Soma: Hepimize dair – Şule Can

Soma katliamını ne kadar konuşsak az ne kadar yazsak az. Soma katliamına ne kadar içimiz yansa az, ne kadar yaz tutsak az. Ancak Soma yalnızca kapitalizmin vahşiliğini, işçinin sömürüsünü yüzümüze bir tokat gibi çarpmadı, aynı zamanda Türkiye solunun ne kadar çok vakit kaybettiğinin bir habercisi de oldu. Dolayısıyla burada yalnızca Soma için ne kadar içimin yandığını anlatmayacağım. Soma’nın öncesini ve sonrasını nasıl görmeli, nasıl anlamalı ve de şimdi nasıl harekete geçilmeli gibi naçizhane düşüncelerimi paylaşacağım.

İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi’nin Soma’ya dair 16 Mayıs’ta sunduğu raporun bazı satırbaşları şöyle:

(Üzerine değineceğim bazı noktaları alıntıladım, asıl metnin tümünü içermemektedir.)

1- “Yangının nedeninin özü üretim zorlamasıdır. Burada çok açık suçlu özelleştirme politikaları, rödovans sistemi ve güvencesizleştirme politikalarıdır.

2- 2013 yılında tespit edebildiğimiz kadarıyla en az 1235 işçi yaşamını yitirmişti. Ülkemizde her gün 8-10 işçinin öldüğünü düşünüyoruz…

3- Unutmayalım: Yatağan’da özelleştirmeye karşı yine aynı sendikaya üye olan işçiler aylardır direnişteler. Direnişlerinin de sebebi bugün daha iyi anlaşılabileceği gibi Yatağan’ın Soma olmamasıdır…

4- Bu yaşananların bir numaralı sorumlusu TKİve hala madeni işletmeye devam edeceklerini söyleyen Soma Holding’tir. TKİ ve şirket sorumluları en ağır şekilde cezalandırılmalıdır…

5-Yaşananların sorumlusu özelleştirme ve güvencesiz çalıştırma politikalarını yaşama geçiren AKP’dir. Madenin Soma Holding’e geçişinde de boy gösteren Enerji Bakanı Taner Yıldız, “Türkiye’nin refahını bozmak isteyenler Türkiye’nin siyaset tarihinde her zaman olabilir, olacaktır. Takmayın kafanızı. Kafanız karışmasın, gönlünüz bulanmasın. Bizler Allah’ın izniyle sizden aldığımız desteklerle beraber Türkiye’nin nasıl 10 yılda GSMH’sini üç katına çıkardıksa önümüzdeki 10 yılda da sizlerle beraber bunu daha yükseğe çıkaracağız” demiştir. İstifa etmelidir…

8- Bakan Hüseyin Çelik yaptığı açıklamada 1 Mayıs’ta Taksim’e çıkan sendikaları suçladı ve işçi sağlığı talepleri yoktu dedi.

Hükümet derhal istifa etmeli, güvencesiz çalıştırmayı derinleştirmeyi amaçlayan ve gündemde olan taşeron yasası iptal edilmeli, taşeron çalıştırma yasaklanmalı ve tüm madenler kamulaştırılmalıdır.”

İşçi Meclisinin açıklamasına tamamen katılıyorum ancak vurgulanması gereken bence bir kaç konu var: Bu yaşananların bir numaralı sorumlusu kapitalist sistemin kendisidir. Ekim 2013’te Yatağan işçilerini 5 bin kişi Ankara’ya uğurladı yürüyüşleri için. Direndi işçiler, polise rağmen. 3 gazetede yer verildi bu habere. Ne kadar duyurduk sesimizi? Neden daha fazla bir şey yapamadı Sol? Özelleştirmeye karşı en önemli seslerden biriydi Yatağan. Hükümet bastırdı seslerini, evet ama ölüm olmadan neden büyüyemedi o ses, beslenemedi soldan? Bütün bunları saldırmak için yazmıyorum, özeleştiri deyin, bir serzeniş deyin ama olan bu. İkinci konu 2013 yılında 1235 işçi hayatını kaybetti. Bu şu demek: Soma’da kaybettiğimiz sayının 3 katı ölüyor, Her sene, her sene…

Yaşananların sorumlusu özelleştirme ve güvencesiz çalıştırma politikalarını yaşama geçiren AKP’dir. Evet, elbette öyle. Ama bunun ötesine gitmek lazım. Tıpkı bir takım entellektüellerin referandum sonrası çıkıp aslında liberal muhafazkar sistemin Türkiye’ye demokrasi getireceğini söyleyip, her sorunu Erdoğan ve onun hükümetine bağlayıp sistemik ve yapısal sorunlara dikkat çekmemesi gibi bir hataya düşmeyelim. AKP karşıtlığı ile Soma kavgası birleşebilir ama işçi ölümleri sadece basit ideolojik bir savaşın kurbanı değil. İnsafsız, kana doymaz bakanlar ve başbakan istifa etsin, ama biz de acaba ‘solculuk’ tanımlamaya çalışmak yerine kapitalizme karşı direnişin ne kadar daha etkili olacağını tartışsak daha iyi olmaz mı? Bir kısım mesela sosyalistlerin HDP’de ne işi olduğunu sorgulamak yerine hepimiz iş cinayetlerine karşı politik mücadeleye kafa yorsak.

Diğer mesele de kapitalist sistemin içselliği. “Fakirin kömürünü zengin mi çıkartsın?” diyen Bakan Çelik’in bize anlattığı, gerçek anlamda vahşi kapitalizmin doğallaştırılmış ve içinde yaşadığımız sistemin zaten ‘olması gereken’ vurgusu olduğu gibi, ‘böyle gelmiş böyle gider’ kabullenmişliğinin yansımasıdır. Bugün AKP’nin liberal demokrasi ilüzyonu ve güya bunu başaramayan politik elit Kemalist çığırtkanlar arasındaki kavga aslında sadece burjuvazinin farklı kesimlerinin kavgasından ibaretken; biz solculara da ‘siz Kürt siyaseti yapıyorsunuz, efendime söyleyim başkaları gerçek sosyalist, Alevisi, köylüsü, şehirlisi….vs’ diye saç baş yolmak kalıyor. Demeye çalıştığım şu ve her zaman da bu argümanımı sunacağım: Sol hiçbir zaman homojen bir kavram olmadı ve olmayacak; ancak hem halkların kurtuluşu, özgürlüğü için, hem de sınıflı topluma karşı politik, örgütlü mücadeleye inansak ve de birbirimize karşı değil de dünyadaki bu baskıcı kapitalist sisteme karşı dirensek, belki de bir şeyler değiştiririz, ne dersiniz? Türkiye solu neredeyse ilk defa toplumsal, örgütlü bir cevap verilmesi konusunda hemfikir. Hadi o zaman bırakalım birbirmizi yemeyi ve de bütün suçu Erdoğan’ın ya da o bakanın bu bakanın söylediği bir kaç kelimeye indirgemeyi. AKP’yi istemiyoruz ama unutmayın nihai hedefimiz bu değil.

Hem bir daha Soma olmasın diye, hem de Soma olmadan geç kalmışlığımızı kabul edip biraz da kendimizi eleştirelim diye. Soma işçilerini unutmayacağız. Unutursak kalbimiz kurusun.

21 Mayıs 2014

Yoruma kapalı