HDP’ye katılan bir BDP, bu tarzla Türkiyelileşemez. Tersine HDP, BDP’lileşir ve kendisine biçtiği misyonu oynayamaz
30 Mart 2014 yerel seçimlerinden sonra gündemi meşgul eden sorunlardan biri de BDP ile HDP’nin birleşmesi sorunudur. Politik olarak aynı çizgide bulunan partilerin birleşmesi gayet doğaldır. Bugünkü perspektifle bakıldığında BDP ile HDP birbirine yakın partiler olup genelde aynı toplumsal kesimlere hitap ediyorlar.
BDP’nin politik çizgisi, DEP’den beri devam eden ve daha çok Kürtlerin politik ve toplumsal taleplerini devam bir tarihsel sürecin devamıdır. Türkiye’nin dördüncü partisi olarak bilinen BDP’nin politik stratejisi, Kürt ulusunun politik sosyal, kültürel taleplerinin kabul edilmesine yönelik bir mücadeledir. Her ne kadar Kürt sorunun çözümü aynı zamanda Türkiye’nin demokratikleşmesinin ana halkasını oluştursa da politik realitenin kendisinin merkezinde Kürt coğrafyasının özgürleştirilmesi öncelikli olarak ön plana çıkıyor. Bu bakımdan Kürdistan coğrafyasındaki başarı esastır. Kürt illerinde aldığı sonuçlar, yerel yönetimleri bakımından kazanılan belediyeler, Ankara’ya milletvekillerinin gönderilmesinden çok daha önemlidir.
HDP’nin kuruluş felsefesi ise daha çok Türkiye toplumunun politik, toplumsal, ekonomik sorunlarını gündemleştiren, ezilen, emekten yana olan, farklı sosyal katmanlarını örgütlemeyi hedefleyen bir amaca sahipti. Bu bakımdan BDP ile HDP’in toplumsal işlevi ve üstlendikleri roller birbirini tamamlamakla birlikte politik önceliklerinden, politika yapma tarzına kadar birçok noktada da farklılıkları bulunuyor.
30 Mart Yerel Seçimlerin ortaya çıkardığı politik tablo her iki parti bakımından analiz edilmesi, birleşmenin mantığı bakımından bize daha somut bir fikir verebilir.
BDP ve seçim sonuçları
Kürt illerinde politik tablo dikkate alındığında iki temel partiden bahsedilir. Kürtleri temsilen eden BDP ile devleti adına seçimlere giren AKP arasındaki mücadele stratejik olup bütün politik dengeleri etkileyen ve hatta belirleyen bir konumdadır.
BDP, 3′ü büyükşehir (Diyarbakır, Mardin, Van) olmak üzere 10 il, 68 ilçe ve 23 beldede toplamda 102 belediyeyi kazandı. Mevcut tabloya bakıldığında Kürt Hareketi, Kürt illerinin merkez bölgelerinden etkinliğini koruyor. Söz konusu tablo yıllardır değişmiyor. Diyarbakır, Batman, Van, Dersim, Siirt, Hakkâri, Şırnak ve Iğdır belediyelerini koruyan BDP, Bitlis ve Mardin’i devleti temsil AKP’nin elinde aldı. Ağrı’yı çok az bir farkla kazanmasına rağmen seçimler iptal edildi.
BDP’nin Kürdistan’da bulunan 4 büyük şehir Belediyesinden 3’ünü kazanması önemli bir başarı olarak görmek gerek. Büyükşehir belediyeleri önümüzdeki yıllarda veya sistemin kabul etmek zorunda kalacağı ‘Avrupa Özerklik Şartı ‘ içerisinde ‘özerklik veya eyalet’ sistemlerinin ilk adımı olmaları bakımından önemlidir.
