(Ahmet Kaya ve Seyit Rıza anısına Sırrı Süreyya Önder’in Radikal’de yazdığı yazısını sizinle tekrar paylaşıyoruz.)
Ahmet’i yitirmemizin 10. yılı. 2 gün sonra da 18 Kasım, Seyit Rıza’nın katlinin 73. yılı… Bu yoksul halkın koçlarıdır onlar.
Aslı Kerb-ü beladır; kerb hüzün demektir belayı siz de bilirsiniz.
Kerbela, İslam’ın yoksul elinden alınıp, zenginin insafına rehin edildiği yerdir.
Nasıl ki modernite masumiyetini, toplama kampı bacalarından tüm Avrupa’ya insan külleri yağarken yitirmişse, İslam da Kerbela’da benzer bir akıbete uğramıştır. Öyle olmasaydı, peygamber torununa hiç kılıç vurulur muydu? Özü servet ve iktidar hırsıdır. O günün Emevisini bugünün Amerikası olarak hayal edebilirsiniz. Kerbela, o günden beri bütün yoksulların ruhuna transfer olmuş bir travmanın adıdır. Dersimli, Seyit Rıza, Kerbela’da katledilen masumların soyundan geliyordu.
“Evlad-ı Kerbelayık, bigünahık…”
Siz bilir misiniz, Dersim’de ateş su ile söndürülmez. Suyun da bir canı olduğu ve ateşe dökülünce canının yanacağı düşünülür. İşte suyun bile canına hak, hatır gözeten bu coğrafya baştan sona, kurduyla, kuşuyla ateşe verildi. Düzmece bir mahkeme ile bilmedikleri bir dilde yargılandılar. Çoğunun asılmasına karar verilen duruşma bittiğinde ‘idam tunne’ diyerek, yani idam yok sanarak birbirlerine sarılıyorlardı. O kadar Türk değildiler, o kadar Türkçeyi bilmiyorlardı… Yargılananlara iddianame ve avukat verilmemiş, Seyit Rıza’nın yaşı, asılabilsin diye 80’den 57’ye indirilmiş, oğlunun yaşı da 17’den 21’e yükseltilmiştir. Bu yaş operasyonuna tanıklık eden yalancı hain Muhundulu Hüseyin’dir ve yaşı Seyit Rıza’nın oğlundan bile küçüktür. Bu ismi aklınızda tutun. Kürtler bugün KCK davasında, anadilde savunma isterken çağrışım hafızalarında nelerin olduğunu bilin, kolayından sövmeyin.
“Dersim’e sefer olur, zafer olmaz!”
Seyit Rıza böyle dedikten sonra asılacağı meydana götürülürken bir tek şey diledi cellatlarından: “Beni oğlum Resik Hüseyin’den önce asın.”
Önce gözünün önünde oğlunu astılar. O da darağacına giderken, “Ben sizin yalan ve hilelelerinizle baş edemedim bu bana ders oldu. Ama sizin önünüzde diz çökmedim, bu da size dert olsun” dedi. Kendi sandalyesini kendisi tekmeledi. Cesedinden bile korktular. Cansız bedenini yakarak küllerini bilinmeyen bir yere gömdüler. Şimdi Dersim’in her yeri, akan suyu, taşı toprağı, kurdu kuşu Seyit Rıza…
“Hoş çakal iki gözüm hoşçakal”
Ahmet Kaya sadece Dersim’in damadı değildi. Ruhunun ve acılarının da ozanıydı. Munzur’a yakılan en güzel türkülerin sahibi, seslendireni oldu. Bilmedikleri bir dilde asılan kardeşlerinin hatırına bir türkü söylemek istedi. Gurbete mahkûm edip, kahrından öldürdüler.
O gece o lanet salonda olup da bedenini Ahmet’e siper etmeyen Kürt kökenli herkes Muhundulu Hüseyin’dir. Çatal, tabak fırlatırken köpüklü ağızlarıyla hamasi marşlar söyleyen herkes, Hz. İsa’yı öldürmeye gelen askerlere öperek işaret eden Yehuda’dır. Kendisi gurbette sürgüne mahkûmken yalan manşetler atarak kinlerini kusan herkes kalleştir. Hiçbirinin mezarında ot bitmesin! Bu dünyada murad almasınlar. Yarın bayram, Kurban Bayramı…Ahmet’i yitirmemizin 10. yılı. 2 gün sonra da 18 Kasım, Seyit Rıza’nın katlinin 73. yılı…
Bu yoksul halkın koçlarıdır onlar. Koç başı bıçak içindir, egemenlere ve zalimlere verdiğimiz kurbanlardır onlar.
Kurban Bayramınız kutlu olsun.