzak kurulduğunu, interneti zaten kullanmadıklarını belirtseler de AKP’yi desteklemeye devam etmelerinin iki önemli nedeni var. Birincisi, RTE kendi tabanını “Bizim sayemizde görünür oldunuz” diyerek uyarıyor ve bu uyarı karşılık buluyor. İkincisi, ekonomik kriz günlük hayatlarda kendisini henüz yakıcı bir biçimde hissettirmiyor.

Ancak burada sormamız gereken önemli bir soru var. AKP’nin “iyi ahlaklı Müslümanların iktidarı” argümanı hiç zarar görmüyor mu? İlahiyatçı yazar Hidayet Tuksal, Başbakan Tayyip Erdoğan ve oğluna ait olduğu ileri sürülen ses kaydına ilişkin olarak, “Başbakanlık tarafından asılsız oldukları yönünde çok şiddetli açıklamalar yapılsa da, bu kayıtların gerçek olabilecekleri yönünde kuvvetli bir kanaate sahip olmaktan” kendisini alıkoyamadığını yazdı. Tuksal, “Gelinen noktanın kendisi gibi insanlar için bir ‘hüsran’ noktası olduğunu” söylüyor ve “Her şeyin tepe taklak olduğu bir ‘an’dır yaşadığımız” diyor. Kuşkusuz Tuksal’ın geniş kitleleri temsil ettiğini söylemek zor. Ama AKP tabanındaki samimi (sermaye ve iktidarın kirine bulaşmamış) Müslümanların -bugün doğrudan kendisini açığa vurmasa da- vicdanındaki bir kırılmayı dile getirdiğini söylemek hiç de yanlış olmaz.

Gül politik dengeler üzerinde dans ediyor

Bu süreçte Abdullah Gül’ün İnternet, HSYK gibi yasaları onaylaması önemli bir gelişmedir. Bu yasalardaki kimi hükümler konusunda farklı görüşleri olduğu bilinen -bunu kuşkusuz politik bir hesapla kamuoyuna sızdıran- Gül, AKP tabanındaki desteğini kaybetmemek için yasaları onayladı. Çünkü Ağustos ayında yapılacak Cumhurbaşkanlığı seçimleri, AKP’nin bir manevrasıyla genel seçimlerle birleştirilebilir. Gül, Cumhurbaşkanlığı makamında fazla yıpranmamış bir AKP’li olarak (Cemaatin de desteği ile) partinin başına geçebilir. Aynı Gül, hem siyasi imajını daha fazla yıpratmamak hem de kamuoyu vicdanını rahatlatmak için Devlet Denetleme Kurulu’nun 2014 yılı çalışma programına “yolsuzlukla mücadele, iletişimin dinlenmesi, kent rantlarının analizi ile imar uygulamalarının değerlendirilmesi, kariyer meslek uygulamalarının değerlendirilmesi ve devlet sırları ve gizlilik derecelerine ilişkin düzenleme ve uygulamaların değerlendirilmesine yönelik araştırma, inceleme ve denetimlerin alınması” yönünde talimat verdi.

AKP’ye alternatif arayışı

AKP iktidarının artık “yönetememe” zafiyeti içinde olması, kapitalizmin rasyonelleriyle artık çelişmeye başlaması, doğaldır ki sermaye güçlerini yeni arayışlara itiyor. Hükümet’le Gülen Cemaati arasındaki gerilimin şiddetlenmesi “Cemaat’in parti kuracağı” yönünde bir tartışmaya yol açsa da; Cemaat sözcüsü Hüseyin Gülerce “Hizmet’in asla partileşmeyeceğini yürekten hem de büyük bir güvenle ve yüksek sesle söylemekten çekinmeyiz. Herkesin içi rahat olsun, Hizmet hareketinden bir parti çıkmayacaktır” dedi.

Aslında Cemaat’in parti kurmaya da ihtiyacı yok. Cemaat öteden beri, yumurtaları aynı sepete koymama taktiğine bağlı kalarak, çeşitli düzen partileri içinde yuvalandı. Şimdi de CHP içinde sürdürdüğü operasyonlarına hız veriyor. Yani AKP-Cemaat ittifakı Cemaat-CHP ittifakına evriliyor. (Yine yumurta-sepet mevzusu gereği Cemaat yerel seçimlerde sadece CHP’li adayları değil, bazı belediyelerde MHP’li adayları da destekliyor. Ama bu, çeşitli nedenlerle şimdilik ikincil bir tercihtir.)

CHP’nin geçen seçimde başlayıp bu seçimlerde süren merkez sağa kayış yönelimi, Kemal Kılıçdaroğlu’nun geçen yılın sonlarında yaptığı ABD ziyaretinde Cemaat temsilcileriyle yaptığı görüşmeler ve belki de en önemlisi AKP-Cemaat dalaşında CHP’nin Cemaat’e tek laf etmeyip sadece AKP’ye saldırması bu aşkın karşılıklı olduğunu kanıtlıyor.

Bütün bunlar, 17 Aralık’tan sonra bir rejim krizine dönen, ama kökleri eskilere dayanan iktidar mücadelesinin, yeni güç dengelerinin oluşmasına yol açacağını gösteriyor. Siyaset sahnesindeki her şey alt üst oldu. Dünün müttefikleri, bugün düşman kamptaki güçlerle çapraz ilişkiler kuruyor.