Bu bakımdan Urfa son derece dikkat çeken bir merkezdir. Daha önceki bir makalemde, Urfa Büyükşehir Belediyesinin kazanılmasını Kürtlerin ‘sessiz’ devrimi olarak tanımlamıştım. Devlet bu gerçeğin farkında olduğu için Urfa’nın Kürtlerin eline geçmemesi için çok büyük bir çaba içerisine girdi ve bilinen seçim hilelerini en çok burada uygulamaya koydu. Urfa, hem Suriye’deki dengeler, hem de Rojava devrimini besleyecek sınır bölgesi olması bakımından son derece stratejiktir. Öyle ki Ceylanpınar belediyesini BDP almasına rağmen, her türlü oyun oynanarak AKP’ye verilmesi, devletin Suriye ve Rojava politikasıyla doğrudan ilişkilidir. Aynı şekilde Ağrı bölgesinin İran ile sınır olması bakımından da bir önemi bulunuyor. Ağrı, Doğru Kürdistan’da etkin olan Kürt hareketinin moral ve motivasyonu bakımından önemli olduğu gibi İran ile olası ilişkiler için de önemsenen bir bölgedir.
Dikkat çekilmesi gereken bir başka il de Bingöl’dür. Bu şehirde BDP’nin ciddi düzeyde oy kaybetmesi bir tesadüfü olmayıp önümüzdeki yıllarda çok boyutlu sorunlara yol açabilecek gelişmeler bakımından bize bir fikir veriyor. Bingöl, Kürt coğrafyasında, Suriye’de İslami cihat için savaşçı gönderen bir bölge olmasıyla dikkat çekiyor. Kürt El Kaidesi’nin merkezi olarak işlev görebilecek bir konuma sahip, Radikal İslamcı örgütlerin medreseler açtığı, öğrenciler yetiştirdiği, Suriye’ye El Kaide saflarında savaşmak için Kürt gençlerinin gönderildiği bir bölgedir. Bugünkü seçim sonuçlarının arka planında bu realitenin bulunduğu görmezlikten gelinmemeli ve kafa yorulmalıdır.
Burada dikkat çekilmesi gereken bazı temel noktalar bulunuyor. Birincisi, devlet adına bölgede seçimlere giren AKP geçmiş yıllara oranla oylarında bir artış gösterdi. Diyarbakır, Hakkâri’de BDP’nin oylarında bir düşüş, tersine AKP’nin oylarında bir artış yaşandı. Ağrı’daki fark birkaç oy olması seçimin iptalini sağladı. AKP, Kürdistan’da erimedi, tersine geçmişe oranla dengeyi korudu. Muş ve Urfa gibi merkezleri kazanması önemlidir. BDP’nin Ağrı, Siirt ve Bitlis gibi kazandığı illerde AKP ile başa baş gitmiş olması da ciddi bir tehlike olarak görmek gerekir.
Dikkat çeken önemli noktalardan biri de BDP’nin oylarının genellikle şehir merkezlerinde düşmüş olmasıdır. Bunun temel nedeni pratikleştirilen belediyecilik anlayışından kaynaklanmaktadır. Kürtlerin politik talepleri öncelikli olarak ön plana çıkıyor ve belediyeler de bu alanda önemli bir işlev görüyorlar. Ancak şehir merkezlerindee yaşayan insanların politik talepleri dışında, gündelik yaşamı ilgilendiren devası sosyal ve ekonomik sorunlarını bulunuyor. Bunlara dair çözüm politikaları üretilmezse ve model olarak ortaya konulan icraatlar olmazsa, politik eksenli talepler bir noktadan sonra etkisiz kalacaktır. Örneğin giderek metropol kentleri haline gelen Diyarbakır’ın, Van’ın, Mardin’in şehircilik sorunlarına dair çözüm politikaları yaşama geçirilmezse toplumsal reaksiyon değişebilir. Özellikle şehir merkezlerinde mevcut tablonun değişme potansiyeli taşıdığı asla unutulmaması gerekir.
