”Ulvi Bir inanç için yola çıkmadım, ulvi olmayan insanlarla hayatı, büyüsüz bir dünyayı, şeyleşmiş bir dünyayı büyülemek istedim o kadar.” Suphi Nejat Ağırnaslı
Sabahın erken saatlerinde, bu cümleyi okuduğumda henüz afyonum patlamamıştı. Suphi Nejat’ın ölüme el sallayarak, ona adeta çelme takarak gidişinin ardında yatan sadeliği, iddiasızlığı, bu cümleyi tekrar tekrar okudukça benliğimin derinliklerinde daha çok, daha çok hissediyordum.
Ben, tam da ruhuma damla damla enjekte edilen bu saflığa kendimi bırakmışken, ekrana düşen yakışıklı genç bir adamın video kaydına gözüm takıldı. Altında düşülmüş, kısa sade bir not ile. ”Mehmet Pişkin intihar etmeden önce…” ya da buna benzer bir cümle.
Çok nadir videolara ilgi gösteren ben, bu videoyu nedense merak etmiştim. İzlemeye koyuldum ve bir müddet sonra artık oturduğum yerden kalkamayacak kadar halsizleşmiş, dermanımı kaybetmiştim bir haldeydim. Kolum kanadım kırıktı, bir psiko-korku filminin büyülü çekimine, karşı konulmaz halde kendimi bırakmış gibiydim.
Yakışıklı, 37 yaşında bir adam, güzel sesinin tınılarına kendisini bırakmış, Türkçenin en nadide sözcüklerini birbiri ardına ekleyerek, yaptığı tonlamalarla, az sonra yapacağı işin ne kadar da doğal bir şey olduğuna kendisi zaten çoktan inanmış, ”hadi gelin, kadehlerinizi benimle birlikte kaldırın, ölümümü birlikte kutlayalım” diyordu, bunu yaparken gözlerinizin ta içine bakıyor, sizi sarmalıyordu, o sanki bir dünya yolculuğuna çıkacaktı ve siz onun ardından ” oğlumuz sağ salim dönsün” suyu atan, onun bir yakını idiniz.
Kendisini öldürmeye karar verdiğini gülümseyerek, sıcacık gülümseyerek, bizlere, onu hiç tanımamama rağmen, bana anlatıyordu. Çok sevgili bu yakışıklı arkadaşım, onu hiç dönmeyeceği yolculuğa benim de uğurlamamı istiyordu, bordo rengi kadehini kaldırmış, bana ”şerefe” diyordu, kadehimi onun kadehine dokundurarak ona güle güle dememi istiyordu.
Gerçeküstü bir oyunu izler gibi kendimi bu gidişe bırakmıştım, videoya kendimi kaptırmışken, aniden bir kaç melodi sonrası görüntü birdenbire kesildi. Ben, ekran önünde kilitlenmiş bir halde kalakalmıştım.
Mehmet Pişkin ben bu videoyu izlediğim saatlerde çoktan ölmüştü, cesedi çoktan bulunmuş, belki otopsi için morga kaldırılmıştı. Şimdi soğuk bir mermerin üzerinde ya da morg çekmecelerinden birinde yatıyor olmalıydı.
Mehmet Pişkin bütün konuşması boyunca böyle bir ölümü tercih edişini tek bir cümle ile ifade etti. Geleceğe dair kendisi adına bir beklentisinin kalmadığını söyledi. Kendisinin akıl sağlığının yerinde olduğunun altını çizdi, eskiden beri intihar eğilimli olduğunu da ekledi.
Doğumumuz için bize danışılmaz, ölüm biçimimiz konusunda ise tercihimizin bize ait olmasına inanırım ben. O nedenle Mehmet Pişkin’in uygar dünyanın ”BEN” duygusu son derece gelişkin uygar bir ”BİREY”i olarak, onu hiç tanımasam da, benim için de oldukça acı olan bu kararına, saygım sonsuz.
Video kapandı. Kısa bir algı problemi yaşadıktan sonra gözümün önüne başka görüntülerin geçmeye başladığını fark ettim ben.
Örneğin;
Binlerce insanın hayatın bir yerinden tutunabilmek adına yollara düştüklerini gösteren görüntüler.
Bombalar altında kıvranan ve ”kanımızın son damlasına kadar direniş” çığlıkları ile kurşun deliklerinden eleğe dönmüş moloz yığınları dolu binalarda kadını erkeği, yaşlısı genci, çocuğu ile direniş sergileyen insanların görüntüleri.
Irzına geçilmiş, fakat yüzlerini örterek, yeniden kuracakları hayata dair umut sözleri fısıldayan kadınların görüntüleri.
Dudak çeperlerinin ve gözlerinin dışında kalan yüzünü kaplayan toz kitlesine rağmen ve sıcağa aldırmadan, yaşı 70’i aşmış ninenin, Down Sendromlu torununu elinden tutup, kendisini ve onu ölümden kurtarabilmek için yollara düştüğünü anlatan yüzyılın en dehşetli görüntüsü.
Özgürlük ve daha güzel dünya kurmak adına kaybettiğimiz onbinlerce genç insanımızın onulmaz acısı kapladı yüreğimi.
”Ulvi bir inanç için yola çıkmadım, ulvi olmayan insanlarla hayatı, büyüsüz bir dünyayı, şeyleşmiş bir dünyayı büyülemek istedim o kadar” diyen sosyolog, enternasyonalist Paramaz, Suphi Nejat’la konuşur buldum kendimi.
Mehmet Pişkin’in seçtiği ölüme kimsenin söyleyecek bir sözü olamaz.
Psikolojide ”BEN” olabilmek kişisel gelişim için önemli bir miheng taşıdır. Mehmet Pişkin bunu hakkı ile başarmış bir kişi olduğunu seçtiği yol ile gösterdi zaten.
”BEN” olmayı başarıp, sonrasında ”BİZ” olmayı başarabilmek ve verdiği her karar ile ”BİZ” yolunda ”BEN”in sağlam gücü ile ”ulvi bir inanç için yola çıkmadan, ulvi olmayan insanlarla hayatı, büyüsüz bir dünyayı, şeyleşmiş bir dünyayı büyülemek istemek” ise psikolojinin yanı sıra sosyolojinin de önemli araştırma konularından biri olmalı.
Mehmet Pişkin’in belki de yaşarken arayıp da bulamadığı, aslında pek de uzağında durmayan onu kör kuyuda bırakan yanılgısı, Paramaz’ın son yolcuğuna çıkmadan önce söylediği bu son derece değerli cümlede yatıyor olmasın?
Anılarına saygı ile…