Dün dündür bugün bugündür

Düne kadar Cemaat’in en büyük tehlike olduğunu söyleyen CHP, bugün ona toz kondurmuyor. Cemaat açısından da CHP biçilmiş kaftandır. Siyaseten ortaklaştıkları temel konular var. CHP gibi Cemaat de Anayasa’nın ilk dört maddesinin değişmesine olumlu bakmıyor; Kürt ve Alevi sorunlarına dair “çözüm(süzlük) ve asimilasyon” politikaları birbirine yakın. En önemli konu ise Ordu’nun stratejik rolü konusunda TC’nin devlet geleneği yaklaşımını paylaşmaları.

Düne kadar onlarca generali hapse attıran ve “askeri vesayeti kaldırdık” diye caka satan AKP, bugün “Ordumuza kumpas kuruldu” mesajıyla başlatılan bir süreçle neredeyse “Ergenekon Terör Örgütü”nün aslında var olmadığını kanıtlama gayretine girişiyor, darbeci generallere haksızlık yapıldığını söylüyor. AKP, Ordu’ya yönelik tüm operasyonların failinin Cemaat olduğunu savunuyor. İşte yaratılan bu atmosfer içinde, hukuk kuralları da çiğnenerek, İlker Başbuğ serbest bırakıldı, ardından çok sayıda Ergenekon sanığı tahliye edildi ve diğer askerlerin bırakılmasının yolu açıldı.

Elbette bunun arkasında politik bir hesap var. AKP iktidarı, Cemaat’in Yargı, Emniyet ve MİT içindeki kadrolarından yararlanarak Ordu’nun eski statükoya göre şekillenmiş üst yönetimini tasfiye etti ve az çok kendi çizgisiyle uzlaşabilecek kadroları yükseltti. Artık Ordu’nun devlet yönetimi üzerindeki belirleyici konumuna geri dönmesi neredeyse imkansız. Bu koşullarda AKP, Ordu’da biriken tepkiyi Cemaat’e yöneltip askerleri yanına çekmeye, CHP-Cemaat ittifakına karşı AKP-Ordu ittifakını (kendisinin belirleyici olduğu bir konumla) kurmaya çalışıyor.

HDP güç kazanıyor

Egemenlerin pislikleri ortalığa saçılırken, burjuva siyasi güçler en aşağılık manevralarla birbirlerinin kuyusunu kazarken, biz emekçi ve ezilenlere düşen, onların her kanadı ve her renkten temsilcisiyle aramıza ikircimsizce duvar çekip, kendi cephemizi örmektir.

İşte emekçilerin ve ezilenlerin üçüncü cephesini kurmak üzere yola çıkan Halkların Demokratik Kongresi ve Partisi (HDK/HDP), bugünkü konjonktürde tarihsel bir misyona sahiptir. Egemenlerin birbirine düştüğü, kitleler nezdinde meşruiyetlerinin sorgulanır hale geldiği bu dönemde, HDK’nin de önü açılıyor, hareket alanı genişliyor. Devrimci-demokratik bir perspektifle hareket eden, en geniş kitlelerin yakıcı sorunlarına sahip çıkan, onlara öncülük etme iradesini ve yeteneğini gösteren bir HDK’nin hızla güçlenip gerçek bir iktidar alternatifi haline gelmemesi için bir neden yok.

Yerel seçimlerin çok yaklaştığı bugünlerde, her türlü mücadele yöntemini ve taktiği ustalıkla kullanan Kürt Halk Hareketinin Kürdistan’da gücünü hızla arttırdığı açıkça görülüyor. BDP’nin yerel yönetimlerde bir sıçrama yapacağı anlaşılıyor. Batıda seçime giren HDP de, geniş halk kesimleri arasında ilgi ve sempatiyle karşılanıyor. HDP, İstanbul’dan Ankara’ya, Çukurova’ya, Karadeniz’den Ege’ye, Akdeniz’den Trakya’ya kadar çok geniş bir alanda seçim çalışması yürütüyor ve özgürlükçü, demokratik seçim programıyla hem kendisini tanıtıyor hem de seçimlerde oy oranını arttırmayı hedefliyor.

Saldırılar bizi yıldıramaz

HDP’nin güç kazandığı ve etki alanını genişlettiği şuradan belli ki, devletin karanlık güçleri, kontrgerilla ve sivil faşist örgütleri, kolluk güçleriyle el ele, bir yerden düğmeye basılmışçasına HDP binalarına, seçim çalışmalarına, Kürt yurttaşlara ve sosyalist/demokrat güçlere karşı saldırıya geçti. İstanbul-Sarıyer, Keşan, Urla, Aksaray, Ordu ve Giresun, Fethiye, Tekirdağ, Sakarya… bu saldırıların yaşandığı yerlerden sadece birkaçı.

Ama bu faşist/kontra saldırılar bugüne kadar ne Kürt halkının özgürlük mücadelesini durdurabildi, ne sosyalist ve demokratik hareketi sindirebildi. HDP Eş Başkanları Ertuğrul Kürkçü ve Sebahat Tuncel’in dediği gibi: Bu saldırıları kimi kontra/faşist güçler organize etse de, asıl sorumlu seçim güvenliğini sağlamayan Hükümet’tir. Eğer Hükümet gerekli önlemleri almazsa, HDP’liler kendilerini nasıl koruyacaklarını bilirler.

Düşmanın düşmanlığını yapmasına şaşılmaz. Biz özgür bir dünya kurmak isteyen işçiler, emekçiler, kadınlar, gençler, Kürtler, Aleviler ve tüm ezilenler olarak egemenlerin her türlü saldırı ve kuşatmasını örgütlü gücümüzle alt edebiliriz. Bu uzun erimli mücadelenin bir safhası olarak önümüzdeki yerel seçimleri kazanmak için tüm gücümüzü ve yeteneğimizi ortaya koymalıyız.

17.3.2014