Kürt Hareketi özellikle Botan bölgesi olarak adlandırılan alanda önemli oranda gücünü koruyor. Ancak bu bölgelerin dışında ve Kürdistan bölgesinin önemli merkezleri olan diğer illerde Kürt siyasal güçlerinin ciddi sorunları olduğu ve kendi toplumsal tabanıyla yeterince buluşmadığını gösteriyor. Adıyaman Erzurum, Urfa, Antep, Maraş Malatya ve Erzincan gibi illerde BDP’nin oy oranı % 6 ile % 0,7 adasında değişiyor. Ayrıca Kilis, Malatya ve Erzincan’da HDP olarak girilmesinin pek bir mantığı bulunmuyor. Kürt hareketinin politik etkisinin Botan bölgesinin dışına çıkartılmaması için devletin çok yönlü politikalar izlediği biliniyor. Bugüne kadar izlediği stratejinin başarılı olduğunu da söylemek yanlış olmaz. Böylelikle Kürt toplumunda oluşturulan algı Kürdistan denilince akla Botan’ın gelmesidir. Politik ve toplumsal olarak yaratılan ve fiilen kabul gören psikoloji, Adıyaman, Urfa, Maraş, Malatya, Antep, Erzurum gibi iller Kürdistan coğrafyasına dâhil değildir. Bu bakımdan BDP’nin ve Kürt Hareketinin politik yönelimlerinde mevcut tabloyu dikkate alarak yeni açılımlar ve perspektifler oluşturmalıdır.
Kürdistan’da seçimlere giren diğer iki partiden Hizbullah’ı temsil eden HUDA-PAR % 0,2 ile 89.655 oy aldı ve HAK-PAR ise % 0,1 ile 43.843 oy alabildi. Burada HUDA-PAR’ın gücü asla küçümsenmemelidir ve potansiyeli aldığı oyun çok üstünde olduğu biliniyor. Kutlu Doğum Haftası’ndaki etkinlikler bize bir fikir verebilir. HUDA/PAR, Ağrı, Bingöl, Urfa, Muş gibi birçok bölgede AKP’yi destekledi. Almış olduğu 90 bine yakın oyun önemli bir kesiminin bilinçli politik bir tercih yaparak verdiği unutulmamalıdır. Bunun gelecekte ciddi bir potansiyel oluşturacağı hesaplanmalı ve buna uygun politikalar oluşturulmalıdır.
BDP’nin ayrıt edici özelliği kazanılan bütün belediyelerde eş başkanlık sistemine geçmiş olmasıdır. Devletin belirlediği yasalar içinde bir kişi belediye başkanı seçilmesine rağmen yönetim eşbakanlık sistemine göre yürütülecek. Yani eşit yetkilere sahip bir kadın bir erkek iki başkan bulunuyor. Bunu başarılı bir şekilde örnek bir model olarak pratikleştirmeleri, belediyecilik anlayışı bakımından ciddi bir zihinsel değişime yol açacaktır. Önümüzdeki yıllarda, hem diğer sistem partileri bu modele kaçınılmaz olarak başvuracaklardır, hem de uluslararası alanda da benimsenen bir model haline gelebilir.
Ayrıca BDP’nin kadınların belediyelerde aktif görev almasına sağlaşan politikası bir ‘kadın zaferi’ olarak tanımlanabilir. 6′sı Diyarbakır ve 3′ü Şırnak olmak üzere BDP’nin kadın adayları 20 ilçede daha resmi olmayan sonuçlara göre belediye başkanlığını kazandı. Diyarbakır’ın Lice İlçesi’nde ‘Rezzan Zoğurlu rekor bir oyla sadece Kürdistan’da değil aynı zamanda Türkiye’nin en genç belediye başkan seçildi.
Bütün olanaksızlıklara rağmen BDP’nin elde ettiği sonuçlar önemsenmeli ve ciddiye alınmalıdır. BDP için önemli avantajlar olmasına rağmen, devletin, özellikle ‘barış’ olarak tanımladığı süreci kendi çıkarları için kullandığı ve AKP’nin oylarının artışının bir aracı haline getirdiği de görülmelidir. Bugün ortada olan bir çözüm ve müzakere süreci olmadığı biliniyor. AKP’nin planı, bu süreci 2015’teki genel seçimlere yayarak çok daha etkili sonuçlar almaya çalışacaktır.
