TKP 1920 topu taca attı – Sinan Gorgan

“Suppeer boykotçuluk” şimdi “yerim dar, oynayamam” diyenlerin cankurtaran simidi oluyor.

Paul Simon’un şarkısı ve Kürtlerden ayrı durmanın 50 yolu.

TKP 1920’deki yoldaşlarımız bizi bu “ağır” günlerde yalnız bırakıyorlar.

Bu dar zamanda, elimizi tutmak istemiyorlar.

TKP 1920 de cumhurbaşkanlığı seçimlerini boykota karar vermiş.

 

Burada belki, TKP 1920’li dostlarla ortak olarak dayandığımız komünist tarih ve buna bağlı ideolojik yazına başvurarak, bu boykotçuluğa yönelik eleştirimi yapmam mümkün.

 

Ama bu kez, doğrudan Marksist literatürden, devrimci siyaset tarihinden kaynak aramak ve göstermek yerine, kendi “sağ”ımdan birini, benim uzun ara sağ’ımdan birini Oya Baydar’ı yardıma çağırıyorum.

Bunu, hem Oya Baydar’ın bu konuyu rafine bir tarzda ele almasından dolayı, hem de TKP 1920’li arkadaşlarımın (henüz tabii ki dostlarımın) “sol” gösterip aslında, kimin bile “sağ”ına geçtiklerini “anıştırmak” için yapmak istiyorum.

Oya Baydar, t24.com.tr, 16 temmuz 2014 (Sandığa ‘adam gibi, tıpış tıpış’ gitmeyeceğim!)

Şöyle demekte Oya ablamız:

“Boykot konusunu düşünmek gerek”

“Bütün seçimlerde boykot güç bir karardır.

Tarih boyunca, kritik seçimlerde boykot kararı çok tartışılmış, somut gelişmelerle sınanmış, yorumlanmış, sonuç çıkarılmaya çalışılmıştır.

Siyaset sosyolojisinin verileri boykotun: sonuçları görünür şekilde değiştirebilme kâbiliyeti olan, kararıyla iktidarı sarsabilecek güçte siyasî oluşumlar tarafından, devrimci durum koşullarında uygulanması halinde bir anlam taşıyabileceğine işaret eder.

Aksi halde boykot, kendi siyasal entegritesini koruyor görünmekten ve kendi ideolojik siyasal çizgisini tatminden öteye geçemez.

Bazen bir adaya oy vermeye insanın eli varmaz, yüreği kaldırmaz, biliyorum.

Ancak kritik seçimlerde, siyasetin bir uzlaşma ve ne yazık ki çoğu kez ehveni şer tercihi olduğunu da unutmamak gerekir.

Boykot, çoğu durumda püriten bir ‘temiz kalma’ gösterisidir ve katılımın düşmesi en fazla oy alana yarar.

Cumhurbaşkanı seçimi ikinci tura kalacak olursa bu gerçeği hesaba katmak gerekir.

HDP, kendi adayının ikinci tura kalmaması durumunda boykot kararı alırsa, lafı dolandırmaya gerek yok, bu Tayyip Erdoğan’a açık destek anlamı taşır.

Karar ve oy kuşkusuz onlarındır; ama HDP’li ve Kürt seçmenlerin bu gerçeği gözardı etmemelerinde yarar var.“

 

İkinci alıntım da direnişteyiz.org’tan:

Cumhurbaşkanlığı, Seçim ve Boykot Üzerine – Bilge Seçkin Çetinkaya, 1 Temmuz 2014

 

… “Boykotu telaffuz edenler çoğunlukla seçimin gayri meşruluğu ve anti demokratikliğine dayandırıyorlar tavırlarını.

Ancak bu noktada birkaç soru açıkta kalmıyor mu?

Gayri meşruluk ve anti-demokratiklik son bir ayda karşımıza çıkan bir durum değil.

Diğer seçimlerde gösterilmeyen tavır neden bu seçimde gösterilsin?

