Seçim sonuçlarını değerlendiren Sosyalist Yeniden Kuruluş Partisi Eşbaşkanı Tuncay Yılmaz, “Ortada rahatça ekarte edilebilecek, siyaset ortamının dışına atılabilecek bir Tayyip Erdoğan ve partisinin olmadığını herkes bir biçimiyle gördü” dedi. HDP’nin ise potansiyellerini henüz değerlendiremediğini belirten Yılmaz, ancak HDP’nin, Türkiye’de gerçek alternatif olarak kendisini ortaya koyduğu görüşünde. Yılmaz, “HDP programında, propagandasında iddia ettiği, ilişkilenmek istediği, ihtiyaç duyulan çözümler konusunda ön açıcı ve birlikte dönüştürücü bir kuvvet yaratabileceğini iddia ettiği toplumsal kesimlerle ilişkilenmek zorunda” dedi.
HDK-HDP bileşenlerinden SYKP Eşbaşkanı Yılmaz’ın ETHA’nın sorularına verdiği yanıtlar şöyle:
Seçim sonuçlarını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Yerel seçimin çok ötesinde bir süreç yaşadık. Genel olarak siyasette bir dizayn yaşanıyor. Bu dizayna ilişkin hem içerinden hem dışarından bütün güç odakları çeşitli müdahalelerde bulundular. Kamuoyu anlamında böyle bir seçim tablosu bekleniyor muydu? Bekleniyordu dersek fazlaca şımarıklık etmiş oluruz. Çünkü herkesteki genel hava; bu kadar saldırının, bu kadar yolsuzluğun açığa çıktığı bir ortamda, Gezi isyanı yaşandıktan sonra, Kürt özgürlük hareketi hem Kürdistan’da hem burada kendi örgütlülük düzeyini bu kadar yükseltmişken, HDP gibi bir oluşum ortaya çıkmışken ve bizim dışımızdaki düzen güçlerinin alternatif yaratma çabalarında CHP’nin, neoconların bir toplumsal mühendislik çalışmasıyla bu kadar organize edildiği bir ortamda, herhalde herkes biraz daha farklı bir tablo bekliyordu. Ama ortaya çıkan tablo aslında bütün güçler ve tabi ki bizim açımızdan da belli gerçeklikleri de ortaya koyuyor. Bunlar, “oylar çalındı, elektrikler kesildi, sandık kayboldu” ile izah edilebilir durumlar değil. Şüphesiz hileli durumlar oldu ama ortaya çıkan tablo “çalınmış oy” ile izah edilecek bir tablo değil. Burada bir gerçeklik var, bu gerçekliği analiz etmek lazım, doğru değerlendirmek lazım.
AKP bir biçimiyle kendi hegemonya meşruluğunu test etmiş oldu. Bunu söylemekten kaçınmayalım. Bunun bir dizi sonucu olacaktır. Ortada rahatça ekarte edilebilecek, siyaset ortamının dışına atılabilecek bir Tayyip Erdoğan ve partisinin olmadığını herkes bir biçimiyle gördü. Yerel seçimlerden en güçlü çıkanın AKP olduğu kanaatindeyim. Bunun sebepleri üzerine yoğunlaşmalıyız. Birincisi, bizim dünyayı okuma biçimimiz açısından anlamsız olan bu tabloyu dönüştürebilecek mekanizmaları soğukkanlılıkla açığa çıkarmalıyız.