Ayrıca AKP’nin oy oranlarını esasen koruması ve belli bir düzeyde artış sağlamasının bir başka faktörü de Mesut Barzani’nin Başbakan Erdoğan ile Diyarbakır’a yaptığı ziyarettir. Bu ziyaretin politik anlamı, AKP’nin desteklenmesidir. Halen aşiret ilişkilerinin politik dengelerde belli bir etkisi olduğu hesaplandığında, Barzani’nin Diyarbakır ziyaretinin seçimlerdeki yansıması küçümsenmemeli ve dikkate alınmalıdır.
Selahattin Demirtaş’ın şu cümleleri önemlidir: “…Bizler eksik kaldığımız düşük oy aldığımız yerel yönetimleri kaybettiğimiz yerler için araştırmamızı yapacağız. Halkın organik bir aklı vardır. Herkesin halkın iradesine saygı göstermesi lazımdır.”
HDP ve pratikteki yansıması
HDK’nın kuruluş süreci Türkiye’nin ilerici demokratik güçlerinde önemli bir etki yarattı denebilir. Öyle ki uzun yıllar toplumsal mücadelenin dışında duranlar dahi, bu süreci heyecanla karşıladılar. Kürt hareketine mesafeli duran birçok kurum ve kişi, böylesi bir gelişmeyi olumlu karşıladı ve Kürt hareketiyle yakınlaşmanın ne kadar önemli olduğu görmeye başladı. Türkiye’nin demokratik sivil toplum örgütlerinden, HES’lerden, köylü örgütlerinden, sendika federasyonlarından, öğrencilerden, sanatçılardan, aydınlardan, öğretim görevlilerinden önemli bir destek geldi. Ancak bu heyecan bir süre sonra dağılmaya başladı. Tabandan demokrasi ve örgütlenmeyle yola çıkan HDK’nın özellikle partileşmesi sürecinde ortaya koyduğu değerlerden pratik olarak uzaklaştı. Bunu bilerek yapmadı ama pratik-politik pozisyonu böyle oldu.
HDP’nin partileşmesi esasen toplumsal muhalefeti özellikle tabanda örgütleyerek büyümekti. Ancak daha çok belirli politik partilerin temsilcilerinin örgütlendiği bir yapı haline geldi. Bir bakıma iç iktidar hesapları, kulis ilişkileri bir biçimiyle HDP’nin merkezinde etkin oldu. Tabanda örgütlenme fiilen işlevsizleşti, geniş toplumsal katılımlı örgütlenme yerini giderek dar örgütsel mekanizmalara bıraktı. Yönetime daha çok kamuoyunda bilinen tanınmış aydınlar, sanatçılar, bilim insanları ve politik partilerin temsilcileri alındı. Parti vitrini ‘tanınmışlarla’ doldurularak etki gücünün artacağı sanıldı. Ama yaşam sokaklarda örgütleniyor, reaksiyon sokaklarda veriliyor. Yönetim dediğiniz organlar, toplumsal tepkiyi sokakta örgütleyemezse, politik gelişmelere anlık tepkiler veremezse kendi işlevini oynamaz ve bürokratik bir yapıya bürünür. Bugün HDP’nin yapısı, toplumsal tabanı olmayan, elitlerin oluşturduğu bir yapıya bürünmüş görünüyor. Bu bakımdan HDP’ye politik reaksiyon değil, kendiliğindencilik yön veriyor.
HDP pratik olarak BDP’yi taklit ediyor ve BDP’nin politik tercihleri HDP’ye yön veriyor. İki bariz örnek önümüzde duruyor. Birincisi Gezi sürecidir. Gezi ayaklanmasının kıvılcımını HDP Milletvekilleri çaktı. Sırrı Süreyya Önder’in başlattığı süreç, Türkiye’yi bir ateş topu gibi sardı. Ateş fitillendi ama HDP bu sürecin bütünüyle gerisine düştü. BDP’nin yapmış olduğu açıklamalar kendisine yön verdi ve etkisiz kalmasını sağladı. BDP’nin belirlediği strateji ve ‘çözüm’ süreci olarak tanımlanan gelişmeler nedeniyle farklı bir politika izleyebilir. Ancak HDP’nin kendisine biçtiği misyon gereği bu sürecin motor gücü olması gerekirken olmadı. Olmak istemedi. İkincisi, 17 Aralık süreciyle AKP’nin rüşvet ve yolsuzlarının ortaya çıkmasıyla, toplumsal tepkiye sokağa dökmesi gerekirken oldukça edilgen ve pasif kaldı. Birkaç sembolik açıklamanın dışında bu düzeydeki ciddi bir sorunu toplumsallaştıramadı. Sessizlik içinde süreci izlemekle yetindi.