Hele ki seçimlerin anti-demokratikliğini ve gayri meşruluğunu ortaya serecek etkili bir faaliyet yürütememişken.

Doğrudan demokrasi pratiklerinin ortaya serildiği, halkın kendi adaylarının çıkarıldığı bir süreç işleterek bir seçenek oluşturulmuş değil.

Böyle bir süreçten geçerek gelen bir adayın, gerçek bir adayın, aday gösterilemediği süreçte boykot gerçek bir seçenek olabilirdi.

Ya da seçim sandıklarını yakabilecek ve bunun sonuçlarını kaldırabilecek bir güçte olduğumuzda.

Kısaca demem o ki, boykot zor bir tavırdır.” …

 

Şöyle devam ediyor Bilge Seçkin Çetinkaya:

… “RTE’nin de, İhsanoğlu’nun da adaylığının bırakınız toplumu, kendi partileri açısından bile demokratik bir yanı yoktur.

Böyle bir arayışa ihtiyaçları da yoktur.

Dolayısıyla bunun çok fazla tartışılacak yanı yok.

Kürt hareketi ise bu iki adayın temsil ettiği politik tutumlar ile kıyaslama götüremez bir noktada durmaktadır.

Ancak aday belirlerken Kürt hareketinin de öncelikli kısıtı seçmenini konsolide etme ihtiyacı olmuştur.

Kürt hareketi açısından HDP’nin Türkiye’nin partisi olmadan önce kendi seçmenine benimsetilmesi en büyük sorun olarak karşısında durmaktaydı.

Bu seçmenin ikinci tercihinin de CHP, hele ki MHP ile ittifak halindeki bir CHP, olmayacağı da ortadaydı.

Dolayısıyla Kürt hareketi hem büyük şehirlerde AKP’ye yönelmiş Kürt oylarını geri çağıracak (ki bu noktada seçmen memnuniyeti en yüksek kesimden bahsediyoruz) hem de bölgedeki oylarında gerileme değil ilerleme getirecek bir adayda ısrar etti.” ….

Bilgi notu:

Bilge Seçkin Çetinkayaç, ÖDP’nin (Özgürlük ve Dayanışma Partisi) 9-10 haziran 2012 tarihlerinde gerçekleştirilen 7. olağan konferans ve kongresinde Alper Taş ile birlikte eşbaskanlığına seçilmistir ve bu görevi sürdürmektedir.

***

Buraya kadar aktarılanlar “boykot” lehinde / konusunda söylenmiş olanlar için “nadide” cevaplar niteliğindedir.

Daha fazlasını söylemeye de ihtiyaç yoktur.

Daha “iyi”sini söylemenin de gereği yoktur.

Çünkü TKP 1920’deki dostlarımız, seçim konusunda ne söylenirse söylensin, zaten bir başka alanda “bileti kesmiş”lerdir.

Kürtleri gerekçe gösterip, defteri kapamışlardır.

Birkaç paragraf aşağıda vereceğim alıntıdan da göreceksiniz, ifade açıktır.

Çizgi nettir.

Konu cumhurbaşkanlığı seçimi meselesi değildir.

Yani …

>Cumhurbaşkanlığı seçiminde hedefler, program ve politika metodu ne olursa olsun,

>Seçim hazırlık süreci nasıl yürütülmüş olursa olsun,

>Kürt ulusal hareketi seçim politikalarını nasıl kurarsa kursun,

>Bir tür “sol” blok hatta 3. cephe oluşturma çabaları, nasıl kurgulanırsa kurgulansın…

…hepsi beyhudedir.

Her söz beyhudedir.

Her görüş beyhudedir.

Her şey beyhudedir.

Bilet kesilmiştir.

Değişmez “ana fikir” oluşturulmuştur,

Eğilmez, bükülmez bir “ana fikir” oluşmuştur.

Tüm “diğer” seçenekleri, olanakları dışlayan bir “ana fikir” kurgulanmıştır.

İş tamamdır.

Görüş kesindir:

“Kürtler ile bu iş olmaz.”

Gerisi boştur.