‘CHP SEÇİMİN KAYBEDENİ’
İkincisi, bunun karşısında dizayn edilen bir odak vardı. CHP’nin etrafında konumlandırılmış, MHP’li, cemaatçi, solun çeşitli kesimlerinde bir biçimiyle ikna edilmiş, destekçi konumuna getirilmiş, “AKP gitsin de…” diyerek eklemlenmiş kesimin, bu seçim sürecinin kaybedeni olduğunu görmemiz gerekiyor. Seçimde ortaya çıkan sonuçlar, kaset siyasetleriyle, kendi öz örgütlü gücüne dayanmayan, gerçek toplusal ilişkilere dayanmayan, toplumun uzun süredir biriktirdiği meselelere ciddi çözüm işaretleri vermeyen odakların öyle kolay kolay çözüm odağı olamayacağını ortaya koymuş oldu. CHP açısından bence tam bir hüsran. Sabah kadar “Mansur Yavaş kazansa da bari zevahiri kurtarsak” çırpınmaları vardı. Burada inanılmaz bir akıl tutulması var. Akşam sosyal medyada öyle yazışmalar oldu ki, nickinde devrim, sosyalizm, özgürlük falan yazanlar, “Hadi Mansur Yavaş” modunda, bütün kaderi ve kurtuluşu, dönüşümün kapısını açacak meseleyi Mansur Yavaş’a bağlamış, CHP’nin kirli, çirkin ittifakına bağlamış kişiler vardı. Ortaya çıkan sonuç CHP’nin kendisini ciddi bir dönüşüme uğratmadan, toplumun taleplerini karşılayan politikalar üretmeden, yeniden eski statüko güçlerine dayanarak ve AKP’den kurtulurken geçici olarak organize edilecek bir odak diye gören dış güçlere dayanarak tek başına bir dönüşümün adresi olamayacağını görmüş olduk.
Buradan kendi adımıza şunu çıkaralım: Hem uluslararası sermaye, emperyalizm hem de emperyalizmin iç bağlantıları, bizim her anımıza ilişkin, her siyasi gelişmeye ilişkin bir takım tasarruflar üretiyorlar, kurgular yapıyorlar, müdahaleler yapmaya çalışıyorlar ama toplumun da öyle lego gibi onu oraya al, bunu buruya koy gibi organize edebilecek bir şey olmadığı da ortaya çıkmış oldu. Benzer bir biçimde Mısır’da, Tunus’ta, Suriye’de yaşandı. Oraya ilişkin emperyalist güçlerin kurguları vardı. Bütün bu kurguların yanı sıra bir de halkın duruşu olduğunu bir kez daha görmüş olduk.
‘MİLLİYETÇİ DAMAR GÜÇLENDİ’
MHP açısından güç kazandığı bir dönem olduğunu görmemiz gerekiyor. Aldığı oy oranına takılıp kalmamak lazım. Kendi oylarını koruyan bir MHP görüyoruz ama bence topluma nüfus ediş açısından ve ödünç oyları ile birlikte düşünüldüğünde kafatasçı siyasetine rağmen daha olgun, daha oraya buraya atlamayan tutumu ile geniş kitleler nezdinde bir güven yarattığı kanaatindeyim. Bunu da doğal olarak ele almak zorundayız, bütün bunları çıplaklığı ile görmek zorundayız. MHP’nin de yani milliyetçi damarın da güçlendiğini görmemiz gerekiyor. Bunu, bir süredir devam eden müzakerelere tepki oyları diye görebiliriz. Son süreçte siyaset alanında devreye giren uluslararası müdahalelere tepki olarak görebiliriz ama bir biçimiyle Türkiye’de milliyetçi oylar kendisini arttırmış durumda.
Peki sol, sosyalist kuvvetler ve HDP açısından…
Bizim cepheye gelirsek… Bizim cephe olarak sadece HDP’yi saymıyorum. ÖDP, TKP, Halkevleri bütün bu grift, öbür taraflarla çeşitli şekillerde ilişkilenmiş bütün açısından baktığımızda çok olumlu bir tablonun olmadığını görmemiz gerekiyor. HDP dışında kalan siyasi öznelerin önemli bir kısmı ciddi bir kafa karışıklığı ile girdi seçime. Yani nasıl izah edilecek sonrasında bilmiyorum ama HDP ile ittifak yapmak yerine “AKP gitsin de ne olursa olsun” diye Sarıgül ile ittifak yapabilen bir sol siyasi zemin oluştu bizim tarafta. Bizim bu durumu görmemiz ve müdahale etmemiz lazım. Bu bizim açımızdan ne olursa olsun “işte bunların da iç yüzü açığa çıktı” diye reddedeceğimiz bir zemin değil. Bizim bu dost örgütlerle siyasete farklı bakışlarımız olabilir ama bunlar bizim mahallenin çocukları, bizim tarafın insanları ve bizim tarafın insanlarının bu kadar kolayca burjuva siyasetin kampına yedeklenebilir pozisyonlara düşmesine seyirci kalamayız. Evet bu söylediğim biraz ağır olabilir, onların da bize ilişkin eleştirileri vardır mutlaka ama bu alanı ben müzakere edilmesi zorunlu bir alan olarak görüyorum.