Bu iki bariz örnek, HDP’nin bağımsız politik bir çizgiye sahip olmadığını, toplumsal muhalefeti sokakta örgütleyemediğini, elit yöneticilerin politik havayı koklayıp ona göre politik reaksiyon gösteremediğini, kurumsal bir parti haline gelemediğini ve daha çok bir koalisyon grubu olarak kaldığını ortaya koyuyor. Böyle olunca da, HDK’nin ilk dönemlerde yarattığı politik etki ve heyecan bir süre sonra etkisizleşti.
İstanbul’da ortaya çıkan seçim sonuçları mevcut politik tablonun okunması bakımından bize bir fikir verebilir. HDP 40 ilde, toplamda 244 il merkezi ve ilçesinde seçime girmesine rağmen İstanbul Türkiye’nin aynasıdır. Bu bakımdan İstanbul’a bakmak fikir oluşturmak bakımından yeterlidir.
2009 yerel seçimlerine Akın Birdal ile katılan Demokratik Toplum Partisi’nin oy oranı yüzde 4.6, oy sayısı ise 323 bindi. 2011 seçimlerinde ise İstanbul genelinde alınan oy 351 bindi. HDP İstanbul’da resmi olmayan verilere göre 388.152 oy aldı. Oy oranı ise %4.6 oldu.
Burada ortaya çıkan bazı sonuçlar
Gezi’de ayaklanmasında AKP’ye karşı oluşan tepkinin HDP’ye değil CHP’ye yöneldiğini gösteriyor.
Sendikaların, Demokratik Sivil Toplum Örgütlerinin, gençlik kurumlarının, farklı sosyal grupların İstanbul’da HDP’ye yönelmediğini ortaya koyuyor.
HDP’nin seçim süresince izlediği tutarsız politikalar, seçim sonuçlarına yansıdı. Önce AKP ile flört yapma, sonra Sarıgül’e göz kırpma, seçmende politik bir tutarsızlık olarak görüldü.
Yerel seçimlerin aynı zamanda illere ve hatta ilçelere göre somut projelerin anlatımı olduğu bilindiği halde, HDP’nin bunu yapmadığı, yapamadığı, Sırrı Süreyya Önder’in sanatçı dilini kullanarak sempati toplamasıyla olmayacağını ve bu yöntemin de bir süre sonra anti-patiye dönüşeceği ortaya çıktı.
Büyük Şehir Adayı olarak İstanbul’da kalmayan ve seçim sürecini takip etmeyen Ankara’da oy kullanmaya giden Önder’i adaylıktaki ciddiyeti ayrıca kendisini tartışmalı duruma getirdi denebilir.
BDP’nin geleneksel oylarını alabilen HDP fiilen bir Kürt Partisi olduğunu göstermiş oldu. 2009-2014 arasında geçen 5 yıllık sürede Kürtlerin İstanbul’daki nüfusunda ciddi bir artış yaşanmasına rağmen seçim sonuçların yansımadığı çok net olarak ortaya çıkmış bulunuyor.
Örneğin Sultanbeyli ilçesinin nüfusunun yaklaşık olarak %70’inin, Arnavutköy ve Esenyurt ilçesinin % 60’ının, Bağcılar, Esenler, Tuzla, Zeytinburnu, Sultançiftliği gibi ilçelerin nüfusunun yaklaşık olarak % 50’sının Kürt olduğu hesaplandığında, geçmişte BDP’nin bugün HDP’nin bu düzeyde düşük oy almasının nedenleri çok yönlü irdelenmesi gerekiyor. 1 milyonun üzerinde Kürt seçmeninin bulunduğu İstanbul’da 1/3 oranın altında oy almış olması başarı olarak değerlendirmek bizi yanlış sonuçlara götürür.