 

Gerisi Paul Simon’ın şarkısı gibidir:

(sevgilini terk etmenin 50 yolu)

The problem is all inside your head

She said to me

The answer is easy if you

Take it logically

I’d like to help you in your struggle

To be free

There must be fifty ways

To leave your lover.

 

TKP 1920 deklerasyonundan alıntım ise şöyle:

… “HDP’nin cumhurbaşkanı adayı Selahattin Demirtaş, Kürt ulusal hareketine yön veren kadroların, maalesef sosyalist sistemin yıkılmasından ve özellikle ABD’nin Irak’ı işgal etmesinden bu yana adım adım benimsediği yönelimin temsilcisi. Bu yönelimin savunucuları, emperyalizm ve uzantılarıyla işbirliğini “gerçekçi politikanın gereği” sayıyorlar. AKP’nin Ortadoğu’da Suriye ve Irak’ı parçalayarak kuracağını hayal ettiği büyük Sünni İslam devleti içinde özerk Kürdistan’a kavuşacaklarını umuyorlar.” …

Hani “hayatı ve siyaseti ıskalama” için bir ansiklopedi maddesi yazılmak istense, TKP 1920’nin metnini baz alabilirsiniz.

Ama günümüzdeki Kürt hareketinin pozisyonlarını anlamak için “bu metnin faydası” devlet malzeme ofisinden alınmış tohumluk buğday kadar bile sonuç vermez.

Ülkemizdeki ilerici Kürt hareketini bir tür “Barzanicilik” olarak algılamak ve algılatmak kategorik olarak, Türkiye’deki “birleşik dönüşüm olanaklarını” ıskalamaktır.

Kürt harekemizi bir tür “Barzaniciliğe” indirgemek en azından büyük bir haksızlıktır.

TKP 1920’nin bu ters kurgusunu yeniden ayakları üzerine dikmek çok zor ve zahmetlidir.

Onun yerine doğrudan bu konunun odağına ve çerçevesine değgin kendi görüş ve değerlendirmelerimi okuyucuya aktarmamın, daha işlevsel olacak inancındayım:

Ülkemizin Kürt ulusal hareketinden ayrı durmak için, TKP 1920’nin yaptığı tarzda ve Paul Simon’un şarkısında betimlediği biçimde: “sevgiliden ayrılabilmek için 50 ayrı yol” bulunabilir.

Bu “50 farklı ayrılık yolu” arayanlara sözüm şu:

“Bizim” Kürt dostlarımızı anlamalıyız,

Onlar her şey olabilirler, her türlü iniş-çıkışı, sağ’a ve sol’a savruluşu bize yaşatabilirler, ama bir tür “Barzanici”, dolasıyla bir tür “BOP elementi” olamazlar, böyle algılanamazlar, böyle adlandırılamazlar, böyle varsayılamazlar.

Ülkemizin Kürt ulusal hareketi, TKP 1920 ve diğerlerinin zaman zaman tarif etmeye çalıştıkları ve gösterdikleri gibi, BOP’un bir öznesi olmak bir kenara, “BOP”un reddiyesi ve karşıtıdır.

Örneğin, Rojava’da yaşananlar da bunun noter tasdikli belgesidir.

Selahattin Demirtaş’ın “Cumhurbaşkanlığı Seçim Bildirgesi” durumundaki “Yeni Yaşam Belgesi” de bunun bir diğer ispatıdır, beş yıldızlı diğer bir belgesidir.

Onyılların özgürlük, eşitlik, hak mücadelesi, bir diğer belge ve ispattır.

TKP 1920’nin temelsiz iddiası olan, ülkemiz Kürt hareketinin “emperyalizm ve uzantılarıyla işbirliğini gerçekçi politikanın gereği” saydığı iddiası tüm yaşananlara ve yakın tarihe teğet geçmektedir.

TKP 1920’nin bir diğer iddiası olan: “AKP’nin Ortadoğu’da Suriye ve Irak’ı parçalayarak kuracağını hayal ettiği büyük Sünni İslam devleti içinde özerk Kürdistan’a kavuşacaklarını umuyorlar” varsayımı en hafifinden gözü bağlanmış, efsunlanmış bir aklın üretimidir.