HDP Türkiye’de gerçek alternatifin dizayn edici öznesi olarak kendisini ortaya koyuyorsa -ki ben bu seçimde bunu koyduğunu düşünüyorum- bütün bu kesimlerle yeniden diyalog kurmak, yeniden ilişkilenmek zorunda. Birleştirmek mümkün olmuyorsa yan yana yürüyerek buradaki gerçek alternatifi, üçüncü cepheyi büyütecek bir yaklaşım sergilemek zorundayız hep birlikte.
‘HDP POTANSİYELİNİ ORTAYA ÇIKARAMADI’
Ben seçimlerden HDP’nin çok başarılı bir şekilde çıktığı kanaatinde değilim. Burada ah vah edecek değiliz. Arkasına Gezi isyanını almış, arkasına yolsuzluklarla mücadele, savaş karşıtlığı, ekolojik dengeye sahip çıkma, kadın müdahalesi, halklar mücadelesi, yani bu toplumdaki birçok dinamikle az çok iletişim kurmuş, ilişkilenmiş bir HDP’nin daha kendisini hissettirebilir sonuçlar almasını açıkçası bekleyebilirdik. Ortaya çıkan durumun, kendi potansiyellerimizi henüz değerlendiremediğimiz konusunda bize bir ayna tutması gerektiği kanaatindeyim. Bu söylediğim de olumsuz olarak değerlendirilmesin, oylarımızda görece bir artış var. BDP olarak seçimlere girdiğinde daha önce aldığı oy 1.7 civarındaydı. Şimdi 2’ye çıkmış bir HDP var. Yani görece bir artış var. Ancak HDP’nin yaratması gereken ya da yaratma potansiyeli olan etkiyi yaratabilmiş durumda değiliz. HDP’nin gerçek bir ezilenler, emekçiler odağı, alternatifi olarak Türkiye siyasetinde varım diyebildiğini düşünüyorum. Evet varız, bunu gösterdik. Aldığımız oy, sadece oydan bakmayalım harekete geçirdiğimiz potansiyel, dinamikler açısından varlığımızı ortaya koyduk. Ama bunun çok yetersiz olduğunu görmek zorundayız. Sebeplerinin üzerine eğilmek zorundayız.
Nedir peki sebepleri, potansiyeli neden açığa çıkaramadı, eksik ya da yanlış olan neydi?
Şununla beraber söyleyeyim. Kürdistan’da BDP olarak girildi. BDP’nin de iddia ettiği kadarıyla olmasa da ciddi bir kazanımla çıktığını gördük. Ama bu kazanıma rağmen, Kürdistan’da bile AKP’nin kendi zeminini güçlendirmekte olduğunu, varlığını hissettirir oranda tutabildiğini gördük. Ama gerçek bir özgürleştirici güç olarak Kürt hareketinin, BDP’yi tercih ettiğini de tespit etmek gerekiyor. Kürdistan’da bu bir şekilde inşa edilmiş. İşte batıda da hissetme ve sahiplenmeyi organize etmemiz lazım.
Batıda nasıl organize edeceğiz? Kürdistan’da BDP’nin yürüttüğü politikanın temelinde Kürt halkının özgürleşme mücadelesinin itici gücü var ve bu konuda BDP, kendisinin doğru adres olduğuna ikna edebiliyor. Batıda bizim tek meselemiz Kürt halkının özgürleştirici dinamiğinin HDP olduğunu anlatmak değil. Evet bunu anlatmak sorumluluğumuz ve görevlerimiz arasında. Ama tek sorunumuz bu değil. Biz aynı zamanda bizi sarmalamış olan ekonomik krizin sonuçlarını ortaya koymak zorundayız. Yani, asgari ücretle çalışan, çalışamayan, iş güvencesi olmayan, geleceğini garanti görmeyen kesimlerin, “ben gerçekten geleceğe umutla bakmak istiyorsam burayla ilişkilenmem lazım” dediği bir siyasi ortam, ilişkilenme yaratmak zorundayız. Bunu yaratamamışız. İşte, -belki de en güçlü olduğumuz taraf- kadınları özgürleştirici bir politika ürettiğine ikna edebilmesi gerekiyor HDP’nin. Eşbaşkanlık sistemiyle bir inandırıcılık yaratmış olsa da, kadınlar, karanlık tabloda HDP’yi kendisine bir yol açacak siyasi özne olarak görmüyor henüz. Gençler açısından, bir-iki yıl öncesine kadar yüz binlerce genç sokakları doldurdu, şifre meselesi üzerinden. Bu bile bizim konumuz olamadı, öne çıkaramadık. Yine egemenler arası iktidar savaşında malzeme haline geldi.