İstanbul’a yerleşen Kürtlerin çok önemli bir kesiminin savaş mağdurları olduğu, devletin baskısı sonunu köylerini terk etmek zorunda kalanların oluşturduğu biliniyor. Ancak İstanbul’a gelen ve milyonlarla ifade edilen Kürt toplumunun BDP, HDP’ye veya başka demokratik bir partiye yönelmemelerinin nedeni çok ciddi olarak araştırılmalıdır. Newoz etkinliğine bir milyondan fazla insanın katıldığı dikkate alındığında, bunun seçim sonuçlarına yansımaması oldukta dikkat çekicidir. Öyle ki Kürtlerin nüfus olarak yoğun olduğu ilçelerde AKP’nin oy oranının % 50’ler bandında olması bir tesadüfî değildir. Bunun sosyolojik ve sosyo-politik nedenleri açığa çıkartılmadan ve buna uygun politikalar oluşturmadan İstanbul’daki Kürtlerin toplumsal bir güce dönüştürülmesi son derece zordur. İstanbul bakımından şu söylenebilir, Kürtler daha çok AKP’nin, Aleviler ise CHP’nin toplumsal dinamiğini oluşturdu denebilir.
Öcalan’ın “Yüzde 11 aldığınız zaman sizsiz bir siyasi denklem kurulamaz. Barış ve çözümü çok daha üst aşamaya çıkarmanın önemli bir adımıdır” değerlendirmesinin hayat bulmasının tek bir yolu var: İstanbul’da yüzde 10 barajının aşılmasıdır. Kürdistan’da coğrafik olarak Kürtlerin seçimleri kazanması stratejik önemdedir. Ancak İstanbul, Ankara, İzmir, Adana ve Mersin gibi illerinde yaşayan Kürtlerin toplamı, bütün Kürdistan illerinde yaşayanların nerdeyse iki katıdır. İstanbul’da yaşayan Kürtlerin sayısı iki Diyarbakır’dır. Bu bakımdan başta İstanbul’da yaşan Kürtler kazanılmadan ve burada % 10 barajı aşılmadan Türkiye barajı aşılamaz. Bu bakımdan İstanbul stratejik bir merkez olarak seçilmeli ve Diyarbakır nasıl örgütleniyorsa İstanbul’da öyle örgütlenmelidir. Aksi takdirde Öcalan’ın söylemi gerçekleşmez, yaşam bulmaz ve ‘barış ve müzakere’ denen süreç bir üst aşamaya geçmez, Çünkü politik dengeleri güç ilişkileri belirliyor.
HDP’nin BDP’lileşmesi
İki partinin kendisine biçtiği politik roller dikkate alındığında birleşmeleri isabetli değildir. Politik olarak birbirine yakın olmalarına rağmen, ikisinin programlarında ve hedefledikleri ve örgütlemek istedikleri toplumsal taban bakımından önemli bir farklılık gösteriyor. HDP’nin pratikleştiremediği politikaların önceliği Türkiye toplumunun ekonomik, sosyal ve politik sorunlarıdır. Hedef kitlesi ise daha çok Türkiye toplumunun ezilen, sömürülen sosyal gruplarıdır. Bunu şu aşamada gerçekleştirmemesi eleştiri konusu yapılabilinir ama temel yönelimi budur. BDP’nin işlevi esasen Kürt toplumunun politik ve toplumsal taleplerini günceleştirmesi olarak ön plana çıktı. Her iki partinin belli bir ittifak için kendi işlevlerini devam ettirmeleri önemlidir. Bu bakımdan HDP’nin BDP’lileşmesi yeni bir güç ve enerji ortaya çıkarmayacaktır tersin ciddi sorunların doğmasına yol açma tehlikesi bulunuyor. Başlı başına inceleme konusu yapılması gereken bu durum hakkında bir-iki noktaya dikkat çekmekle yetineyim.