Olan biten, bizim Kürtlerimiz açısından, bunun tam tersidir.

Bu konularda, “Barzanicilik” gibi gönüllü bir işbirliği yoktur; “batı” ile temas, diplomasinin sınırlarını aşmamıştır.

Bizim Kürtlerimiz, BOP’un kırmızı hatlarının öte yakasında durmaktadırlar.

TKP 1920, ve tüm “bizim diğerlerimiz”, ve de bugün Kürtlerle omuz omuza olanlar, “onların” ellerini bırakmadığımız sürece, korkulan noktaya da gelinmeyecektir.

TKP 1920’nin işaret ettiği tehlike, ancak, bizler, Kürtlerimizin mücadelede ellerini bırakırsak, onlarla beraber yürüyen dalga kırılır veya yön değiştirirse, onlar da teslim olmak zorunda kalırlarsa, işlemeye başlayacak bir durumdur.

Bu gidişatın yönü, bir anlamda bizlere de bağlıdır.

“Müziği” tek başına düşman yapma olanağı bulursa, diğer değişle “orkestrayı” BOP kurarsa, kimin nasıl “dans edeceği” belli olmaz.

 

Tekrar etmemde yarar var.

Bizim Kürtlerimizin: “emperyalizm ve uzantılarıyla işbirliğini gerçekçi politikanın gereği sayıyorlar. AKP’nin Ortadoğu’da Suriye ve Irak’ı parçalayarak kuracağını hayal ettiği büyük Sünni İslam devleti içinde özerk Kürdistan’a kavuşacaklarını umuyorlar” varsayımı, kurgusu doğru değildir.

En acısı, bu fikir, pili bitmiş “ulusalcılardan” ödünç alınmış bir “anafikirdir”.

Onların hezeyanlarının bir dışa vurumudur, “verili durumu, siyasal gerçekleri” açıklamaya en uzak duran kurgudur.

Bu tür ödünç alınmış ve derinliksiz analizler, Kürt hareketinin omuz başında duran bir diğer “aklı” da, HDP içinde toplanan enternasyonalist sosyalistleri de aşağılayan, yeni tür bir ucuz science fiction’dır.

Bu “anafikir”, BOP’u ve modern emperyalizmi, George Orwell’in 1984 romanının yeniden yazımı olarak anlamanın tezahürüdür.

Bu yorumların tümü, bu anlama gelmek üzere ayrıca sürrealisttir.

TKP 1920 ve birçok diğerleri durmadan asli dostları terk etmenin, değilse, uzak durmanın “50 farklı yolunu aramakla” meşgul görünüyorlar.

Oysa artık yalın ve anlaşılır olan bir “hal” ve “verili durum” söz konusudur.

Bunun üzerinden atlandığı için, “bilimsel algı” kırılmakta, hatalı, fiktif bir “anafikre” varılmaktadır.

Ayrıca ekleyeyim:

Barış “düşman”la yapılır.

Bunu da anlamalıyız.

Ülkemizin Kürt ulusal hareketi de öyle yapmaya çalışıyor.

Hatta “barış süreci” çoğu kez, kanlıdır.

Bir taraftan diplomatik /siyasi adımlar atılırken, masanın altında ise, “karşıt”ının alanını daraltmaya yönelik bir dizi manevralar / girişimler / tuzaklar dolu olabilir.

Bunu da anlamalıyız.

Bu nedenle iniş ve çıkışlar, savruluşlar, yalpalamalar, bu işin “mütemmim cüz’ü”dür.

 

Kürt ulusal hareketinin, KÖH’ün ana gövdesi ve çekirdeği ”sol” bir gelenekten gelse ve “sol” bir tarza sahip olsa da içinde bulunduğu “cephe” geniş, çeşitli ve azımsanmayacak güçte “diğerleri”nden oluşmaktadır.