TOPLUMSAL KESİMLERLE İLİŞKİLENMEK ZORUNDA
HDP programında, propagandasında iddia ettiği, ilişkilenmek istediği, ihtiyaç duyulan çözümler konusunda ön açıcı ve birlikte dönüştürücü bir kuvvet yaratabileceğini iddia ettiği toplumsal kesimlerle ilişkilenmek zorunda. Bu seçim sürecinden çıkartmamız gereken en ciddi ders şudur: Bizim sadece bir paradigma olarak kurduğumuz, yüksek siyaset alanından hitaplarla çözülebilecek bir durum değil. Temelini attığımız -ki bu konuda içimiz rahat, gerçekten temelini attık ve bu temel sağlam bir temel- binanın üzerine daha çok kat çıkabiliriz. HDP, bu topraklarda ciddi birikimleri içinde barındıran, sentezleyen bir çalışma oldu. Şimdi bu projeyi hayata geçirmek için harcın, çamurun, kumun içine girmek zorundayız, işin gerçeği bu. Bu sonuçların temel sebebi, bizim iddia ettiğimiz siyasi alana henüz girememiş olmamızdan kaynaklıdır. Siyaseti yüksek siyaset alanından çıkarıp gerçek, dönüştürücü öznelerle buluşturacak bir çalışmayı tutturmak zorundayız. Bunun için, HDP’nin yeniden yapılanması söz konusu. Tv, programlarında, gazeteden, sosyal medyadan verdiğimiz mesajlarla toplumsal buluşma yaşanmıyor. HDP kısa vadede dezavantaj ama uzun vadede avantaj olan parçalı yapısının da yarattığı handikapla henüz kitleler üzerinde nüfuz edebilmiş değil. Yani şu ana kadar biz bileşenler, bireyler, dinamikler, bu dinamiklerin nasıl ilişkileneceği, bunun bir parti mekanizmasına nasıl yansıyacağı vs bunların dengesini tam olarak kuramadığımız kanaatindeyim. HDK, Türkiye’deki ezilme ve sömürülme dinamiklerinin eşgüdümlü hareketini sağlayacak bir proje. Bu projenin aslını, özünü koruyarak ama daha senkronizal bir parti haline gelmemiz gerekiyor. Sadece senkronize hareket etmek değil meselenin gerçek özneleriyle buluşabilecek mekanizmaları yaratmış bir parti haline gelmemiz gerekiyor.
Mesela hadi bakalım nerede kalmıştık, HDK’ye geri dönelim diyebilecek durumda değiliz. HDP siyasi özne olarak siyaset sahnesine çıktı. Şimdi HDP’yi nasıl nüfuz ettireceğiz, toplumun içine nasıl sokacağız, ilçe büroları mı açacağız, meclisleri mi yeniden canlandıracağız, mahalle komiteleri mi, fabrika komiteleri mi kuracağız… HDP’de biriktirdiğimiz güç neyse bu gücün toplumsal yansımasını derinleştirecek bir takım mekanizmaları kurmak zorundayız.
Yani “bu halk şöyle bu halk böyle, gidip hırsızına oy verdi, Stocholm sendromu, katiline aşık toplum” falan filan bunlarla izah edilebilecek bir durum değildir. Evet siz halka ne kadar ulaşabilirseniz, gerçekten dönüştürücü mekanizmalarınız içine ne kadar dahil edebilirsiniz o kadar dönüştürürsünüz. Çok açık ki AKP çok daha fazla nüfuz etmiş durumda. “Makarna dağıtıyor, para dağıtıyor…” ile açıklarsak, bana göre bizi gerçeklikten uzaklaştıracak ve ulaşmaya çalıştığımız noktadan tam tersine doğru taşıyacak bir yaklaşım olur.
