Ev insanın kalbi gibidir. Yeterince sevilmeyince içine çöker. Göğüs kafesi eskir, uykudayken ya da uyanıkken, aniden esnemesini yitirir. Ne diyeceğini bilemez insan. Kendinizi bir başkasına bırakmazsanız ya da gereğinden fazla umarsız olursanız hayata ve umutsuzluğu bayrak gibi üzerinize asarsanız, ateş tuğlalar kararır, dilmeler topuk çatlaklarıyla dolar, içlerine nem hücum eder. Evinizin çatısı, ruhunuzun örtüsü ucundan kıyısından yırtılmaya başlar.
Babaannem olacakları kestirdiği için, küçük notlar bırakmış bana. Bazen şeker kavanozunun içinde, divan örtüsünün altında, temiz nevresimler arasında, yüklüğün tabanında buluyorum.
“Bahçedeki yoncaları baharda bıçakla biç ama ilk postayı çöpe at. Dikkat et, sakın tavuklar yemesin, zehirlenirler…”
Bahçeye bakamadığım için her yeri yabani otlar sardı. Tavukları da Balçova’da ormana bıraktık bir arkadaşla. Ben onları kesemem. Aç kalacaklar diye ödüm koptu üstelik.
“Evi her sabah havalandır. Yoksa Cin Ali gelir, kıçını tekmeler.”
Cin Ali çocukluğumdan beri peşimde! Yarım bıraktığım sütü, kovalayıp ürküttüğüm kedilerin ahını, silerken yırttığım defterin hakkını, dedemin katmer yaparken döktüğü teri hiçe sayıp kaybettiğim silgiyi hep bu Cin Ali takip ediyor. Bir nevi hayatımın ilköğretim müfettişi. Kara vicdanlı Cin Ali. Babaannem neden seni peşime taktı acaba? Şimdi her arife kabirlere gitmezsem yine Cin Ali peşimde. Mezarlıklar hep uzak. Serviler güzel bir tek orada. Ağır ağır lokmasını çiğneyen bir nene gibi yaşayıp gidiyorlar.
“İki yılda bir çatıya baktır. Akarsa, ev göçer üzerine. Evlatçım, bu en önemli görevlerinden birisi. Evlerin çatısı, halkın vicdanı gibidir. Çökerse, herkes üzülür.”
Bu notu bulunca, parmaklarımla hesapladım. Dedemgiller öleli beş yıl olmuş. Yani beş yıldır çatıyı ihmal etmişim. Tavan arasına çıkıp parmaklarımla yokladım. Kemikleri tıklattım. Kulak verdim. Sanki derinden inliyor gibiydi. “Derin nefesler alıp ver,” dedim. Çatım hırlıyor gibi geldi. Ya leke varsa, ya ince hastalıksa. Aklım çıktı!
Koştum Arap Hatçam Teyze’ye.
Eteklerini tuta tuta düştü peşime.
Uzun uzun baktı çatıya, dilmelere, kiremit bağlarına, oluklara…
“Aktarmak gerek. Yoksa önümüz kış. Rahat edemezsin kuzum,” dedi.
O gün kendime ıspanaklı börek yaptım. Babaannemin bıraktığı notlara göre, zihin açarmış. Turşu kurmuştum, onu da çıkardım. İkinci bardak çaydan sonra yine Arap Hatçam Teyze’nin kapısını çaldım.
“Evet evladım,” dedi. “Çatı aktarmak için para gerek. Kiremit almak lazım, bazı yerler için harç gerekir. Bir iki dilmeyi yenilemek şart.”
Ona yanımda ıspanaklıdan getirmiştim. Dişlerini takıp uzun uzun çiğnedi ağzında.
“Dur bakalım, aklıma bir fikir geldi,” dedi.
Koridorda duran fiskosun üzerindeki kırmızı telefonu aldı eline.
“Alo, Devyolcu İhsan’la mı görüşüyorum… Ha, yavrum ben Hatçe Teyzen… İyiyim n’olsun. Buna da şükür. Evladım bak ne diyeceğim. Hani şu askeriye gelmeden önce ben sizin örgütün dergisine abone olmuştum. Hatta bizim rahmetliye de zorla sizin gecelerin biletlerini falan aldırıyordum. Sen içeri düşünce de avukat tutmuştuk mahallece. İşte şimdi ben bu masariflerin bir kısmını geri istiyorum… Yavrucum sıkıştık biz de işte… Nasıl? E, ne yapalım otuz küsur sene geçtiyse. Hem siz demiyor muydunuz, ‘Oy verme, hesap sor,’ falan. Ben hiç unutmadım. Bütün orta sayfa yazıları şimdi gibi aklımda. Çocuğum ben hesabımı bilirim. Sen hiç şimdi hacı leylek gibi lak lak edip durma. Ben şimdi senin dükkâna birini gönderiyorum, sen onun derdini çözeceksin… Hadi iyi günler. Hem ne demiş büyükler: ‘Fındıkta sömürüye son, Hatçam Teyzeler ağlamasın!’”
Öğleden sonra Kemeraltı’na gittim.
İhsan Abi, kırtasiye toptancısıymış orada. Saçı başı toz içinde. Sakalları kırçıllı.
“Vallahi Hatcam Teyze ilk defa benden bir şey istedi. Onu geri çeviremem. Ne kadar senin ihtiyacın?” dedi.
Dükkândaki tabureye oturdum. Düşündüm. Aklıma “Babaannemin geçen kış bulduğum notu geldi: İçin rahat etmiyorsa yapma. Bir çaresi bulunur…”
“Abi,” dedim. “ Ben o işi hallettim. Sana rahatsızlık verdik, kusura bakma demeye geldim ben.”
İhsan Abi ile karşılıklı susup orta kahvelerimizi içtik.
“Peki,” dedi. “Benim sonbaharda işler çok yoğun oluyor. Bir iki aylığına çırak olur musun? Kasada duracak adama ihtiyaç var.”
Kasım çıkarken işi bıraktım. Biriktirdiğim aylıklarla malzeme aldım. İhsan Abi çocukken marangozda çalışmış. İşi biliyormuş. Yardıma geldi. İki günde kaldırdık çatıyı. Arap Hatçam Teyze de çayın yanında mücver yaptı bize.
“İhsan be,” dedi. “Sizin kocabaşlardan Uşaklı bir delikanlı vardı. Ne oldu ona?”
“İçeride hastalandı o,” dedi İhsan Abi. “Çok yaşamadı.”
“Tüh tüh. İlik gibiydi,” dedi Arap Hatçam Teyze.
O kış durmadan yağmur yağdı. İçim rahat ya, kıçımı devirip devirip yattım
(on8 Kitap / Günışığı Kitaplığı – 20 Ekim 2014 – Ahmet Büke)
http://www.on8kitap.com/blog/022-cati-muhim-hadise#sthash.TgccnapB.dpuf
*Ahmet Büke’nin yazılarını, on8 Kitap’ın iziniyle bundan sonra her pazar yayınlayacağız. Günışığı Kitaplığı’na teşekkür ederiz.