KÖH’ün ana gövdesinin ciddi “alan rakipleri” vardır ve KÖH bunları “hesaplarına” dahil eder, “göz zaviyesinde” tutar.

Genel Kürt kitlesinin yarıya yakını siyasi İslamcı adımlara / çevrelere / tarikatlara maalesef teslim olmuştur.

AKP, bu anlama gelmek üzere: Kürtler içindeki en büyük diğer siyasal güçtür.

Bunu Antep, Urfa, Adıyaman gibi iller başta olmak üzere, önemli Kürt merkezlerinde sıkı örgütlenmiş sivil devlet “tarikatları” izler.

IŞİD’e parmak ısırtacak kadar vahşi, “Kürt Hizbullahı”ndan yeniden devşirilen Hüda Par’ın adı, onların yanında hemen, ama ayrıca anılmalıdır.

Kemal Burkay’cılık ve yeni moda olan, Barzani-AKP yeniden üretimi: T-KDP de bu “hat”ta anılmalıdır.

AKP ve Türk devleti ile “işi pişiren” (bkz: Irak / IŞİD / Güney Kürdistan’ın bağımsızlığı / Rojava’ya karşı pozisyon) ülkemizdeki Barzanicilik, yelkenleri arkadan doldurularak, öne itilmektedir.

Bu nedenle, bir dönem, Kürt, Kürdistan demenin büyük suç olduğu ülkemizde, “Türkiye Kürdistanı Demokrat Partisi”nin kuruluşu, bu tarihsel an’da, Yargıtay tarafından “çöpsüz üzüm” misali onaylanmaktadır.

İsmi geçen bu güçler, KÖH’ün çekirdeğini oluşturan ve KÖH’ün liderliğini yapan “sol” damarı etkiler, iter, boğar, sınırlar, yönlendirir, zaman zaman belirler.

İsmi üstünde, söz konusu olan: bir ulusal harekettir.

KÖH’ün kapısı, bu çevrelerden gelen etkilere / rüzgarlar açıktır (karakteri gereği).

BDP’nin HDP’ye taşınmasının sebeplerinden bir tanesi de, bu anılan gerilimlerden kaynak bulmaktadır.

Bu “taşınma”nın ipuçlarından en büyüğü, muhtemelen, bu ilişkiler yumağında gizlidir.

Diğer bütün diğer HDP bileşenlerinden gelen homurtulara rağmen, BDP, HDP’ye akmıştır.

Bu olmuştur; çünkü, KÖH’ün “sol”cularının sürekli olarak Türkiye Solu ile iş tutması KÖH’teki “diğerlerini” huzursuz ve mutsuz etmiştir.

Unutulmamalıdır ki, bu nedenle bugün de HDP MYK üyesi olan milletvekili Altan Tan, “huzursuzlanmış” ve Meclis’te art arda “basın toplantıları” yapmıştır.

Kısmen kırgın HDP’li sosyalistlere yönelik ve tüm sosyalistleri çağıran HDP Kongresi’ndeki “İmralı mektubu” ise bir “gönül alma” işi değildir tek başına.

KÖH’ün ve bilhassa KÖH’ün sol cenahının, bir yandan kendi içindeki ve çeperindeki İslamcı Kürtlere, bazen / kısmen taviz(ler) sunarken, diğer yandan da, “sol”dan başka yaslanacağı bir güç yoktur günümüzde.

Bu arada, Duran Kalkan”a atfedilen gazete yazısına ve ÖDP’nin tehdidi” konusuna da değinelim:

Söz konusu yazı ve benzeri değerlendirmelerde niyet, üslubu ne olursa olsun, HDP dışındaki diğer “sol” çevreleri, içeriye / birliğe çağıran türdedir.

Niyet bence “gerçekten“ budur, ama “niyet aşılmış”, en basit deyimle bir tür “patavatsızlık” yapılmıştır.

Bu tatsız üslup, amacının tam tersine sonuç üretmiş, yeni bir kırgınlık ve gerilim yaratmıştır.