Bence şimdi bir avantaj yakaladık. Biriktirdiklerimiz bize bir şans daha verdi. HDP’ye emek veren güçlerle sınırlı kalmadan, her ne sebeple olursa olsun HDP dışında kalmış kesimi yeniden kapsayacak hamleleri yaparak yakaladığımız şansı değerlendirmemiz gerekiyor.
SYKP’nin öngördüğü yeniden yapılanmada HDK nerede duruyor?
Öncelikli olarak HDP’yi artık siyaset sahnesine çıkmış, kendisini geniş toplumsal kesimlere anlatmış bir siyasi özne olarak diri tutmak zorundayız. Burayı söndüremeyiz, uyutamayız, bir dahaki seçim döneminde yeniden canlandırırız deyip donduramayız. Biz HDP’yi bütün canlılığıyla, büyüme potansiyeli ile yaşatmaya devam etmek zorundayız. HDP’yi güçlendirmek zorundayız. İkincisi; bu yetmez. Halkların Demokratik Kongresi neydi? HDP’ye katılamayacak, onu doğrudan desteklemeyecek diğer toplumsal dinamiklerle etkileşim içerisinde olduğumuz bir alandı, bir halk meclisleriydi orası. Benzetme yapalım, Kürdistan’daki DTK gibi. DTK, HDP’nin bileşeni olmayan birçok yapının içinde olduğu bir yapılanma. Bence biz batının DTK’sını kurmak zorundayız HDK olarak. Yani ismi HDK olur olmaz, buralara takılmamak gerekir. Tabi kişisel görüşüm bu. Şimdi HDP’nin önünde, HDP’den çok daha geniş bir şekilde toplumsal kesimlerle ilişkilenebilecek, onlarla HDP’nin ilişkisini sağlayacak bir meclis, bir taban örgütü, siyasi bir etkileşim ağı yaratma görevi var. Bahsettiğim yeniden yapılanma böyle bir şey. HDK kurullarını eskiye dönerek canlandırma üzerinden değil, yeniden kurarak bir genişleme hamlesini yapmak zorundayız.
Başbakan Erdoğan’ın “balkon” konuşması önümüzdeki süreç için nasıl mesajlar veriyor?
Daha önceki “balkon” konuşmasında çok kucaklayıcı bir konuşma yapmıştı. Ardından hepimiz cezaevlerine gittik. Bu sefer ise çok sert ve saldırgan bir üslup kullanınca, ‘Acaba operasyon yapmayacak, yumuşama mı olacak?’ diye biraz da şakayla karışık kendi aramızda konuştuk. Tabi, bunu çok olası görmüyorum. Hem ekonomik, hem politik, hem siyasi olarak tüm muhalifleri bastırarak kendini var edecek bir siyasi altyapının üzerine kendisini kurmuş durumda. AKP, bundan sonra yüzde 50 değil de, yüzde 80 oy almış olsa bile kendisini devam ettirmek için mevcut ekonomi politikalarını uygulamak zorunda. Bunlar nedir? Açlık, sefalet ücretini uygulamak zorunda. Özelleştirmeleri tam gaz devam ettirmek, iş güvencesini ortadan kaldırmak, esnek üretimi yaygınlaştırmak zorunda. Neoliberalizmin bütün saldırgan politikalarını uygulamak zorunda. Ben daha çok Tayyip Erdoğan’ın halka, emekçilere saldıracağını düşünüyorum. Örneğin, şu an rekabet içerisinde olduğu cemaat üyelerinden ne kadar varsa onları cezaevine tıkacak değil. Elbette bir takım unsurları cezalandıracaktır, siyasetin dışına atacaktır ama kendi siyasetinin doğası gereği dönüp burjuvaziden, uluslararası ve ulusal sermayeden yeniden bir onay üretmek isteyecekse, “Kendi ekonomik ve politik sisteminiz için beni kullanabilirsiniz” diyecekse, sistemin içerisindeki diğer güçlerle yeni bir uzlaşma dengesi arayacaktır. Ama çok açık ki o uzlaşma dengesinde bu sefer eli çok daha güçlü bir güç olarak var. Operasyonun daha çok bizlere karşı, hem sistemi hem de rejimi karşısına almış güçlere karşı olacağını düşünüyorum. Çok tartışıyor gibi göründükleriyle, bize yönelik operasyon konusunda uzlaşacaklarını düşünüyorum.
Etkin Haber Ajansı / 01 Nisan 2014 Salı