BDP, HDP’ye katılıyorsa, bu partinin programını doğrudan kabul ettiği ve buna göre bir politika yapacağı anlamına geliyor. Bunun bir başka ifadesi de, BDP’nin politik öncelikleri, örgütlenme tarzı ve mücadele biçimlerinin bütünlüklü olarak değişeceği anlamına gelir. BDP’nin toplumsal işlevi bakımından ‘Türkiyelileşmeye’ çalışması anlamsızdır ve gerçekçi değildir Böylesi bir adım, BDP’nin Kürt sorunu dahi birçok sorundaki bakış açısını ve Kürdistan’daki yansımasını değiştirmek zorunda kalacağı gibi BDP’de çok kısa vadede olmazsa da, orta vadede bir saflaşma ve bölünme kaçınılmaz hale gelecektir.
HDP’ye sürekli mesafeli durun ve hatta sosyalist olduğu iddiasıyla eleştiriye tabi tutan Altan Tan, Leyla Zana, Sırrı Sakık ve hatta Ahmet Türk gibilerinin temsil ediği politik akım kopacaktır. İçişleri Bakanlığının izin verdiği iddia edilen ve esasen Barzani tarafından kurdurulan Türkiye-Kürdistan Demokratik Partisi’nin resmileşmesiyle yeni bir süreç yaşanacaktır. Böylelikle Kürdistan’da politik ayrışma ve saflaşma yeni bir safhaya gireceği küçümsenmemelidir. Devlet, Kürtlerin politik gücünü bölmek ve parçalamak için bu kozu kullanmaktan tereddüt etmez. BDP’nin politik işlevini HDP’de devam ettirmesine T-KDP yeni bir alternatif olarak kullanılacaktır.
HDP, BDP’den farklı olarak çok fraklı ideolojik-politik eğilimlere sahip örgüt ve kurumlardan oluşuyor. Bir bakıma belli ortak hedefler üzerine bir araya gelmiş bir konsensüs partisidir. Bu durum bazı dezavantajlar oluşturduğu gibi önemli avantajlar da oluşturuyor. BDP’nin HDP ile birleşmesi bu dengeyi bütünüyle bozacaktır ve Kürt Özgürlük Hareketi, politik gücü ve kadrosal yapısı gereği çok ciddi oranda etkili olacaktır. Türkiye devrimci hareketinin bir kısmını temsil eden güçler, pratik olarak bu sürecin dışına düşeceklerdir. Örgütsel bakımdan sınırlı gücü olan bu hareketlerin politik olarak etkisi giderek zayıflayacaktır. Böylesi bir durumun oluşması niyetlerden bağımsız olarak ortaya çıkacaktır.
Örneğin, Kürt Hareketi kendi politik ihtiyaçları ve öncelikleri bakımından AKP veya CHP ile bir uzlaşıya gittiğinde EMEP, ESP, SYKP gibi örgütler büyük bir olasılıkla bu sürecin dışına düşeceklerdir. Bu açık olarak bir bölünmeyi kaçınılmaz kılacaktır.
HDP’ye katılan bir BDP, bu tarzla Türkiyelileşemez. Tersine HDP, BDP’lileşir ve kendisine biçtiği misyonu oynayamaz. Birbirini tamamlayan bu iki partinin aynı kulvarda farklı politik araçlar kullanarak ve örgüt modelleri oluşturarak yürütecekleri mücadele, Kürt ve Türk halkları için daha yararlı ve verimli olacaktır. Özellikle Batı’da politik dengeler değişirse, güçlü bir toplumsal muhalefet oluşursa, birleşme çok daha sarsıcı ve etkileyici sonuçlar doğurur. Öcalan’ın “yüzde 11 aldığınız zaman sizsiz bir siyasi denklem kurulamaz’ belirlemesi o zaman anlam bulur.
[email protected]
Bu yazı sendika.org sitesinden alınmıştır.