Bu durumdan “fayda ve kavga” üretmek isteyenler, örneğin ODA TV’de “buldumcuk olmuş” ve haberi aktarırken, tüfeği ÖDP logusuna yönelten bir resim kullanmayı tercih etmiştir.

Bu durum, ÖDP’de (ve hatta, sözü biraz geniş tutarsak “Devrimci Yol” geleneği çevrelerinde) büyük alıcı bulmuştur.

Sevgili ÖDP Eşbaşkanı Alper Taş’ın soğukkanlı /mesafeli değerlendirmesi ve eleştirileri, konuyu cevaplarken kullandığı seviyeli üslup, bu tepkileri yatıştırmamıştır ama dengelemiştir.

ÖDP, tam da bu dönemde, tıpkı (parçalanmadan önce) TKP’nin “Sol Cephe”si için yaptığı gibi, “Birleşik Muhalefet” örgütleyerek, kendi çeperini genişletmeye ve pekiştirmeye karar vermiştir.

Ama diğer taraftan, her şeye rağmen ve birçoklarımıza rağmen bir Ortak Cephe / 3. Blok / 3. Hat / 3. Kanal kuruluşunun ihtiyacı yakıcılığını devam ettirmektedir

Kendi geçmişlerimizin üzerlerine elbette sünger çekmeden, yapılan hataları elbette unutmadan, ancak değişimi gözeterek, olgunlaşan süreci ve kuvvetlenen Birlik zorunluluğunu / isteğini gözeterek daha fazla bir şey yapma ihtiyacı /zorunluluğu vardır.

Cumhurbaşkanlığı seçimleri öncesi, ortak geleceğe kapı açan bir yeni Blok ve program olmalı / oluşturulmalı idi.

Bu olmadı: naz, niyaz, basiretsizlik, iyi niyetin yeterince olgunlaşmaması, her blokun kendi çeperine selam çakması; ne dersek diyelim, beceremedik.

Bu derinleştirilemeyen süreçte, bir üst eşiğe yükseltilemeyen süreçte, ÖDP Eşbaşkanı Bilge Seçkin’in nezih bir biçimde belirlediği gibi, Kürt hareketinin, HDP içinde kendi güçlerini konsolide etme istemi de etkili olmuştur.

***

Şimdi elimizde de facto bir Selahattin Demirtaş seçeneği var.

Bu seçenek (her şeye rağmen) hepimizin.

Ve es geçilmemelidir; çünkü (biz) hepimizin midesi, asla bir “Eklemeddin’i” kaldırmaz / kaldıramaz.

O halde güçlü bir biçimde Selahattin Demirtaş kampanyası sürecinde kendi / ortak devrimci programlarımızı kampanya’ya paralel açıklayalım / sürdürelim. (“Olmayana ergi” yerine, de facto ile uyumlaşma / realite ile barışma.)

Ama, bu süreci bir “Büyük Birlik” kurabilmek için, 3. Blok / 3. Kanal çerçevesinde: ruhları, cepheleri ve programları yakınlaştırmak, hatta birleştirmek için değerlendirelim.

Bu adımın, kolay cevap verilemeyen güncel bir durumu ve bu anlama gelmek üzere “özel sorusu” vardır:

Bu “özel soruya” dayalı, bu “özel soruya” cevap arayarak “reel / gerçekçi kalma” ve “reel politika” yapma niyeti de bir çok arkadaşımızda, dostumuzda, bir spor-toto hastalığı benzeri “sendrom”a yol açtı: 1.aday mı yararlanır? yoksa 2. mi kazanır?

Yani: “ikinci turda ne olacak, ne yapacağız?”.

Bu soruyu kendine soranlardan biri de, dostum Hayrettin Belli’dir.

Hayrettin Belli, “Elbette 2’inci turda Ekmeleddin diyorum” diye yazıyor.

Ancak, tekrar ediyorum, bunu bizim midelerimiz kaldırmaz.

“Shit”

“Reel Politik”in bu kez canı cehenneme.

Bu aşamanın ihtiyacını karşılamak üzere, bu aşamaya binaen bölünmek yerine, “yol”umuzun, 3. Blok ve 3. Cephe yolumuzun ihtiyaçlarına göre dizilmemiz bence daha uygundur.

İkinci turda, boykot yerine sandığa gidip boş oy atmak, ya da “herhangi” evet, herhangi başka X, Y, Z metot bir “çözüm” sayılamaz mı?

“Hat”tı belirginleştirmek, “yol”u netleştirmek, 3.Cepheyi somutlaştırmak, daha algılanır / anlaşılır kılmak, tüm kısa vadeli, dönemsel, taktik ve “reel” adımlardan daha önemli.

Yanılıyor muyum?

23 Temmuz 2014

 

Atıfta bulunduğum orijinal metin:

TKP 1920 web sayfasından aktarılmıştır.

AKP’nin sahte seçimine katılmıyoruz.

20 Temmuz 2014

AKP’nin gayrimeşru gericilik, vurgunculuk ve savaş rejimini sürdürmek ve pekiştirmek için çıkardığı oligarşik bir kanuna göre düzenlenen Cumhurbaşkanlığı seçiminin ilk turu 10 Ağustos 2014’te yapılacak.

Sade vatandaşların aday göstermesini yasaklayan, parlamentoda yirmi milletvekiline veya son genel seçimde aldıkları oy toplamı, birlikte hesaplandığında, yüzde onu geçen partilere aday belirleme ayrıcalığı tanıyan bu kanuna göre Cumhurbaşkanlığı seçimine üç aday katılıyor. AKP’nin adayı Recep Tayyip Erdoğan. CHP ve MHP’nin ortak adayı Ekmeleddin İhsanoğlu. HDP’nin adayı ise Selahattin Demirtaş.

AKP’nin amacı

Mayıs-Haziran 2013 Büyük Halk Direnişi’ne yol açan sistemli icraatıyla; 17 ve 25 Aralık 2013 suçüstüleriyle; 30 Mart 2014 seçim sahteciliğiyle; 13 Mayıs 2014 Soma madenci katliamıyla her türlü yönetme meşruiyetini yitiren ve derhâl istifa edip halka hesap vermesi gereken AKP’nin amacı, Recep Tayyip Erdoğan’ı cumhurbaşkanlığına getirerek sultanlık-halifelik karışımı bir başkanlık rejimini zorlamak.

AKP böylece halkla inatlaşmaya devam ediyor. Osmanlı imparatorluğu’nu diriltmek hayaliyle emperyalist savaş blokunun emrinde Suriye ve Irak’ı kan gölüne çeviren, savaş yangınını Türkiye’ye de sıçratan, bölge halklarını birbirine düşüren gerici ve militarist dış politikaya da; ülke içinde işçi ve emekçileri dolar milyarderleri şebekesine köle eden ağır sömürü ve zulüm politikasına da hız vermek istiyor.

İhsanoğlu neyi temsil ediyor

CHP ile MHP’nin aday gösterdiği; DSP, BTP, DP ve BBP’nin de desteklediği Ekmeleddin İhsanoğlu, İslam İşbirliği Örgütü’nün eski genel sekreteri. Adı geçen örgütte iki dönem sekreterlik yaparken Amerikan-İngiliz emperyalizmine, Suudi gericiliğine ve İsrail siyonizmine uyumu tescil edilen İhsanoğlu, cumhuriyet ve laiklik düşmanı karşıdevrimci bir aile ortamında yetişmiş bir kişi. Osmanlı hayranı bir Sünni İslamcı olan İhsanoğlu, adaylığı açıklandıktan sonra çıktığı ilk televizyon programında, Arap-İslam dünyasının içinde bulunduğu kargaşa ve geriliği emperyalist-siyonist sömürgeciliğe ve işbirlikçilerine değil, Nâsır’ın antiemperyalizmine bağladı!

ABD ve İngiltere’nin yönlendirmesi, TÜSİAD ve TUSKON’un teşvikiyle İhsanoğlu’nun adaylığını benimseyen CHP yönetimi, kendisini dış ve iç egemenlere beğendirmek için asgari düzeyde barışçı dış politikadan ve laiklikten bile vazgeçip AKP’nin gericilik, vurgunculuk ve savaş politikalarına uyum sağlamaya hazır olduğunu ilan etmiş oldu.

ABD ve AKP himayesinde özgürlük fantezisi

HDP’nin cumhurbaşkanı adayı Selahattin Demirtaş, Kürt ulusal hareketine yön veren kadroların, maalesef sosyalist sistemin yıkılmasından ve özellikle ABD’nin Irak’ı işgal etmesinden bu yana adım adım benimsediği yönelimin temsilcisi. Bu yönelimin savunucuları, emperyalizm ve uzantılarıyla işbirliğini “gerçekçi politikanın gereği” sayıyorlar. AKP’nin Ortadoğu’da Suriye ve Irak’ı parçalayarak kuracağını hayal ettiği büyük Sünni İslam devleti içinde özerk Kürdistan’a kavuşacaklarını umuyorlar.

Büyük Halk Direnişi’nden uzak durup AKP’nin başta kalmasını, Lazkiye’nin ilhak edilmesini, dinci gericiliğe taviz verilmesini, Osmanlı sultanlığının ve Kürtlerde Mir-i Miran (Beylerbeyi) sisteminin güzellenmesini “Çözüm süreci” adına savunma çizgisi, sonunda 15 Temmuz 2014’te Diyarbakır Sur Belediyesi’nin ABD’nin Adana Başkonsolosu’na iftar verdirmesi girişimiyle akıl tutulması boyutlarına ulaştı. ABD’nin desteğindeki İsrail, Filistin halkını katlederken ve yine ABD desteğindeki IŞİD, Kobani’de Kürt halkına saldırırken ABD’yle yapılan bu işbirliği, BDP-HDP çizgisinin Kürt halkının ulusal eşitlik ve özgürlük davasından, Türkiye ve bölge halklarının barış içinde eşit ve özgür yaşamasından ne kadar uzağa savrulduğunu gösteriyor.

Sahte seçim

Cumhurbaşkanlığı için gösterilen her üç adayın temsil ettiği siyasal programlar, emperyalizmin Ortadoğu halklarını paramparça etmeyi amaçlayan sömürgeci planı çerçevesinde kalıyor. Önümüzde gerçek bir seçim yok; emekçi halkları asgari ölçüde bile temsil eden bir program söz konusu değil. Bu programlarda bağımsızlık, demokrasi, laiklik, barış, birlik, adalet yok. Gericilik, vurgunculuk ve savaş var. Bu rejimin baş temsilcisi ile onun daha uslu benzeri ve payandası arasında seçim yapmak zorunda değiliz. Halkın asgari temsiline bile imkân tanımayan oligarşik bir seçim oyununa katılmak zorunda değiliz.

Halk hükümeti için

Ufkumuzu emperyalizmin ve uzantılarının çizdiği dar çerçeveyle sınırlamayı reddediyoruz. Bu seçime katılmıyoruz. Halkın sömürü ve zulme karşı direnme hakkını bıkmadan usanmadan anlatacak, şehirlerde ve köylerde emekçi kitlelerle birlikte adım adım öreceğiz.

Recep Tayyip Erdoğan istifa etmeli ve halka hesap vermelidir. Halka hesap vermeden, başbakan olarak kalması da gayrimeşrudur, cumhurbaşkanı adayı olması da gayrimeşrudur.

Recep Tayyip Erdoğan’a oy vermiyoruz. Gericilik, vurgunculuk ve savaş rejiminin yörüngesinde hareket eden diğer iki adayı da desteklemiyoruz.

Emperyalizme karşı bütün ulusal demokratik güçlerin birliğini temsil eden bir halk hükümeti için çalışmaya devam edeceğiz. AKP iktidarına halkın birleşik iradesiyle son vereceğiz.

Yoruma kapalı